Ekimde sinema şöleni

Yeni sinema sezonunun habercisi Filmekimi 11-17 Ekim tarihleri arasında

Viktor APALAÇİ Sanat
24 Eylül 2014 Çarşamba

İKSV tarafından 13. kez düzenlenen Filmekimi’nin İstanbul ayağı 11-17 Ekim tarihleri arasında yapılacak. Ekim ayı boyunca festival ruhunu farklı şehirlere taşıyacak olan Filmekimi’nin zengin programında 2014 festivalleri içinde sivrilmiş ve ödül kazanmış filmler var. Bu yazımızda Cannes’ın dördü ödüllü beş filminden söz edeceğiz Ay içinde sona eren Venedik Film Festivali’nin, aralarında Altın Aslan Ödülü kazanan filmin de olduğu merakla beklenen beş filmi programına alan Filmekimi, Cannes Film Festivali’nde adından söz ettiren 11 filmi de sinefillerin beğenisine sunacak. Rezervasyon öncesi, bu mini festivalden tat alan okuyucularıma, evvelce izlemiş olduğum program filmlerinden bazılarını tanıtıp, uzak durulması tavsiye edilen filmleri de içine alan iki yazı hazırlamak istedim. İyi seyirler.


YENİ ‘HARİKA ÇOCUK’

Cannes’da bu yıl yarışan Kanada filmi ‘Mommy’ye jüri (Altın Palmiye ve Oyuncu Ödülü dâhil) hangi ödülü verse, hiç kimsenin itirazı olmazdı. Sinemanın yeni harika çocuğu Xavier Dolan Cannes’da gösterilen filmlerin en özgün olanı ve en keyiflisi ‘Mommy’ ile Jüri Ödülü ile yetindi.

“Hep kendime yakın bulduğum konuları seçerim, ‘Annemi Öldürdüm’de annemi cezalandırmayı amaçlamıştım. Bu kez annemden intikam almayı hedefledim,” diyen Dolan bizlere hiperaktif, hasta, sorunlu, şiddet yanlısı ve tehlikeli olabilecek bir yeni yetme olan Steve’in öyküsünü anlatıyor.

Filmin senaryosunu yazan, yönetmenliğini üstlenen, ortak yapımcısı, kurgucusu ve kostüm tasarımcısı olan, 25 yaşındaki Dolan şiddete meyilli ergen oğlunu tek başına büyütmeye çalışan dul anne Diane’in hikâyesini anlatıyor.

Bu rolde harikalar yaratan Anne Dorval’e hak ettiği En İyi Aktris Ödülü’nü vermeyen jüri büyük bir haksızlığa imza attı.

Çeşitli okullardan agresif tutumu yüzünden kovulan, umutsuz vaka teşhisi konulan Steve’i annesi Diane kanunların kendisine tanıdığı (akıl hastanesi benzeri) devlet kurumuna terk etmeyi şiddetle reddediyor.

İmdadına sevecen bir öğretim görevlisi olan komşusu Kyla yetişiyor. Diane’in azmine hayran kalan Kyla, kocasını ve kızını ihmal etmeyi göze alarak yardım elini uzatıyor.

Çoğu zaman hayat dolu, neşeli, esprili ve sevecen bir genç olan Steve, kontrolden çıktığında olay yaratıp iki kadını müşkül durumda bırakıyor. Trajik bir sona bağlanması gereken filmi Xavier Dolan hınzır bir final ile noktalıyor.

EKONOMİK KRİZ ÜZERİNE

Belçikalı Jean- Pierre ve Luc Dardenne kariyerlerindeki dokuz filmde olduğu gibi ‘İki Gün, Bir Gece/ Deux Jours et Une Nuit’de de senaryolarının odağına ‘kadın’ı koyuyorlar.

Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik kriz Dardenne’leri bu filmi yapmaya itmiş. Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde geçebilecek konusuyla film Avrupa’nın içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal krizi ele alıyor.

İş hacminin düşmesi, ekonominin daralması ile patronların aldıkları sert ve radikal kararların işçi sınıfı üzerindeki tesirleri, filmde Sandra’nın (Marion Cotillard) kişiliğinde inceleniyor.

Filmde işini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan bu genç kadının kendini acındırmadan, duygu sömürüsü yapmadan, sıkıntı içinde yaşayan iş arkadaşlarından bir fedakârlık yapmalarını istemesini, insanlığın ön plana çıktığı bir gurur mücadelesi eşliğinde izliyoruz.

Film, mücadele ruhu gelişmemiş, insanları incitmekten korkan, empati yapabilen, iyi yürekli Sandra’nın iş arkadaşlarından, alabilecekleri bir paradan vazgeçmeleri için yaptığı çağrının zorluğunu ustalıkla yansıtıyor.

Marion Cotillard Sandra’nın kırılganlığını, mahcubiyetini, sıkıntılı durumunu, istikbale olan güvensizliğini mükemmel bir performansla canlandırıyor.

Yapılacak bir oylama öncesi taraftar toplamaya çalışan Sandra’nın kişiliğinde ortaya bir dayanışma ruhunun çıkmasını anlatan film, uzlaşma sanatını, insanlık onurunu, izzeti nefis mücadelesini yücelten, zekice yapılmış bir başyapıt.

Dardenne Kardeşler duygu yüklü, şiirli sinema dilleriyle duygusal film yapmadaki benzersiz ustalıklarını bizlere bir kez daha kanıtlıyorlar.

CANNES’IN EN İYİ AKTÖRÜ-AKTRİSİ

Bu yıl Cannes’da Timothy Spall’a En İyi Aktör, Julianne Moore’a En İyi Aktris ödüllerini kazandıran Mike Leigh’in ‘Mr. Turner’ı ile David Cronenberg’in ‘Maps to the Stars’ı Filmekimi’nde gösterilecek.

‘Sırlar ve Yalanlar’ ile 1995’te Altın Palmiye kazanan İngiliz Mike Leigh, bu son iddialı filminde vatandaşı ressam J.M.Turner’ın son yıllarını anlatıyor. Empresyonizm akımının öncüsü sayılan, garip bir hayat süren ressam Turner, kendisine çok bağlı olduğu (aynı zamanda asistanı olan) babasının ölümünden sonra asabileşmiş, asosyal bir ihtiyara dönüşmüştü.

Film aristokrasiye mensup olan ailesini dışlayan, genelevleri sık sık ziyaret eden, kaldığı pansiyonun sahibesiyle gönül ilişkisi yaşayan, sık sık seyahate çıkıp ilham kovalayan ünlü ressamın, Hollanda dönüşü bir sahil kasabasındaki hayatından kesitler sunuyor.

Şehirde yaşayan karısı ve kızıyla ilgisini kesen Turner’ın yerleştiği aile pansiyonunu işleten, sevecen bir kadın olan Mrs. Booth ressamın hayatına renk katacaktır.

Kuzeyin sisli manzaralarını, denizi ve tekneleri çizmekten hoşlanan Turner’ı Mike Leigh sanatçının tablolarındaki görkemli ışıklandırmalara sadık kalarak perdeye aktarıyor.

Kanadalı yönetmen David Cronenberg’in Hollywood kulislerini anlatan ‘Yıldızlara Haritalar/ Maps to the Stars’da gayeye ulaşmak için her yolu mübah sayan Makyavelist bir Hollywood aktrisini canlandıran Julianne Moore, müthiş oyun gücüne rağmen, bu bol karakterli filmin başrol oyuncusu değil.

Konusu Hollywood’da geçen film, Batı toplumundaki yozlaşmayı, tipik Hollywood hanedanı olan Weiss ailesi üzerinden işliyor. Baba Staford (John Cusack) yazdığı kitaplarla büyük bir servet yapan bir psikoterapist; anne Christina (Olivia Williams) 13 yaşındaki harika çocuğu Benjie’nin oyunculuk kariyeriyle ilgileniyor; yangın çıkarma hastalığı olan, aileden uzak tutulan kızları Agatha (Mia Wasikowska) sanatoryumda tedavi gördükten sonra Hollywood’a dönüyor.

 Julianne Moore ise Staford’un müşterisi; annesini şöhrete kavuşturan bir filmin ‘remake’ini yapmak için yanıp tutuşan ihtiraslı oyuncu Havana’yı canlandırıyor. Özel bir limuzin şirketinde şoför olarak çalışan, part-time figüranlık yapan yakışıklı Jerome (Robert Pattinson) Agatha ve Havana’nın hayatına girince kıskançlık başlıyor. Gerçek olaylardan beslenen film, sinemanın başkenti Hollywood eleştirisi Robert Altman’ın ‘Player’ını akla getiriyor.

David Cronenberg bu rüya aleminde yaşayan, kaprisleriyle, skandallarıyla gündeme gelen, yarı tanrı, yarı idol şöhretler dünyasına, karınca yuvasına sokulan bir değnek gibi giriyor.

 

RUS USÜLÜ YOZLAŞMA

Yaptığı üç filmle günümüz Rus toplumu üzerine önemli şeyler söyleyen, cesur tespitler yapan, eleştirel tavır takınan bir yönetmen olarak takdir toplayan Andrey Zvyagintsev ‘Leviathan’ ile bu yıl Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazandı. Bu çok kişilikli dram, bizleri Rus toplumundaki kaos atmosferine bir geziye götürüyor.

İnsanların kendilerini güvende hissetmedikleri bir ülke hayatını anlatan bir sosyal drama olan ‘Leviathan’, su gibi akan votka eşliğinde, politikacıların, güvenlik birimlerinin, arsa spekülatörlerinin, Moskovalı işbilir bir avukatın, ihanetin kol gezdiği ilginç bir yolculuğa götürüyor izleyiciyi. Rusya’nın kuzeyindeki Barents Denizi kıyısındaki Murmansk’taki bir kasabada geçen konusuyla film, tamirci Kolia’nın şahsında bireyin toplumdaki yerini ve insanlık durumunu araştırıyor. Zvyagintsev’in yazılımına katıldığı senaryo, kaynağını İngiliz Thomas Hobbes’un 1651’de yazdığı bir araştırma kitabından alıyor. Kremlin’le polemiğe giren, yozlaşmaya karşı cesur bir başyapıt olarak tanımlanan, Eyüp Peygamber’in öyküsünden esinlenen film, yoz bir belediye başkanının arsasını ele geçirmeye çalıştığı yaşlı bir adamı anlatıyor. Vadim adlı bu politikacı, turistik bir tesis inşa edebilmek için, ilk karısından olan oğlu ve ikinci karısıyla yaşayan Kolya’dan evini tahliye etmesini ister. Kolya başa çıkamayacağını anlayınca, Moskova’nın ünlü bir avukatı olan askerlik arkadaşını yardıma çağırır. Avukatın genç karısıyla ilişkiye girmesi durumları büsbütün karıştırır.

Film Tanrı’nın terk ettiği bir kasabada, kötülüğün iyilik üzerindeki mutlak zaferiyle noktalanır. Zvyagintsev müthiş bir sinematografi eşliğinde bu iki buçuk saatlik ırmak-filmin alınacak dersler barındıran müthiş finalini çeker. Yönetmenin başyapıtı ‘Dönüş’ 2003’te Venedik’te Altın Ayı kazanmıştı.