Fi’nin yazarı Akilah, kısa zamanda ikinci kitabını yayınladı. Farkındalığa adanmış Fi’nin ardından dengeye adanmış Çi geldi nihayet. Çok şaşırtan, harekete geçiren, hiç bitmesin dedirten bir seri bu… Yazar Azra Kohen ile kitapları ve yaşama dair sohbet ettik
Fi’nin ardından henüz bir sene dolmadan Çi’yi yayınladınız. İki kitap da kısa zamanda çok beğenildi ve hemen çok satanlar arasına girdi.Serinin ana hikâyesi nasıl ortaya çıktı; size, özellikle bu hikâyeyi yazmaya iten şey neydi?
Çaresizlikten doğdular. İzlemek zorunda bırakıldığım adaletsizliği engelleyebilmek için o kadar çaresizdim ki, nerdeyse savaşa girecektim ve sonunda savaştığım o iğrenç şeye dönüşüp kesinlikle kaybedecektim, çünkü savaşlar savaşılarak kazanılmıyor, maalesef o kadar kolay değil. Ve ihtiyaçla büyüdüler, çünkü yazdıkça terapi yapar gibi onardım kendimi.
Bu kadar akıcı ve derin kurguyu yazmayı nasıl başarıyorsunuz? Nasıl bir his bu iki kitabın yazarı olmak?
Hayatı taklit ediyorum. Akıcı ve derin yaşayabiliyoruz, eğer istersek. Karakterlerin her birinin köklerini gerçek kişilerden alıyor olması akıcılığı sağlarken, magazin köşelerinde görmeye alışık olduğumuz bazı kişilerin gerçekliğini yazmak da derinlik veriyor, çelişkiyi sunarak tabii. Fi ve Çi’nin böylesine sahiplenilmesi, her gün aldığım mailler, diğerlerinin de benimle aynı ihtiyaçların açlığını çektiğini gösteriyor bana ve yalnızlığımı azaltıyor. İyi bir his, paylaştıkça çoğalan bir his, mutluluk gibi…
Peki, böyle yalnız mı hissedersiniz kendinizi genelde?
Hayır. Genelde yalnız hissetmem, ama kendi türümü bulmanın vakti geldiğini düşündüğüm zamanlar sıklaştı.
Sizin türünüz… Nasıl bir tür bu?
Pi’de de anlattığım bir deneyden örnek vereyim size. Bir grup maymunu bir araya koyuyorlar, ortalarına da maymunların kolaylıkla tırmanabileceği bir direk dikip direğin üstüne de muz asıyorlar. Maymunlar sırayla direğe tırmanıp muzları yemeğe başladıktan bir süre sonra, bir anda direğe tırmanan maymuna tazyikli su sıkıp düşürüyorlar. Tabii diğerleri yeniden tırmanıyor, yine tazyikli suyla karşılaşıyorlar ve hepsi sırayla düşürülüyorlar. Birkaç gün sonra artık hiçbir maymun tırmanmıyor direğe, hepsi biliyor tırmandıklarında suyla karşılaşacaklarını. Sonra bu bilmiş maymunların arasına yenisini koyuyorlar ve doğal olarak bu yeni maymun muzları görür görmez direğe tırmanmak istiyor ama diğerleri hemen tutup geri çekiyorlar onu, kendilerince koruyorlar. Eğer maymun direğe çıkmak konusunda ısrar ederse ve engellemelere rağmen vazgeçmezse, diğer maymunlar gerekirse dövüyorlar onu vazgeçirmek için. Niye direğe tırmanmasına izin verilmediğini hiç bilmeyen maymun yediği dayaklar sonunda vazgeçiyor tırmanıştan, ama asıl ilginçlik de burada başlıyor. Maymunlar zaman içinde tek tek değiştiriliyor, ta ki aralarında, direğe tırmanınca ne olduğunu bilen tek bir maymun kalmayana kadar. Niye aşağı çekildiklerini hiç bilmeyen maymunlar, aralarında bilenlerden kimse kalmamış da olsa, direğe tırmanmak isteyen yeni maymunu aşağı çekiyorlar, aynen kendilerine yapılanı yapıyorlar, gerekirse dövüyorlar. Yani, deneyimden koruyorlar diğerlerini öldürürcesine. İşte benim türüm, ne kadar aşağı çekilirse çekilsin o direğe tırmanmaktan asla vazgeçmeyecek olanlar.
Fi ve Çi çok enteresan araştırmalarla dolu. Bunca hikâyeyi, deneyi, araştırmayı nereden buluyorsunuz?
Hayata şükürler olsun ki, kaynaklarım zengin, ben de bilgiye çok açım diyebilirim. Öncelikle, her türlü konuda konuşabildiğim, kendini gelişime adamış bir erkekle evliyim ve odağı bilimsel araştırmalar olan bir doktora programındayım. Davranış bilimleri üzerinde iyice uzmanlaşmamı sağlıyor öğrendiklerim. Deneyler, araştırmalar havada uçuşuyor anlayacağınız, gündelik sohbetlerimiz hep bilim üzerinden olunca yazması da kolay oluyor.
Peki, Can Manay’a ne olacak?
Can Manay’a hayat olacak. (Gülüşüyoruz) Hayat ona, ne gerekiyorsa deneyimletecek, tabii geri kalan herkese de. İnsanları, hayatlarından kesitlere tanıklık edip başarılı, güzel, akıllı olarak hemen kategorize ediyoruz. Biraz önce söylediniz, siz benim farklı olduğumu düşünüyorsunuz ama hiçbirimiz biliyor muyuz gördüğümüz şeyin bütününü, yani benim doğduğum andan öldüğüm ana kadar toplamda varolduğum şekli. Hayır! Olasılıklara açık kapı bırakmayı, yani yargılamamayı öğrendiğimizde özgürleşeceğiz. Can Manay’a gelirsek; kendisini kesit kesit sunan birçok kanaat önderiyle dolduruldu toplumumuz, o kesitlerden yola çıkarak ne bilgili adam, ne güzel kadın gibi fikirlerle buluyoruz düşüncelerimizi, ben sadece bu kesitlerden yapılanmış ön yargıların nasıl da anlamsız olduğunu göstermek istedim. Can Manay da buna sağ olsun çok güzel bir örnek oldu.
Yargılayan gözlerle bakmazsak, önce kendimize ve yaşama su gibi akarız değil mi? Olduğumuz yerde durmayız o zaman. Bir mucize gibi, vakit kaybetmeden kendimizi gerçekleştirebiliriz!
Kesinlikle, işte bu yüzden hayat hepimizden daha akıllı diyorum. Karşılaştığınız her şey sizde farkındalık yaratmak için dizayn edilmiş bir sistemin ürünü. Acımanız gerekirse acıtıyor, içinizdeki farkındalığı harekete geçirebilmek için ne gerekirse yapmaya hazır, muhteşem bir sistem. Ön yargılarımızdan kurtulduğumuz kadar özgür ve gerçeğiz. Diğerlerini yargılarken aslında kendimizi isabet alacak düşünce kurşunları atıyoruz. Yargılarken aslında yaralanıyoruz, belki o an hemen değil ama sonra mutlaka o kurşun dönüp bize ulaşıyor.
Fi ve Çi’yi okurken ciddi bir gerçeklik algısının içinde kayboluyor insan, sanki birinci sayfadan bir başlıyorsunuz ve bir anda kendinizi Çi’nin sonunda buluyorsunuz. İnsan düşünüyor, acaba bu hikâyenin ne kadarı gerçek?
(Gülüşüyoruz) Hepsi.
Peki, ne kadarı sizin başınıza geldi?
Hiçbiri. Ben sadece iyi bir gözlemci olarak tanıklık edebildiğim için yazabildim. Burada detaya giremem biliyorsunuz, hikâyelerini yazdığım insanlara haksızlık olur.
Sizin favori karakteriniz var mı? İşte bu bana en yakın olan dediğiniz…
En çok sorulan sorulardan biri bu. Var tabii ama hikâyenin tamamını bildiğim için şimdi ismini telaffuz etmem haksızlık olur. Pi yayınlandıktan sonra kesin arayacağım sizi ve konuşacağız bunu.
Sanat ve sanatçıyla ilgili derin bir analiz ve savunma var iki kitapta da…
Fark ediyorum ki, bazıları sanatı kısıtlamak istiyor, hâlbuki sanatı kısıtlarlarsa, ezerlerse başlarına gelecekleri bilmiyorlar. İçindeki anlamı sanatla ifade edemeyen insan, terörist olur, anarşist olur. Haksızlığa uğradığı yerde, fark ettiği bir anlamı korumak için üretemeyen adam sokağa çıkar, kendisine haksızlık yapan şeyle savaşmak için tutamaz kendini ve maalesef ta ki haksızlığına uğradığı şeye, bir canavara dönüşene kadar. O nedenle en basit haliyle diyebilirim ki, bu yazdıklarım canavara dönüşmemi engellediler ve anladım ki, insanın insanlığı sanatı anlamasından kaynaklanıyor. Hissettiği anlamı ifade etme çabası organizmayı Yaradan’a yaklaştıran bir şey. Sanat ve sanatçı, bence ağaçlar kadar değerli. Biri nefes almamızı sağlıyorken diğeri içimizdeki hayvandan bizi ayırıp insan olmamıza sebep oluyor. Tabii gerçek sanatçılardan ve gerçek sanattan bahsediyorum burada.
Nedir gerçek sanatçı, sanat?
Taklit etmeden, karşılık beklemeden kendisini harekete geçiren bir fikrin doğmasına yardım eden kişidir. Fikir ebesi! Gerçek sanat ve sanatçıyı da hissettirdiği şeyden zaten anında anlarsınız. İlhamla dünyaya indirilen bir fikir öyle kolay kafa çevrilebilecek bir şey değildir. Fark ettikçe sizi değiştirir.
İnsanın içindeki sanatçıyı bulması da bazen uzun ve zorlu yollardan geçmesiyle olmuyor mu? Çok okuması ve bazen de ilk başlarda taklit etmesi?
Kesinlikle ama bu onu sanatçı yapmaz, öğrenci yapar. Taklitle öğrenen yaratıklarız, asla taklide karşı değilim, sadece odağın kişiler olmasına karşıyım. İndirilen fikri konuşmalıyız, fikri indireni değil!
KİTABINIZIN ARKA KAPAĞINDA‚ “ACI, BİLGİNİN BEDENE İNMESİDİR” DEMİŞSİNİZ, BİRAZ AÇAR MISINIZ BUNU?
Maalesef acıdıkça öğrenen, anlayan varlıklarız. Bir gün, acımadan da öğrenebileceğimiz bir evrim düzeyine geleceğimize inanıyorum ama şimdilik keyiften değil, acıdan gelişiyor insanlık. Acımaktan korkutulduğumuz halde, eğer odaklanırsak ve fark edersek, acıdığımız her şeyin aslında hayatın bizimle konuşmak için kullandığı deneyimler olduğunu anlarız. İşte bu yüzden acı, bilginin bedene inmesidir. Çünkü canın acıdıkça öğrenir, fark edersin. Fark ettikçe, değişir asıl olman gereken şeye, en özgün halinle kendine dönüşürsün. Buradasın, çünkü bilgiyi bedene indirmeli olman gereken şeye dönüşmelisin.