Geçtiğimiz hafta ülkemizi ziyarete gelen ünlü ayakkabı tasarımcısı Christian Louboutin ile tanıştım! Onun için özel olarak tasarladığım bilekliği kendisine verirken kısaca sohbet etme fırsatım oldu; neler mi konuştuk?
Ufacıktım tefeciktim kırmızı çizmem ile büyük aşk yaşardım. O çizmelerimi öyle çok severdim ki, her gün onları giyerdim...
Hâlâ hatırlıyorum!
Sonunda büyüdüm, ayaklarım içine sığmaz oldu. Ne kadar üzüldüğümü bugün bile hatırlıyorum.
Sadece dört yaşında, favorisi aslında pembe renk olan bir çocuktum!
Nasıl oldu da kırmızı bir çizmeye aşık oldum?
Neydi beni bu denli etkileyen bilmiyorum? Bu sorunun cevabını hâlâ bilmiyorken şimdi de gözlerimi kırmızı tabanlı ayakkabılardan alamıyorum!
Bu ayakkabının yaratıcısı Christian Louboutin.
Çoğu kadın tarafından ilah addedilen Louboutin ayakkabılarıyla yepyeni bir çığır açtı.
Geçtiğimiz hafta ülkemizi ziyarete gelen Christian Louboutin Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi’ndeki mağazasında ayakkabılarına tutku ile bağlı olan kadınlarla buluştu.
Christian Louboutin’in ikonik kırmızı tabanlı ayakkabıları şehrin moda ve lüks merkezi Nişantaşı kaldırımlarını arşınlıyor... Kadınlar heyecanla tanışmayı bekliyor.
Merakla beklenen Louboutin, iki görkemli vitriniyle kırmızının davetkâr dünyasını semte yansıtırken, yeni koleksiyonuyla ziyaretçilerine seçkin ve rahat bir ortam sunuyor.
Estetiğin ön planda, rahatlığın son planda olduğu bu ayakkabılar tüm dünyada çok revaçta!
İnsanlar için moda takibi ve giyinmenin zevkini veren en önemli unsurlar içinde olan ayakkabı tercihi, onların şıklığa ve zarafete bakış açısını da sergilediği için, pek çok insan bu konuda oldukça seçici bir yaklaşım sergiliyor.
Dünyanın pek çok yerinde moda trendinde yenileme çalışmaları gündemde…
Bu işin merkezi her zaman Avrupa!
Kıyafet ve ayakkabı üretimi her ne kadar üretim ile anılsa da bu üretimin olumlu bir şekilde işleyişe sahip olduğu pazarlar bulması, başarılı markaların yaratılmasını sağladı.
İnsanlara güven telkin etme konusunda marka değerinin büyük önem taşıdığı herkes tarafından çok iyi bilinirken, bu anlayış, markaların dünya çapında yaygın bir kullanıcı kitlesine ulaşmasını sağlıyor.
Dünya genelinde isim yapmış bir marka değeri olarak, özellikle seçici bayanlarla hitap eden ürünleri ile ön plana çıkan Louboutin değişik tarzı ile bütünleştirdiği güzel modelleri ile kalitenin önemli adreslerinden biri…
Ona ayakkabılarınız hiç rahat değil dediğimde, “Rahatlığı, fikir olarak reddediyorum. Kendi ayakkabılarımın da rahat olarak tanımlanmasını asla istemem” diyor…
Kırmızı tabanın hikâyesi de bir hayli ilginç!
Yirmi iki seneyi devirmiş bu markanın kırılma noktası sayılacak bu dokunuşun hikâyesini sorduğumda söyle anlattı: “Siyah tabanlı bir ayakkabının hem kendisine hem de kâğıt üzerindeki tasarımına bakıyordum. Nedense ayakkabının çizilmiş hali, daha çok hoşuma gitti. Nedenini çözmeye çalışıyordum. Sonra fark ettim ki, çizdiğim ayakkabıya bir renk cümbüşü eşlik ediyordu. Oysa elimdeki ayakkabı simsiyahtı. Topuğu da tabanı da. Tekrar çizime baktım, hiç gölge yoktu, tabanı ışıl ışıldı. Farklı bir enerjisi vardı. Oysa elimdekinin kasvetli bir enerjisi vardı. Tam o sırada da asistanım tırnaklarına oje sürüyordu. ‘Versene o ojeyi!’ dedim. Elimde, ayakkabının tabanını boyamak için kırmızı bir kalem yoktu, o yüzden ojesini istedim. O da ‘Olmaz şu anda kullanıyorum’ dedi. Ben ısrar ettim, o karşı çıktı. Sonunda elindeki ojeyi kaptım ve ayakkabının altını boyamaya başladım. Aaaa birden şahane göründü gözüme! Bir ışık geldi ayakkabıya, farklı bir hava geldi, dişilik geldi...”
İşte o fark bugün arzu nesnesi haline dönüşen bu ayakkabıların başlangıç noktası oldu.
Her zaman söylediğim özgün olmak işte bu! Başkasından almadan kendince tasarlamak…
Yani tasarımındaki imza…
İşte ben hayranım ona, o imzaya…
Farklı olmaktan korkmayacak kadar cesur ve yaratıcı olan Louboutin’e hayranlığım beni ona özel bir tasarım yapmak için ilham verdi!
Onun için özel olarak hazırladığım hediyeyi görünce çok sevindi!
Hemen paketi açtı ve onun için tasarlamış olduğum bilekliği takmamı rica etti!
Ellerim titreyerek bilekliği taktım, çok beğendini ve harika olduğunu söyledi! Ve defalarca çok ama çok teşekkür etti…
Sürprizimden öyle çok etkilenmişti ki fotoğrafımız çekilirken bu harika bilekliği benim için tasarlamış diyerek kameraya kocaman gülücükler saçtı.
Ben de çok mutluydum!
Bu anı ölümsüzleştirdim!
Bu anı vazgeçilmez kıldım!
TARİHTE AYAKKABI
Ayakkabının tarihi kıyafetlerin tarihi kadar eskidir. Eski çağlarda çoğu insan, tabanı deriden ya da tahtadan sandallar giyerdi. Bu tür sandallara örneğin Antik Mısır’da rastlanır. Eski Yunanlıların avlanırken çizme giydikleri bilinmektedir. Bunun yanında hamama da bir tür ayakkabı ile girdikleri bilinmektedir. Girit’teki Minos uygarlığı ve Roma dönemlerinde bu tür ayakkabı ve çizmeler kullanılmıştı. Ortaçağ’da, ayağı sarması için yumuşak deri ya da kumaştan yapılan ayakkabıların burunları sivriydi. Yolculuk sırasında ise potinler ya da baldırlara kadar çıkan çizmeler giyilirdi. 14. yüzyıl sonlarına doğru öylesine uzun burunlu ayakkabılar üretildi ki, bunlarla yürüyebilmek için ayakkabının burnunu bir zincirle diz kemerine bağlamak gerekiyordu.
Daha sonraki tarihlerde ayakkabılara yüksek mantar topuklar eklendi. Ayakkabıyı korumak amacıyla giyilen mantar topuklu şosonlar 1575’te moda oldu. Ama kötü havalarda ya da çok yağışlı bölgelerde tahta tabanlı ayakkabılar da giyiliyordu. Bu tür tahta ayakkabıları (sabo), Hollandalı çiftçiler günümüzde de giyerler.
17. yüzyılın başlarında ayakkabıların yerini alan yüksek topuklu uzun çizmeler, evde bile giyiliyordu. Sonraları, dantelli çorapların görünmesi için çizmelerin üst kenarları dışa doğru kıvrıldı. 1660’tan sonra siyah, üzeri bağcıklı ya da tokalı, kalkık kare burunlu ayakkabılar çizmenin yerini aldı. Kadın ayakkabıları erkek ayakkabılarının modasını izledi. 17. yüzyıldan başlayarak, sivri burun ve yüksek topuklarıyla özgün bir biçim aldı.
1720’lere kadar kare burunlu ayakkabılar yaygındı. Bu tarihten sonra bunların yerini yuvarlak burunlu ayakkabılar aldı. 1770’lerde üstte geniş kıvrımları bulunmayan uzun çizmeler moda oldu. 18. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da brokardan yapılıyor ve toka, kurdele ya da fiyonklarla süsleniyordu. Yüksek topuklu ayakkabılar 1790’da tümüyle ortadan kalktı. Sokaklar ve yollar öylesine kötü ve çamurluydu ki, insanlar evden dışarıya çıkarken şosonlarını giymek zorunda kalıyorlardı.
19. yüzyılda kadın ayakkabıları saten ya da kadifedendi ve topuksuzdu. Erkekler ise genellikle düğmeli, bağcıklı ya da yanları esnek çizmeler giyiyorlardı. 1860’ların bağcıksız ve yanları esnek yarım çizmeleri çoğu zaman beyaz ipekten yapılıyordu. On yıl sonra yüksek topuklar yeniden moda oldu, çizmeler de yanları düğmeli olarak yapılmaya başlandı. Ayakkabılarda ve çizmelerde hâlâ bez kullanılıyordu, ama ayakkabıların burunları bazen deriden yapılıyordu.
19. yüzyılda kadınlar fabrikalarda ve bürolarda çalışmaya, ayrıca yürüyüş ve bisiklete binmek gibi sporlar yapmaya başlayınca daha sağlam ayakkabılar kaçınılmaz hale geldi. Bağcıklı rahat yürüyüş ayakkabısı Birinci Dünya Savaşı (1914-18) sırasında ortaya çıktı. Günümüzde de ayakkabı yapımında moda önemli rol oynar. Spor yaparken kas, kiriş, bağ, kemik ve kıkırdak yaralanmaları riskinin alt düzeye çekilebilmesi için doğru ayakkabı seçimi önem taşır.