“İç kahveleri! Ablası kardeşi! Canı her şeyi, Unutturmaya çalıştığı, Allah’ın belası boktan bir hayat yaşadığı... Bir de uğruna canını feda edecek kadar seviyorsun ya, işte o en beteri...”
Kısa bir Altın Porakal arasından sonra İstanbul’a döndüğümde kendimi yeni tiyatro mevsiminin tam ortasında buldum. İzlemek istediğim çok sayıda oyun vardı ama önceliği, mevsimi hiç kapatmamış olan ikincikat’ta, yazın başından beri izlemeye fırsat bulamadığım Murat Mahmutyazı-cıoğlu’nun ‘fü’süne verdim.
Kuşağının başarlı oyuncularından Murat Mahmutyazıcıoğlu, Sami Berat Marçalı’nın Limonata oyununda iyi bir yönetmen olduğunu da ispatlamıştı. Sahnelenen ilk, yazdığı ikinci oyun Şekersiz’le hem yazar, hem yönetmen, hem de oyuncu olarak karşımıza çıktığında, sahnelemedeki ve oyunculuklardaki başarısı kadar, aynı mekânda iki paralel zaman diliminde geçen öyküsüyle de önemli bir yazar olduğunu göstermişti.
Yazmış olduğu ilk oyun olan fü, anılarını paylaşmaya başlayarak, ortak anılar biriktirerek, birbirlerine yeni kapılar açıp, birbirine destek olmaya çalışan, birbirinden çok farklı iki kuşağın, iki ayrı dünyanın buluşma öyküsü. Murat Mahmutyazıcıoğlu, söyleyeceği çok şeyi olan, bunları çok güzel söyleyebilen usta bir yazar olduğunu Şekersiz’in çok öncesinde de müjdeliyormuş.
Bir tarafta iki yaşlı kızkardeş var. Anılarının üstesinden gelebilmek için işi biraz deliliğe vurmuş olan şakacı, huysuz ve çılgın Fü(reyya) ile ayakları yere basan, emekli olebilecek yaşta olmasına rağmen çalışmaya devam ederek hem evi çekip çevirmeye hem de vefasız oğluna destek olmaya çalışan Mü(nevver). İşe giderken Fü’yü yalnız bırakmak istemeyen Mü, eve gelen herkesi kaçıran ablasına bakacak bir genç kız bulduğunda hepsinin yaşamı değişiyor. Tiyatro sevdası ile yanıp tutuşan Si(bel) Fü ve Mü’nün birbirine tutunmak üzerine kurdukları rutine dahil olunca, Sibel’le onun tiyatro tutkusunda gençliğindeki kaçamak tiyatro günlerini anımsayan Fü arasında sağlam bir dostluk oluşmaya başlıyor. Bu dostluk hem üç kadını hem de Sibel’in hayatındaki tek önemli kişi olan sevgilisi Erkan’ı derinden etkileyecektir...
Murat Mahmutyazıcı-oğlu’nun metninin en çarpıcı tarafı, yaşlıların anılarının kopukluğu ve bölük pörçüklüğü. İzleyicinin bir yapboz gibi okuyacağı, yitip gitmeyen, bir bakışta, bir gülüşte bir gözyaşında gizlenen bu anılar oyunun eğlenceliymiş gibi gelişen tonuna acı tatlı bir hüzün katıyor...
OLGUN YAZARLIK
Genç kuşak yazarlarımızda beni hem şaşırtan hem de duygulandıran, metinlerdeki olgunluk, yaşanmışlık duygusu. Sami Berat Marçalı’nın Limonata’sının ya da Yalnızlar Kulübü’nün yirmili yaşlarının ilk yarısında bir yazarın elinden çıkmış olması inanılır gibi değil. Keza Murat’ın otuzlu yaşlarına girmeden yazmış olduğu fü, altmışlı yetmişli yaşları yaşamış birinin elinden çıkmış gibi. Yazarın, yaşlı kadınların evini, gençlerin buluşma noktasını ve hastane odasını tek mekânda birleştiren sahne tasarımı da çok başarılı.
Sami Berat Marçalı, elindeki kadrodan en üst düzeyde faydalanarak oyunu çok ustaca yönetmiş. Kadro ise başlı başına olay. Limonata’da sanatla yoğrulmuş altmış küsur yılın tüm deneyimlerini bir tek oyunda toplamışçasına, demansın kıyısında kaybolmamaya çalışan anneye kusursuz bir yorum getirerek sahneye dönen Deniz Türkali, o günlerden bu yana Altın Ejderha’da olsun, Makas Oyunları’nda olsun 18’liklere taş çıkartan bir enerjiyle, her yaş aldığında biraz daha gençleşerek yorumladığı her karaktere müthiş bir ışıltı katan olağanüstü bir oyuncu. Deliliğe vuran sözleri, tatlı huysuzluğu, şakalarının maskesinin ardında hüzünle sakladığı pişmanlıklarıyla Fü’yü yorumlaması defalarca izlenecek tiyatro dersi niteliğinde. Mü’de karşısında bir başka efsanevi oyuncu, Serra Yılmaz var. O Serra Yılmaz ki finalde gözünde beliren o tek bir damla gözyaşı süzülerek düştüğü yüreğimizi dağlamaya hâlâ devam etmekte.
Haklarının yemeyelim; bu iki olağanüstü kadınının karşısındaki genç ikiliyi canlandıran Canan Atalay ile Aziz Caner İnan’ın çok başarılı yorumlarını unutmamak lâzım. İkisi de çok iyiler.
Şimdilik yılbaşına kadar haftada iki kez sahneleniyor. Kaçırırsanız yazık olur derim.