Kral Şelomo ve Saba Melikesi’nin ilişkileri dillere destandır. Kraliçenin ülkeye ilk kez gelişi ile başlayan bu macera giderek aşk ilişkisine dönüşmüştür. Bu hafta sizlere onların ilk karşılaşma hikâyesini nakletmek istiyorum.
Kral Şelomo dünyanın en bilge, en akıllı, en zengin ve en güçlü hükümdarı olmasının yanı sıra, yeryüzünde yaşayan tüm canlı yaratıklara, ruhlara ve cinlere de hükmediyordu.
Bir gün tüm kuş türlerini saraya çağırtarak, çok değerli ve asil bir konuğuna şarkı söylemelerini emretti. Bütün kuşlar davete katıldıkları halde bir tek ibibik kuşu ortalıkta yoktu. Buna çok kızan Şelomo onu hemen bulmalarını emretti. İbibik bulundu ve huzura getirildi. Tam kral onu azarlarken, o saygısızlık etmediğini, tam tersine haklı nedenlerle saraya gelmediğini söyledi. Ülkenin yiyecek ve su ihtiyacının daha fazla karşılanabilmesi için kaynak arayışında iken dünyayı dolaştığını ve Şelomo’nun hizmetine verebilmek için yeni ülkeler keşfetmeye çalıştığını söyledi. Sonunda Saba Ülkesini bulduğunu açıkladı. Bu ülke çok güzel, genç ve akıllı bir melike tarafından yönetiliyordu. Adı Kraliçe Belkıs’tı. Bu ülkenin halkı o güne değin Şelomo’nun adını hiç duymamışlardı. Bu bereketli ülke çölün tam ortasındaydı. Topraklarında altın, gümüş ve değerli taşların bulunduğu maden yatakları vardı. Kraliçenin tahtı çok değerli bir ahşaptan yapılmış olup, üzerine fildişi ve değerli taşlar kakılmıştı. Saba halkı savaş nedir hiç bilmiyorlardı. Orduları bile yoktu. İbibik kuşu bunları anlattıktan sonra, krala bu ülkeyi kolaylıkla ele geçirebileceğini söyledi. Böylece tüm zenginlikler de eline geçebilecekti.
Kral Şelomo’nun amacı savaşmak değildi. O bir barış adamıydı. Kraliçe Belkıs’ı Yeruşalayim’e davet etmeye karar verdi. Hemen masasının başına geçerek melikeye bir davet mektubu yazdı. Bu mektubu ibibik kuşunun kanadına bağladı ve onu Saba ülkesine gönderdi. Mektubunda hem melikeyi ülkesine davet ediyor, hem de ona Saba ülkesini vergiye bağlamak istediğini yazıyordu. Eğer kendisine bu bağlılığı gösterirse, ona hem saygı gösterilecek, hem de çok değerli armağanlar verilecekti. Ama eğer davetini reddederse, ülkesine saldıracak ve kendine bağlayacaktı. Bunu da her şeye kadir olan Tanrı’nın adıyla yapacaktı. Çünkü Tanrı ona tüm üstünlükleri bahşetmişti.
Genç kraliçe mektubu danışmanlarıyla birlikte okudu. Danışmanlar bu teklife şiddetle karşı çıktılar. Ne daveti ve ne de vergiye bağlanmayı kabul etmemesini öğütlediler. Saba Melikesi Belkıs onları dinlemedi. Tanrı’nın gazabından korkmuştu. Bunu defetmek için, Yeruşalayim’e gitmeye karar verdi. Kendisi yola çıkmadan önce, delege olarak,6000 kişilik genç delikanlı ve bakire genç kızları önden gönderdi. Bu gençlerin hepsi, aynı yılda, aynı ayda, aynı günde ve aynı saatte doğmuşlardı. Hepsinin vücut yapıları, boyları ve endamları çok çok benzeşiyordu. Hepsinin üzerinde mor renkli esvaplar vardı.
Krala cevaben yazdığı mektupta yolculuğun yaklaşık yedi yıl süreceğini, fakat kendisinin bu yolu üç yıl gibi bir sürede tamamlayabileceğini düşündüğünü söyledi.
Sonuç olarak Saba Melikesi Yeruşalayim’e vardı. Kraliçe şatafatlı törenlerle karşılandı ve Şelomo’nun sarayındaki taht salonuna kabul edildi. Belkıs, hayretler içerisinde, kendi tahtının, kralın tahtının hemen yanında durduğunu gördü. Şelomo ona gülümseyerek, kendi tahtında daha rahat edeceğini düşündüğü için, emrinde olan ‘cin’lerine tahtı, Saba’dan aldırıp buraya getirttiğini anlattı. Kraliçe Belkıs bundan çok etkilendi ama sihirden daha önemli olan meşhur bilgeliğini merak ettiğinden, onu sınamaya karar verdiğini krala söyledi. Üç tane bilmecesi vardı. Kral bunu kabul etti ama tüm yeteneklerinin Tanrı vergisi olduğunu ona yeniden hatırlattı.
Birinci bilmece şöyle idi: “Dünyadaki en çirkin şey nedir? En güzel şey nedir? En kesin şey nedir? Ve en belirsiz şey nedir?”
Kral şöyle yanıtladı: “Bu dünyadaki en çirkin şey, imanlı bir kişi iken, yoldan çıkıp imansız olmaktır. En güzel şey, bir günahkârın tövbekâr olmasıdır. En kesin şey ölümdür. Ve en belirsiz olan şey ise, ölümden sonraki yaşamdır.”
İkinci bilmece şöyle idi: “Yolda fırtınaya tutulan bir gemiden geriye kalan en gerekli mal hangisi olmalıdır? Zenginliğe methiye mi? Fakirliğe utanç mı? Ölüme övgü mü? Kederlilere yaşam mı? Kuşlara mutluluk mu? Yoksa balıklara hüzün mü?”
Kral şöyle yanıtladı: “Keten. Kumaş olarak dokunursa gemilere yelken bezi olur. Zenginler için güzel esvaplar dikilir. Fakirler paçavralardan yararlanır. Ölüler için kefen yapılır. Kuşlar keten tohumlarıyla beslenirler. Fakat balıklar ise onların ipliklerinden örülen ağlarla avlanırlar.”
Üçüncü bilmece şöyle idi: “Güneşi ilk defa gören ülke hangisidir?”
Kral şöyle yanıtladı: “Yaratılış sırasındaki ilk toprak kütlesidir. Çünkü o sırada denizler henüz ayrılmamışlardı.”
Kraliçe Belkıs, artık kralın müthiş zekâsına ve bilgeliğine hayran olmuş ve ona saygı duymaya başlamıştı. Ona istediği yıllık vergileri vereceğini söyleyip, bağlılığını ve dostluğunu ilan etti. Kral Şelomo ise büyük bir zarafetle vergiyi istemediğini, ama bağlılığını ve dostluğunu kabul ettiğini açıkladı. En kısa zamanda onu kendi ülkesinde ziyaret edeceğini ekledi. Sahip olduğu Beyaz Kartal onu bir gecede Saba Ülkesine uçurabilirdi. Kraliçeye ona getirdiği hediyelerden kat kat daha değerli armağanlar verdi.
İki krallık ülkesi arasında, ilelebet dostluk ve barış süregeldi. İki ülke halkı da bu durumdan ötürü çok memnun ve mutluydu.
Kaynak: Sefer Haagada-H.N.Bialik(1933-Tel Aviv)