Bir 10 Kasım’ı daha bazılarımız içtenlikle üzülerek, bazılarımız da üzülmüş gibi yaparak geçirdik. Zihnini önyargılara hapsetmeyen ve okuyan her birey Mustafa Kemal Atatürk’ün, insanını her alanda ileriye götürmek isteyen bir lider olduğunu ve bunu başardığını görecektir. Bu öyle bir başarıdır ki toplumun DNA’larına işlenmiştir.
“Açık ve kesin olarak söyleyeyim ki sporda başarılı olmak için bedensel dayanıklılık kazanmak kadar, halkın sporun içeriğini ve değerini anlamış olması, içtenlikle sevmesi ve ulusal bir görev olarak görmesi gerekmektedir.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Bir 10 Kasım’ı daha bazılarımız içtenlikle üzülerek, bazılarımız da üzülmüş gibi yaparak geçirdik.
Zihnini önyargılara hapsetmeyen ve okuyan her birey Mustafa Kemal Atatürk’ün, insanını her alanda ileriye götürmek isteyen bir lider olduğunu ve bunu başardığını görecektir. Bu öyle bir başarıdır ki toplumun DNA’larına işlenmiştir. Aradan 80 yıl geçmesine rağmen hâlâ Türk toplumunun kalbinde, beyninde ve davranışında Atatürk’ün bu başarısının parıltıları görülebilir.
Bu şaşkınlık yaratacaktır belki. Tek bir insan, nasıl olur da bir halkın, ülkenin, coğrafyanın kaderini değiştirebilir? Mümkün müdür?
Pek tabi ki mümkündür. Her insan önemlidir. Her birey işlenmesi gereken bir değerdir. Kişi, doğru işlendikten sonra eğer zikri de iyiyse toplumuna katkı yapar. Eğer düzgün çalışan ve özgürlüğü destekleyen bir sistem varsa bu, her alanda daha çok insanın topluma katkı yapması neticesini doğurur.
Yani Atatürk gibi bir kurtarıcının dünyaya yüzyılda bir şans eseri geleceğini ve o piyangonun da bize vuracağını ummak yerine, enerjimizi düzgün çalışan özgür bir sistem inşa etmek üzerine harcayabilirsek bir anda binlerce Atatürk yetiştirebilir konuma gelmemiz sürpriz olmayacaktır.
Spor, bu formülü uygulayabileceğimiz en naif alanlardan biri olarak düşünülebilir. Fakat esas hedef “topluma değer katacak insan” yetiştirmekse o vakit spor temel alanlardan biridir.
Her zaman şaşkınlık içerisinde izlerim. Nüfusu bir Beşiktaş ilçesi bile etmeyen Litvanya gibi bir ülke nasıl olur da basketbolda 40 katı nüfusa sahip olan Türkiye’yi her defasında rahatlıkla yenebilir? Ya da neden her defasında spor basınımız Litvanya ile eşleştiğimizde “çok zor maç” tabirini kullanırlar.
Daha da kötüsü var. Nasıl olur da nüfusu üç Olimpiyat Stadı’nı ancak doldurabilen İzlanda, nüfusu 80 milyona yaklaşan Türkiye’yi Avrupa Şampiyonası grup elemelerinde 3-0 mağlup edebilmiştir? Bu mağlubiyet sonrası utanmak ve utançtan yerin dibine girmek gerekirken nasıl olur da futbolumuzu yönetenler “önümüzdeki maçlara bakacağız” diyebilmişlerdir.
Nasıl olur da Brezilya Milli Takımı yıldızları Türkiye’ye geliyor diye çıkan hazırlık maçı biletleri yok satarken, Türk Milli Takımı hayati maçlarını boş tribünlere oynar?
Ve nasıl olur da milli takım oyuncuları, “biri diğerine silah çekti” bahanesiyle sonraki sene milli takıma çağrılmasına rağmen gitmez. “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır” anlayışı tarihe mi gömülmüştür?
Daha da kötüsü nasıl olur da bu olay örtbas edilmeye çalışılır? Hem de Milli takım oyuncularını çocuğu gibi gözetmesi gereken hocaları tarafından?
Nasıl olur da milli takım kampında güle oynaya şakalaşan diğer futbolcular, ligde farklı takımlarda karşı karşıya geldiklerinde birbirlerinin boğazına sarılılar? Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklı olması gerekmez mi?
Spor, yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılamaz. İdrak ve zekâ, ahlâk da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ ve kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim.
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Konuyu farklı bir yöne taşıyalım;
Nasıl olur da 80 milyonluk ülke adam akıllı tenisçiler çıkaramaz?
Mantığa sığmayan başka bir soru da şu: Üç tarafı denizlerle çevrili bu güzel ülke neden adam akıllı yüzücüler çıkaramaz?
Hiç kış Olimpiyatlarını seyrettiniz mi? İsviçre, Avusturya, Kanada, ABD, Fransa gibi dağı bol ülkeler birbirleriyle kıyasıya yarışırlar. Hepsi birbirinden kıymetli kayakçılar, boardçular, kızakçılar yetiştirmişlerdir. Dağı bol ülkemizden hiç adı dünya klasmanında anılan bir sporcu çıkmış mıdır? Muhtemelen bu alandaki en iyi sporcularımız Uludağ’da sosyeteye kayak dersi vererek geçimlerini sağlamaya çalışıyordur.
Türkiye’nin ilk atletizm kulübü 1896 yılında Kurtuluş’ta kurulmuştur. Bu kadar eski tarihi olan bir sporda 110 yıldan fazla geçmesine rağmen neden hâlâ dünya klasmanında bir sporcumuz yok? Neden Olimpiyatlarda kayda değer başarılar elde edemiyoruz? Neden sporcularımız skandallarla anılıyor ya da koşmak yerine rating rekorları kıran televizyon programlarında boy gösteriyor? Neden Türkçe bile konuşamayan atletler para karşılığı Türk forması altında yarıştırılıyor? Kendi sporcularımızı yetiştiremediğimiz için olabilir mi?
Geçen gün İngiltere’de bir Türk futbolcusu gazete manşetlerine çıktı. Emre Can adlı 20 yaşındaki bu genç, İngiltere’nin en köklü kulüplerinden biri olan Liverpool’da forvet oynuyor. Sürekli ilk 11’de forma giyiyor. Almanya Milli Takımı’nı seçti. Türk Milli Takımı ise forvet çıkaramamaktan yakınıyor.
Mesut Özil’i tanımayan dünya vatandaşı kalmadı. Türk Milli Takımı’nda yaratıcı orta sahanın yokluğundan şikayet ediliyor. Bildiğiniz gibi Özil de Emre gibi Alman Milli Takımı’nın formasını giyiyor.
Eren Derdiyok, Gökhan İnler, İlkay Gündoğan… Yine elimizden kaçırdığımız nice yıldızlarımızdan birkaçı… Yoksa bu isimler hiç bize ait olmadılar mı?
Bu sporcular formasını giydikleri ülkelerin işleyen sistemleri sayesinde yetiştiler. O sisteme hizmet etmeleri kadar doğal ne olabilir ki? Yanlış olan 80 milyonluk futbol aşığı bir ülkenin kendi Mesut Özil’lerini yetiştirememesi olamaz mı?
Türk Milli Futbol Takımı’nın bugünkü kadrosuna bakalım: Tarık Çamdal, Ersan Gülüm, Olcay Şahan, Gökhan Töre, Hamit Altıntop, Oğuzhan Özyakup… Yurtdışında yetişip, yetiştirildikleri ülkelerden milli takımımıza kazandırabildiğimiz sayılı isimler…
Madalyonun öte tarafı ise bize şunu gösteriyor; ilk 18 kişilik kadro baz alındığında takımımızın yüzde 30’unu farklı ülkelerde yetişmiş oyuncular oluşturuyor.
Anlatmak istediklerimizi aslında Mustafa Kemal Atatürk en güzel şekilde ifade etmiş:
“Bütün dünya sporu çok önemli görmektedir. Dünya için bu denli önemli olan spor bizim için daha önemli olmalıdır. Çünkü spor bir halk meselesidir, halkın gelişmesi ve kişayişi meselesidir, hatta biraz da uygarlık meselesidir.”
Bu vesileyle çok erken kaybettiğimiz sevgili kardeşimiz Alp Alkaş’ı da bir defa daha rahmetle anıyor; O’nun hayat karşısındaki ahlaklı, dik, zeki, dinç, sevecen ve yaratıcı duruşunun hepimize bir kez daha örnek olmasını temenni ediyoruz.