Cumhurbaşkanlığı kampanyası öncesi New York’ta bir otelde siyahî bir oda hizmetçisine cinsel tacizde bulunduğu iddiasıyla tutuklanan Dominique Strauss-Kahn olayını, Amerikalı bağımsız yönetmen Ferrara sinemaya aktarıyor. Bu film Fransızlar için de iyi oldu. Yüzde altmış desteği olan bu başkan adayının, seks ve zevk düşkünü, ilkesiz ve nankör bir adam olduğunu gösteren film ‘Fransızlar François Hollande’ı öpüp de başlarına koysunlar’ dedirtiyor. Gérard Depardieu-Jacqueline Bisset ikilisi nostaljik tatlar yaratıyorlar
IMF Başkanı, Fransız ekonomist ve diplomat Dominique Strauss-kahn, Nicholas Sarkozy’den sonraki cumhurbaşkanlığı seçimine yüzde altmış oranla favori gösteriliyordu.
2011 yılında, cumhurbaşkanlığı kampanyası öncesi New York’ta bir otel odasında siyahî bir oda hizmetçisine cinsel tacizde bulunduğu iddiası ile tutuklanmış, DSK skandal sonrası adaylığını koymaktan vazgeçmişti.
Şaibeli bir şekilde mahkemede aklanan DSK, politikanın kirli sepetine atılmış, siyasi hayatı sona ermişti.
İnsanoğlunun zaaflarını filmlerinde işlemede becerisini kanıtlamış, Amerikalı bağımsız yönetmen Abel Ferrara’nın seks düşkünü aykırı politikacı DSKnın olayını sinemaya aktarmaya soyunmasına kimse şaşırmadı.
Ferrara, bütün dünyada izlenen DSK’nın mahkeme sürecini, Christ Zois ile müştereken yazdığı senaryoda, ‘New York’a Hoş geldiniz/Welcome to New York’ başlığı ile beyaz perdeye aktardı.
Bu film Fransızlar için de iyi oldu. Her türlü ahlak kavramını reddeden, seks ve zevk düşkünlüğünü bütün ülkenin önünde yaşayan bu politikacının zavallılığını, film en fanatik DSK hayranlarının bile gözünü açacak şekilde işliyor.
Fransızlar DSK’nın yerine seçilen François Hollande’ı öpüp başlarına koysunlar. Seçilseydi Fransa tarihinin ilk Yahudi cumhurbaşkanı olacak kişinin başlarına ne tür belalar getirebileceğini Abel Ferrara’nın filmini izledikten sonra dehşetle görecekler.
‘New York’a Hoş Geldiniz’ gerçek hayattan alınmış, ders niteliğinde, sürükleyici ve etkileyici bir biyografik film olmuş.
Yasal nedenlerle filmde M.Devereaux olarak anılan kahramanımızı, skandal sonrası mahkemeye büyük bir para yatırarak kurtaran karısı da, bu ahlaksız politikacının hakaretlerine maruz kalmaktan kurtulamıyor.
DSK kendi gibi Yahudi, ancak son derece zengin bir aileden gelme, 20 yıllık karısı, ünlü gazeteci Anne Sinclaire’i zenginliği için aşağılayacak kadar ilkesiz ve nankör biri.
Zaaflarına esir olan ünlü bir politikacının sebep olduğu skandalın gelişimini adım adım izleyen Abel Ferrara, bu filmle ne denli usta bir öykü anlatıcısı olduğunu gösteriyor.
İLK 25 DAKİKA HARD PORNO SINIRINDA
Film, DSK’dan esinlenme kahramanın, uçkuru düşük, hedonist politikacı Devereaux’nun New York’a adım atar atmaz bir otel odasında katıldığı orji partisiyle başlıyor.
Birbirlerinden çekici hayat kadınlarının, Devereaux ve erkek arkadaşları ile filmin ilk 25 dakikasındaki hard porno sınırlarında gezinen seks âlemlerini, Abel Ferrara bizlere kahramanın seks açlığının, seks bağımlılığının altını çizmek için uzun tutuyor.
Devereaux duşta iken, odasını temizlemeye gelen siyahî kadın hizmetçiye tecavüz etmeye kalkıyor. Şoka giden kadının kurtulup şikâyette bulunması üzerine polis kendisini havaalanında tutukluyor.
Hayatını altüst edecek mahkeme safhasından sonra, Paris’ten gelen karısı sayesinde serbest bırakılan Devereaux, karısının kiraladığı lüks apartman dairesine taşınıyor.
Skandal sonrası karı-koca arasındaki uzun münakaşalarda seks düşkünü politikacının kirli çamaşırları ortaya dökülüyor.
Dünyanın adaletine dair soruları akıllara getiren film, kapitalist dünyanın acımasızlığına dair ilginç şeyler söylüyor.
Seks düşkünlüğü ile ilgili bu film, Marco Ferreri’nin ‘Büyük Tıkınma/La Grande Bouffe’u ile Steve Mc Queen’in ‘Utanç/Shame’ adlı filmini akla getiriyor. 1973 tarihli ilk filmde, kariyeri boyunca skandalı kovalamış İtalyan usta, seks yaparak ve sürekli yemek yiyerek intihar etmeyi seçen dört erkek arkadaşı(Mastroianni, Piccoli, Noiret, Tognazzi) anlatıyordu.
Üç yıl evvel izlediğimiz Utanç’ta ise Michael Fassbender’in canlandırdığı, 30’lu yaşlardaki New York’lu seks bağımlısının öyküsünü anlatılıyordu.
Devereaux rolünde izlediğimiz, gittikçe şişmanlayıp sevimsizleşen Gérard Depardieu, DSK’nin iticiliğini, sevimsizliğini, zavallılığını başarıyla canlandırıyor.
Yıllardır ekranlardan uzak kalan, ancak yıllara meydan okuyarak hala çok güzel olan, Kanadalı aktris Jacqueline Bisset, Dévereaux’nun fedakâr eşi rolünde, her zamanki gibi çok başarılı.
‘WELCOME TO NEW YORK’
Yön: Abel Ferrara
Sen: A. Ferrara-Christ Zois
Oyunc: Gérard Depardieu-Jacqueline Bisset-Drena de Niro-Paul Calderon-Amy Ferguson-Paul Hip
--------------------
‘PASOLİNİ’ BEKLENTİLERİ KARŞILAMIYOR
1951 Bronx doğumlu Abel Ferrara ilk uzun metrajlı filmini 1979’da ‘The Driller Killer’ ile yaptı. 1990’daki ‘New York Kralı/King of New York’tan iki yıl sonra kariyerinin başyapıtı olan ‘Kötü Polis/Bad Lieutenant’a imza attı.
‘Harvey Keitel’in müthiş bir yozlaşmış polis kompozisyonu çizdiği bu filmden dört yıl sonra ‘Cenaze Töreni/Funeral’ (1996) kaliteli bir kara film örneği olarak takdir topladı. 90’lı yıllardan sonra bir duraklama dönemi içine giren Ferrara 2005’te ‘Mary’ ile Venedik’te Jüri Özel Ödülü’nü kazandı.
‘Striptiz Hikâyeleri/Go Go Tales’den yedi yıl sonra ‘New York’a Hoş Geldiniz’ ve ‘Pasolini’yi aynı yıl (2004) vizyona soktu.
Venedik Film Festivali’nde dünya prömiyeri yapılan ‘Pasolini’yi Filmekimi’nde izledik. Pier Paolo Pasolini’ye saygı duruşu niteliğindeki bu iddialı film ne yazık ki beklentilere cevap veremiyordu. Ferrara 40 yıldır gizemini koruyan bir olaya, eşcinsel yönetmen, şair, gazeteci ve aydın Pasolini’nin kendi arabasıyla ezilip öldürülüşüne ışık tutacağını iddia ediyor, Venedik’te gazetecilere “onu kimin öldürdüğünü biliyorum’ diyordu. Pasolini’nin 1975 Kasım’ında korku ve tutkunun hüküm sürdüğü, yoz ve bitik bir İtalya’da vahşice öldürülmesinden bu yana gizem (Ferrara’nın filminden sonra da) kalkmadı. İtalya’da 2005’te bazı kanıtların ele geçirilmesiyle vaka dosyasının yeniden açılması da netice vermemişti.
Ferrara’nın fetiş oyuncusu Williem Dafoe’nun ‘Pasolini’yi ustalıkla canlandırdığı film de, ‘New York’a Hoş Geldiniz’ de yönetmenin oldukça tartışma yaratan filmleri arasına karıştı.