El Aksa’nın hemen üzerine inşa edildiği Süleyman Tapınağı’ndan kalma Ağlama Duvarı’na gerekli koşullara uyarak girebilirsiniz. Kimse de size ‘Ancak Yahudiyseniz girebilirsiniz’ yahut ‘Müslüman olanlar giremez’ demez.Filistin meselesindeki trajik çözümsüzlük hali bütün bunların sorgulamasını engelliyor maalesef. Bunun yerine birileri çıkıp yaşanan çatışmadan dini duyguları sömürerek kendisine pay çıkarmaya çabalıyor. Meseleyi Müslümanlık üzerinden kullanmakta beis görmüyorlar. İsrail’in “Kudüs’ü tek bir dinin hâkimiyet alanına dönüştürmek maksadıyla diğer kutsal mekânlara yönelik barbarlık yaptığı” lafları havada uçuşuyor.Filistinli gençlerin bu ‘barbarlık’ tespitlerine gerekçe yapılan El Aksa Camii içinde kendi patlattıkları havai fişeklerle nasıl bir yıkıma sebebiyet verdiklerini gösteren görüntüleri izlediğimde doğrusu dudaklarım uçukladı! CEYDA KARAN - CUMHURİYET
Şimdilerde karaborsa yok ama o zihniyet, başka bir kılıkta aramızda dolaşmaya devam ediyor.
Örneğin sosyal medyada dolaşan, akıllara durgunluk verici şu mesaja bakar mısınız?
“Kıyamete yakın Müslümanlarla Yahudiler arasında bir savaş çıkacak. Müslümanlar bu savaşta galip gelecekler. Öyle ki Yahudiler ağaçların ve taşların arkasına saklanacak, ağaçlar ve taşlar da ‘Ey Müslüman, şu arkamdaki Yahudi’dir. Hemen gel de onu öldür’ diye haber vereceklerdir. Fakat sadece zeytin ağacı haber vermeyecektir. Çünkü o bir Yahudi ağacıdır. Bugün İsrail bütün ülkelerde zeytin ağacı dikmeyi teşvik etmektedir. Zira bu ağaçların Yahudileri koruyacağını bilirler.
Dün İsrail, zeytin ağaçlarının kesilmesini engellemek amacıyla Soma’daki termik santralin yapımını durdurmaya çalıştı ve Danıştay vesilesiyle bunu başardı. Fakat hükümetimiz Danıştay’ın bu kararına rağmen kesimi devam ettirerek İsrail’in bütün planlarını suya düşürdü. Türkiye’deki zeytin ağaçlarının tamamının üç yıl içinde kesilmesi planlanıyor, bu sayede İsrail’e büyük bir darbe vurulacak. Fakat sadece ağaçları kesmek yetmiyor. Milletimiz de üzerine düşeni yapıp, bu saatten sonra zeytin tüketmemeli, bu oyuna alet olmamalıdır. Oyuna gelme ey Evlad-ı Osmanlı!..”
Demek ki neymiş?
Zeytin ağaçlarının tümü kesilmeli, zeytin ve zeytinyağı tüketilmemeliymiş!
Allah’ım sen bizim aklımızı koru!
Uğur Dündar
İsrail hükümetlerinin Ortadoğu’nun bu en derin sorununun barışçı bir paylaşım yoluyla çözümlenmesine ayak dirediği hepimizin malumu. Bu yolda Arap ülkelerinin ve Filistin tarafındaki radikal unsurların katkıları da eksik değil. Mesele en başta siyasi ve egemenlik haklarına dair zor bir çözüm gerektiriyor. Hal böyleyken iki tarafın da aşırılıkçıları üç semavi dinin kutsal mekânlarının üzerinde dini oyunlar oynamaktan geri durmuyor.
Bunun son tezahürü İsrail’in aşırı dindar Yahudilerinin, El Aksa Camii ve Kubbetüs Sahra’nın bulunduğu Harem-üş Şerif inşa edilmeden bin yıllar öncesinde burada yükselen Süleyman Tapınağı vesilesiyle başlattıkları girişim… Bu girişime bütün Yahudilerin katılmadıklarını söylemekle işe başlayalım. Şalom gazetesi geçenlerde aktardı; İsrail’in en yüksek Sefarad dini otoritesi Ray Yitzhar Yosef, Yahudilerin ‘Tapınak Tepesi’ diye andıkları bölgeye girmesinin doğru olmayacağını söyledi, ısrarcı tutumları ‘kışkırtma’ diye niteleyip derhal buna son verilmesini istedi.
Burada bizim memlekette hemen herkesin anmaktan kaçındığı tuhaf bir tezat var. Müslümanlık tüm insanlığa açık olmasıyla övünürken, Yahudilik öyle değil. Ama misal siz nüfus cüzdanınızda ‘İslam’ yazsa bile Mescidi Aksa’ya girmekte büyük güçlük çekebilirsiniz. Bu arada da El Aksa’nın hemen üzerine inşa edildiği Süleyman Tapınağı’ndan kalma Ağlama Duvarı’na gerekli koşullara uyarak girebilirsiniz. Kimse de size ‘Ancak Yahudiyseniz girebilirsiniz’ yahut ‘Müslüman olanlar giremez’ demez.
Filistin meselesindeki trajik çözümsüzlük hali bütün bunların sorgulamasını engelliyor maalesef. Bunun yerine birileri çıkıp yaşanan çatışmadan dini duyguları sömürerek kendisine pay çıkarmaya çabalıyor. Meseleyi Müslümanlık üzerinden kullanmakta beis görmüyorlar. İsrail’in “Kudüs’ü tek bir dinin hâkimiyet alanına dönüştürmek maksadıyla diğer kutsal mekânlara yönelik barbarlık yaptığı” lafları havada uçuşuyor.
Filistinli gençlerin bu ‘barbarlık’ tespitlerine gerekçe yapılan El Aksa Camii içinde kendi patlattıkları havai fişeklerle nasıl bir yıkıma sebebiyet verdiklerini gösteren görüntüleri izlediğimde doğrusu dudaklarım uçukladı! Ama bunu geçiyorum… Daha da önemlisi, bu tespitleri yapanların kendi ‘fetih kültürüyle’ yani ‘kendilerine ait olmayanları fethetmekle övünenler’ olması. Misal Ayasofya’yı dillerine dolamış, “Tekrar camiye çevireceğiz” diye oy peşinde koşmakta beis görmüyorlar. Sormazlar mı adama: “Be nalıncı keseri, Ayasofya da tüm Hıristiyanlar için kutsal bir mekân, sen kalkıp onu cami yapacağını ilan ederken, bu nasıl ikiyüzlülüktür?” Mesele şu ki, o bu soruyu sormayacak, din sömürüsüne açık olanlara mesaj veriyor, tüm insanlığa değil. Onlar kendi kutsallarından başkasını tanımıyorlar, vıcık vıcık retoriklerinin tersine başkalarının kutsallarıyla alıp veremedikleri çok…
Siz siz olun Mescidi Aksa üzerinden hamaset yapanlara omuz silkip geçin. Filistin meselesini ulusal bir dava olmaktan çıkartıp bir İslam davasına indirgemeye kalkışanlara prim vermeyin. Bu sayede Filistin nüfusunun yüzde 20’sini oluşturan Hıristiyanlar size Ayasofya’yı sorduklarında yüzünüz kızarmaz…
Ceyda Karan
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/139625/Nalinci_Keseri_.html
31 Ekim’de güney İsrail’deki Eşkol ilçesine havan mermisi atıldı. Bu olay, tünellere karşı Sina’da başlayan harekâtla Gazze Şeridi’nde kabaran huzursuzluğun ilk işaretiydi. Bu, ayrıca Hamas’ın bir kez daha köşeye sıkıştırıldığının işaretiydi. Açılan ateşe karşılık İsrail, Gazze sınırındaki Erez ve Kerem Şalom sınır kapılarını kapattı. 2 Kasım’da çıkan haberlerde Hamas’ın İsrail’e açılan ateşten sorumlu zanlıları tutukladığı iddia edildi.
Hamas Siyasi Büro Şefi Yardımcısı Musa Ebu Marzuk, Facebook sayfasında sınır kapılarının kapatılmasını, ateşkes anlayışına aykırı toplu bir cezalandırma olarak niteledi. Ayrıca Gazze’nin tecrit edilmesinin zaten hassas olan bölgeyi daha da istikrarsızlaştıracağı konusunda uyardı. Bir diğer deyişle Ebu Marzuk, Gazze ile İsrail arasında yeni bir çatışmanın yaklaşmakta olduğu tehdidinde bulundu. Hamas’ın Gazze’yi yönetebiliyor görüntüsünü korumak adına birçok şeyi feda etmeye hazır olduğunu Koruyucu Hat Harekâtı’nda görmüş olduk.
Hamas, Koruyucu Hat Harekâtı’nın ardından Gazze halkına ablukanın kaldırılacağı ya da en azından gevşetileceği vaadinde bulunmuştu. Oysa bugüne dek abluka sadece sıkılaştı. Hamas’ın ateşkes görüşmelerinde öne sürdüğü Refah’ta havaalanı ve liman taleplerini bugün kimse hatırlamıyor bile. Hamas’la El Fetih arasındaki iş birliği de tıkandı. Gazze sınır kapılarında idarenin karşılıklı mutabakat ve nizam içinde Filistin Yönetimi’ne devri de hâlâ gerçekleşmiş değil.
Mısır’ın oluşturduğu geniş tampon bölge ve Hamas’a karşı yürüttüğü kararlı mücadele, Gazze’yi yeni bir krizin içine itiyor ve tümüyle İsrail sınır kapılarına bağımlı kılıyor.
Bir önceki krizde Hamas, başta İsrail’e karşı sevinçle ellerini ovuşturuyordu ama neticede uzun bir askeri operasyonla karşı karşıya kaldı. Biz de bu arada şunu öğrenmiş olduk ki Gazze’deki düdüklü tencere ne zaman patlasa Sisi kenarda durup izliyor, faturayı ödemek de hep İsrail’e kalıyor.
Shlomi Eldar
Bu süreçte İsrail hükümeti iki ayrı yaklaşım içerisinde. Bir taraftan kendisiyle aşırı sağ gruplar arasına mesafe koymaya çalışıyor. Bu grupların Yahudilerin Harem-i Şerif’te ibadet edilmesine izin verilmesi çabalarını desteklemediğini ve Harem-i Şerif’e ilişkin statükoyu (gayrimüslimlere ibadetin yasaklanması, gayrimüslümlerin Harem’e girişlerinin belli günlerde sağlanması ve Ürdün’ün Harem üzerindeki vesayetini devam ettirmesi) koruyacağını söylüyor. Diğer taraftan da İsrail’in Harem-i Şerif’e yönelik tecavüzü sonrasında yaşanan çatışmalarda yer alan Filistinlilere tehditler savuruyor. Tehditler arasında ailelerinin evlerinin yıkılmasından 20 yıla kadar hapse uzanan bir dizi yasal yaptırım var.
Netanyahu hükümetinin statükoyu koruyacağını taahhüt etmesinin iki ana sebebi var. Birisi dini diğeri siyasi. Bilindiği gibi Ürdün Doğu Kudüs’teki kutsal mekanlar üzerindeki vesayetini devam ettiriyor. Bu sebepten İsrail’in ilk muhatabı Ürdün ve İsrail Ürdün’le arasında bir kriz çıkmasını istemiyor. İkinci olarak ise Yahudi şeriatının Mesih gelmeden Harem’de Yahudilerin ibadet etmesinin caiz olmadığına ilişkin kanı. Harem platformu üzerinde Yahudi mesihçilerin kurmayı planladığı mabedin vaktinin henüz gelmediği inancı. Bu ikisi birleşince İsrail Harem’in mevcut statüsünün korunmasına daha meyyal görünüyor.
Harem üzerinde tartışmalar devam ederken Doğu Kudüs’ün işgali daha da derinleşiyor. Şehrin Arap sakinleri üzerine ev ruhsatlarının iptali, yıkım kararları, el koyma gibi “yasal” yollarla gidiliyor. Kudüs dışı yerleşimler konuşulurken Doğu Kudüs’te yerleşimcilerin/işgalcilerin sayısı artıyor. Buna Harem altında benzer zihniyetteki İsraillilerin yürüttüğü kazı çalışmaları da eklenince rahatlıkla söyleyebilirim ki İsrail ateşle oynuyor.
Ufuk Ulutaş
http://setav.org/tr/israil-atesle-oynuyor/yorum/17755
Bizim gibi bölgenin Arap olmayan önemli ülkesi İran, Ortadoğu anlaşmazlığının tüm taraflarıyla ilişkisi olmadığından dolayı Ortadoğu Barış Süreci’ne katkıda bulunma imkânına sahip değil. Biz ciddi katkıda bulunabiliyorduk. Şimdi İsrail ile ilişki kesildiği zaman, o imkân ortadan kalkıyor.
İsrail ile Türkiye ilişkileri bu noktaya geldiğinde, Türkiye Orta Doğu Barış Süreci’ne dâhil olabilme imkânını elinden kaçırıyor. Bu hükümet, Filistin’i çok kolladığı iddiasında ama Mavi Marmara çok yanlış bir olaydı, 9 insanımız öldü. Arkasından, hükümet BM’de Gazze Ambargosu’nu da içerecek araştırma yapılması için gereksiz yere Palmer Komisyonu’nu kurdurttu. Komisyonda acemice, iki tarafın anlaşamadığı noktalarda komisyon başkanına yetki tanıyan bir görev talimatına onay verdi.
Komisyon başkanına verdikleri bu yetkinin sonucunda, komisyonun çıkardığı rapora BM tarihinde ilk defa Gazze’de İsrail’in Filistin’e uyguladığı ambargonun uluslararası yasalara uygun olduğu, yasal olduğu şeklinde bir hüküm girdi. Filistin’e yardımcı olduğunu iddia eden hükümet, böylelikle Filistinliler’e yapılabilecek en büyük kötülüklerden birisini yaptı. Filistin’e uygulanan İsrail ambargosuna BM çerçevesinde yasal statü kazandırdı. Böyle bir dış politika olabilir mi?
Osman Korutürk
http://gundem.bugun.com.tr/turkiyenin-tarihi-hatasi-haberi/1350059
Her iki meselenin özü de devletin vatandaşına yaklaşımındaki sakatlıktır.
Bu sakatlık, bu temel hata, doğuştan gelen bu hata, tıpçılar konjenital diyebilirler, tamir edilebilir ise hem alevi hem de kürt meselesi beraber çözülürler.
Bu sakatlık tedavi edilemez ise ne kürt meselesi çözülür, ne de alevi meselesi.
Bu sakatlığın özü ise devletin vatandaşına vatandaş olarak değil, bir etnik grup üyesi, bir inanç topluluğu üyesi olarak bakmasıdır.
Lafı çevirmeye gerek yok, bizim devlet için 1924 Mart’ından beri, vatandaş demek sünni ve Türk demektir.
Diğer aidiyetlere karşı sürekli olarak düşmanca davranıldığını söylemek zordur ama devlet mekanizması esas oğlanı, esas kızı sünni ve Türk olarak benimsemiştir, diğer aidiyetlere ise çoğunlukla tahammül edilir.
Bazen tahammül edilemediği de olmuştur ama en genelinde durum budur.
2014 Türkiye’sinde bir tek ermeni, rum ya da yahudi vatandaş ordunun, mülki bürokrasinin önemli bir yerinde olamadığına göre bizim vatandaşlık anlayışımızın anayasal bir vatandaşlık anlayışı olduğunu söylemek, isterseniz Atatürk milliyetçiliği de diyebilirsiniz, büyük bir yalan, büyük bir sahtekarlıktır.
Eser Karakaş
http://haber.stargazete.com/yazar/alevi-meselesi-ve-ahlaksiz-madde/haber-967812
Netten okumalar
http://www.pokeruz.com/2014/bir-zamanlar-cifit-carsisi.html
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-39940-yalanlarin-buyuk-ustasi-goebbels.html
http://blog.radikal.com.tr/dunya/iidunya-savasi-gunlerinden-bir-oyku-musluman-schindler-79548