• Yargıtay’ın 1970’lerde, gayrimüslim azınlıklar için aldığı bir kararda geçen ‘yerli yabancı’ gibi bir tuhaf kategori vardır. Edirne Valisi de aynen 1970’lerin Yargıtay’ı gibi Türkiye Yahudilerini, T.C. vatandaşı oldukları için bir yandan ‘yerli’ olarak kabul ediyor, diğer yandan da İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa’ya yaptığı saldırıya karşılık bizler tarafından ‘mütekabiliyet’ esasına göre cezalandırılması gereken birer ‘yabancı’ olarak görüyor. Hâlbuki bu valinin maaşı T.C. vatandaşlarının verdiği vergilerle ödeniyor. Bunların içinde elbette Yahudiler de var. AYHAN AKTAR - TARAF
ÜMMETİMİZİN TARİHİ VE DEĞİŞMEZ EN TEMEL DÜŞMANI İSE YAHUDİLERDİR! KENDİ VATANDAŞI, KENDİ CANI, SEVGİLİSİ, YAVUKLUSU, KARISI-KOCASI, İŞ ORTAĞI, MAHALLE/OKUL ARKADAŞI DA OLSA YAHUDİ YAHUDİ’DİR
Ümmetimizin tarihi ve değişmez en temel düşmanı ise Yahudilerdir!
Kendi vatandaşı, kendi canı, sevgilisi, yavuklusu, karısı-kocası, iş ortağı, mahalle/okul arkadaşı da olsa Yahudi Yahudi’dir.
Her bir Sünni Müslüman her şart ve şeriat altında Yahudilere karşı savunulmalı, korunmalıdır. Bu uğurda “gerçekler” bile tahrif edilebilir.
Türkiye son günlerde Edirne Valisi Dursun Ali Şahin'in:
“Mescid- i Aksa’nın içinde savaş rüzgârları estiren, bizzat savaş tatbikatı yapan o eşkıya kılıklı insanlar orada Müslümanları katlederken, biz de onların burada sinagoglarını yapıyoruz. İçimde büyük bir kinle söylüyorum bunu” sözlerine takıldı.
Tek-adama duymak istediğini duyuran ilk vali Dursun değil! Antisemitizmi şiar edinen ilk vali de muhakkak Dursun değildir.
En son oltaya o takıldı. Medyada şimdi hepimiz birer özgürlük havarisi kesildik, “Dursun’un valiliği dursun!” diye kıyamet koparıyoruz.
İyi de aynı medya Mecid-i Aksa’ya İsrail askerleri saldırdı iddiası ile kıyamet koparırken hiç birisi (istisnalardan özür dilerim) Hamas’ın cami içinden dışarıdaki İsrail askerlerine ateş açtığına, camiyi kırıp geçtiğine değinmedi.
Sünni Müslüman Hamas askerlerinin camiyi nasıl savaş alanına çevirdiklerine dair görüntüler var.
Görüntüler dünya televizyonlarında yayınlandı.
Görüntüleri herhangi bir Türk Televizyon kanalı yayınladı mı?
Vazgeçtim, “böyle görüntüler var ama bunlar sahte” diye bir iddiada bulundu mu?
Nerede ise hepimiz “Yahudi İsrail askerleri iyice çığırından çıktı. Durup dururken Mescid-i Aksa’yı tarumar ettiler” masalına sığındık.
RTE kıyameti kopardı. Ama neden BM’ye şikâyette bulunmadı?
Eğri oturup, doğru konuşalım:
“Özgürlükçü Türk medyası” RTE’nin hışmına uğramamak için, Sünni Müslüman Türk milletinin hassasiyetlerinden çekindiği için, “Mescid-Aksa olayının” sadece bir bölümünü gördü.
Şimdi ise Vali’ye yükleniyor!
Bu tavır ikiyüzlülüktür.
İstisnaları dışında “özgürlükçü Türk medyası” da henüz Maslow’un “saygınlık ihtiyacı” (diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı) ve “kendini gerçekleştirme ihtiyacı” (önyargısız olma, gerçeklerin kabulü) olarak tarif ettiği değerlere ulaşamamıştır.
O da hala “normal yurdum insanı” olarak “fizyolojik ihtiyaçlarının” peşindedir!
Cüneyt Ülsever
http://www.yurtgazetesi.com.tr/dusmanini-once-uret-sonra-ogut-makale,9393.html
O vali kim oluyor da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını kökenlerine göre tasnif etmek ve üstelik ibadet haklarını yasaklamak cüret ve cesaretini kendisinde buluyor?
Varsayalım ki herhangi bir Hıristiyan ülke de IŞİD veya El Kaide’ye “sinirlendiği” (!) için oradaki Müslümanlara camiyi men etti... Sorarım, acaba tepkimiz nice olurdu?
Öte yandan, yine hangi cüret ve hangi cesaretledir ki sözkonusu vali aynı Musevi yurttaşları İsrail politikalarıyla özdeşleştirmeye; onları bunlardan sorunlu tutmaya; dolayısıyla da “beşinci kol” mensubu varsayarak resmen ve açıkça “rehin” addetmeye yelteniyor?
TRAKYA pogromu ve Varlık Vergisi sanki yetmedi... Bugün Türkiye’deki bütün gayr-ı Müslim azınlıklar içinde hem sağ, hem sol; hem softa, hem laik ırkçılar tarafından en çok dayak oğlanına çevrilen ve en çok huzursuz edilen kesimi Yahudi cemaati oluşturuyor.
Zaten bütün bunların neticesinde sayıları artık yirmi bin civarına düştü.
Dolayısıyla, diğer ekalliyet gruplarıyla kıyaslanmayacak ölçüde saldırıya uğramalarına rağmen, birkaç istisna hariç, yukarıdaki baskının yarattığı endişeden ötürü Musevi kökenli yurttaşlar açık tepki vermek yerine “aşağıdan almak” yöntemini seçmek zorunda kalıyorlar.
Çünkü başka ülkelerde ânında cezalandırılacak olmasına rağmen ne şarlatan ve şaklaban bir profesör numunesinin ve “Efendi” çömezinin mezar taşlarından “Sabetayist” (!) avına çıkması; ne de İslami intelligentisiaya ait bazı kalemlerin Yahudileri “lanetli kavim” ilân ederek aleni kışkırtmacılığı had safhaya vardırması Türkiye’de suç sayılıyor.
Bunun nedenini ise genel anti-semitizmin ötesine taşan ve tıpkı Edirne Valisi’nin fütursuzca yaptığı gibi ülkemiz Musevilerini de İsrail’le özdeşleştiren amalgam oluşturuyor.
Hadi Uluengin
http://www.taraf.com.tr/yazilar/hadi-uluengin/hepimiz-yahudiyiz/31433/
Vali Bey’in “onlar” kelimesi ile ötekileştirdiği Yahudilerin, yani Türkiye vatandaşlarının harabeye dönmüş sinagoglarının restore ediliyor olması veya defalarca saldırıya uğramış mezarlıkların küçük bir bölümünün temizleniyor olması bir lütuf değildir. Öncelikle kamu görevinin icra edilmesidir, yani kimilerinin mesleğinin gereğidir, işinin icabıdır. Bununla beraber, Yahudi bir vatandaşın sinagogda dua etmesi, din özgürlüğüne, yani herkesin kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez olan temel hakkına dairdir. Saldırıya uğradığı için yeniden “yapılmak” zorunda olunan sinagoglarda ibadet edilmesini sağlamak ise devletin görevidir. Zira “hukuk devleti” olmak için, devlet, kişinin temel hak ve hürriyetlerini güvence altına almak zorundadır. Bu zorunluluğun devlet yetkilileri tarafından ihlal ediliyor olması durumunda ise iki önemli evrensel hukuk kuralı ve yine “hukuk devleti” ilkeleri gündeme gelir: Yürütme organı hukuka bağlıdır. Yargı organı bağımsızdır.
Bütün bu ilkeler, çağdaş aşk romanlarında veya bir gün Edirne Sinagogu’nun da içine dâhil olabileceği Trakya Seyahat Rehberi’nde yazmaz. Bunlar, anayasada, çeşitli kanunlarda ve Türkiye’nin taraf olarak imzaladığı uluslararası anlaşmalarda yer alır. Bu yüzden bağlayıcıdır. Bu yüzden kimi görevleri icra eden kişiler, söyledikleri, yaptıkları kadar yapmadıkları, yapmayı ihmal ettiklerinden de sorumludurlar.
Bu sorumluluklar ve soruşturmaya değer mevzular, kimileri için asla kapanmazken; kimileri için zamanla, kimileri için “özür”le kapanabilir. Vali Bey’in, Edirne Büyük Sinagogu ve Yahudiler hakkında yaptığı açıklama mevzuu da kimileri için kapandı. Çünkü Türkiye Hahambaşılığı-Türk Musevi Cemaati’nin 24 Kasım 2014 tarihinde internet sitelerinden duyurduğu üzere; Edirne Valisi Dursun Ali Şahin, 24 Kasım öğle saatlerinde Hahambaşı Rav İsak Haleva’yı arayarak, “bazı medya organlarının açıklamalarını çarptırdığını ve ifadelerinin yanlış anlaşıldığını” söyleyerek özür diledi. Fakat konunun kapanması, konunun sonunun geldiği anlamını taşımaz. Çünkü “son” başka bir yerdir ve oraya başka türlü varılır.
Ve tesadüf odur ki; İbranice’de “sonlandırmalar” anlamını taşıyan “Maftirim”, sinagoglarda okunan bir çeşit dini müziktir. İbadetin bittiğini cemaate anlatan ilahidir. Ve Yahudi müzisyenlerinin ve Yahudi kültürü çalışmaları yapanların, defalarca kez söylediği üzere, Türkiye'deki sinagog müziğinin; Maftirim’in gelişimi açısından Edirne Büyük Sinagogu çok belirleyici olmuştur.
Edirne’yi anlatan seyahat rehberlerine; “ ‘Maftirim’ örnekleri veya bir ‘Kiduş’ duası dinlemek için Edirne Büyük Sinagogu’nu ziyaret ediniz” önerisinin eklenmesi ve Kadiş’lerin ırkçı cinayetler yüzünden okunmaması dileğiyle…
Rita Ender
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/8532/kidus-mu-okuyacagiz-kadis-mi
Bana soru soranlar arasında, hacı mıdır, hoca mı, her neyse, bir adam vardı. Önce Yahudilerin bütün dünyayı kendilerine hizmetkâr etmeye çalıştığını anlattı, ardından Yahudilerin (Siyonistlerin değil, tüm Yahudilerin) Filistinlileri öldürdüklerini anlattı, sonra “Siz bu konularda ne düşünüyorsunuz?” dedi!
Hacıya hocaya hakaret etmek adetim olmadığı için, cevap vermeyi reddettim.
Yahudilerin amacı herkesi kendilerine hizmetkâr etmekse, her Yahudi Filistinli öldürme çabası içindeyse, bundan ancak tek bir sonuç çıkarılabilir: Yahudi’nin katli vaciptir, her Yahudi her görüldüğü yerde derhal katledilmelidir. Bütün dünyanın hizmetkâr olmasına, bütün Filistinlilerin öldürülmesine göz yumulamaz elbet.
Bu düşüncelere sahip insanların bulunduğu (ve çok bulunduğu) bir memlekette Yahudilerin nasıl bir “barış hakkı” olabilir?
Devletin bir Vali’sinin İsrail ordusunu cezalandırmak için kendi Yahudi vatandaşlarından intikam almaya çalıştığı bir memlekette, İsrail devletinin politikaları nedeniyle Edirne’deki bir sinagogu ibadete açmayı reddeden Valilerin bulunduğu bir memlekette, barış hakkı bir yana dursun, azınlıkların yaşama hakkı olduğu bile kuşkuludur.
Roni Margulies
http://marksist.org/korku-icinde-yasama-hakki-roni-margulies.html
Tarihimiz boyunca Türkler, Yahudiler’le siyasi ve askeri bir mücadeleye girmemişlerdir. Osmanlı’da sadakat ve dirayetle hizmet ettikleri ve siyasi konuların dışında kaldıkları için onlara “millet-i sadıka” denmiştir. Bize Yahudi düşmanlığı doğrudan taraf olmadığımız iki kanaldan girmiştir. Biri Nazi fikriyatını paylaşan Türkler aracılığıyla Avrupa’dan, diğeri de İsrail’in kurulmasından sonra başlayan Filistinliler’in mağduriyetini ve acılarını paylaşan dindaşlık kanalıyla Ortadoğu’dan. Kültürel arındırma Osmanlı’nın kozmopolit nüfus yapısı, 1930’lara gelindiğinde Ermeni tehciri ve Rum nüfus mübadelesiyle büyük ölçüde seyreltilmişti. Yahudiler, “tehlikeli” görülmedikleri için genellikle bu politikanın dışında kalmışlardı. Savaş yaklaştıkça bu resmi tavır değişti. Nihal Atsız ve Cevat Rıfat Atilhan gibi ırkçı yazarların tetiklediği nefret dalgası, 21 Haziran 1934’te Çanakkale’de başlayıp, temmuz sonuna dek Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapseki'de Yahudiler’e ait dükkân ve evlerin yağmalanmasına, birçok kadına tecavüz edilmesine neden oldu. Yahudiler’i himaye etmeye çalışan bir jandarma onbaşısı saldırganlarca öldürüldü. İki ay içinde yaklaşık 15 bin Trakya Yahudisi bulundukları şehirleri, her şeyi geride bırakarak, terk etti. Olayların aynı gün başlaması, Ankara’nın rolüne işaret eder. Hükümet, homojen bir ulus yaratma politikası uyarınca 14 Haziran 1934 tarihli 2510 Sayılı İskân Kanunu’nu çıkardı. "Tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket" yaratmak amacını güdüyordu. "Türk kültürlü nüfusun yoğunlaşması istenen mıntıkalar" arasına Trakya’yı da aldı. Sınırlara yakın bu bölgelerin “kuşkulu” topluluklardan arındırılması belli ki azınlıkların bu ülkeden gitmesi için amaçlanmıştı.
Doğu Ergil
http://www.bugun.com.tr/o-vali-degil-o-zihniyet-yazisi-1367255#sthash.wUg3ce87.dpuf
Yargıtay’ın 1970’lerde, gayrimüslim azınlıklar için aldığı bir kararda geçen ‘yerli yabancı’ gibi bir tuhaf kategori vardır. Edirne Valisi de aynen 1970’lerin Yargıtay’ı gibi Türkiye Yahudilerini, T.C. vatandaşı oldukları için bir yandan ‘yerli’ olarak kabul ediyor, diğer yandan da İsrail güvenlik güçlerinin Mescid-i Aksa’ya yaptığı saldırıya karşılık bizler tarafından ‘mütekabiliyet’ esasına göre cezalandırılması gereken birer ‘yabancı’ olarak görüyor. Hâlbuki bu valinin maaşı T.C. vatandaşlarının verdiği vergilerle ödeniyor. Bunların içinde elbette Yahudiler de var.
…
Türkiye de antisemitizm tarihi eskidir. Yani 1930’lardan başlar. Milliyetçi, Türkçü gruplar ki bunlar çok ufak gruplardır, 1930’lardan itibaren aynen Nazilerin düşündüğü gibi Yahudiliği, Türklüğe karşı bir tehdit olarak sundular. 1948’de İsrail devletinin kurulmasından sonra İslamcı kesim de bu yaklaşıma dahil olmuştur. Yani İsrail devletinin kurulmasından sonra Filistinlilerin haklarını korumak amacıyla antisemitizm çok kullanılan bir siyaset dili olmuştur.
Ayhan Aktar
http://www.taraf.com.tr/haber-akpninki-ici-bos-bir-osmanlicilik-168816/
Hamas ve el-Fetih, Filistin işgalinin durdurulması için hala bir ümittir. Ama bu geçmişte terör yaptığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. İsrail Devleti’ni bir Yahudi devlet olarak tanımak ona dayatılamaz. Ancak her komşu ülkenin birbiri için sağladığı güvenlik içinde varolma hakkını Mısır ve Ürdün için olduğu gibi İsrail için de sağlaması elzemdir.
Filistin’in dışından Filistin’e bakmak, işgali ve mezelleti yaşamadan gözlem yapmak bizlere susmayı ya da bağırmayı değil, aklı selimle konuşmayı dayatır. İsrail için yeterince düşman vardır ve bu sayının bir artması bir anlam ihtiva etmeyecektir. Türkiye’nin Filistin için yapabileceği en büyük katkı İsrail devletindeki her hükümetle konuşabilen bir Filistin dostu olma özelliğini korumaktır.
Filistin için yapılabilecekler Filistin’e odaklanarak gerçekleşememektedir. Düşmana karşı kullanılacak silahlar kendi nev’inden olmalıdır. Dolayısıyla İsrail’in gücünü Tel Aviv’deki orduda aramak yanılgıdır. Yüzlerce yıllık altyapı çalışmasıyla meydana inmiş İsrail’e karşı gündelik misillemeler sonuç getirmemektedir. Brooklyn’deki lobiler, Dow Jones’taki hisseler, senatörler, iş adamları, sivil toplum kuruluşları… Dünyanın en stratejik yerlerinde kendilerini gündemde tutmayı başaran İsrail’e karşı çözüm ilk olarak bu mevkilerde etkinliği artırmaktan geçecektir.
Filistin işgalinin Müslüman zihinleri işgali kabul edilemez. İslam, Filistin’i özgürlüğe kavuşturmak için indirilmiş bir din değildir. Müslüman, en iç daireden en dış daireye; nefisten gezegenlere iç içe dairelerde sorumluklara sahiptir. En özen göstermesi gereken daire ise en iç dairelerdir. Her şeyi bırakıp Filistin konuşalım, Filistin kan ağlarken başka hiçbir konu konuşmayalım mantığı müsrif bir mantıktır. Filistin davasına entelektüel ilginin hükmü velev farz dahi olsa kifayedir. Yeterli miktarda insan bu meseleye yoğunlaşsa yeter.
Ömer Faruk Metin
www.gazetebilkent.com/2014/11/28/filistine-akl-i-selim-nazar/#sthash.MMlnAVxe.dpuf
Netten okumalar
http://leventerturk1961.wordpress.com/2014/11/25/turkiye-yahudileri-ve-soykirim-yillari-6/
http://leventerturk1961.wordpress.com/2014/11/27/turkiye-yahudileri-ve-soykirim-yillari-7/
http://leventerturk1961.wordpress.com/2014/11/28/turkiye-yahudileri-ve-soykirim-yillari-8/
http://leventerturk1961.wordpress.com/2014/11/30/turkiye-yahudileri-ve-soykirim-yillari-9/
http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/manastir-kilise-havra-ve-mescitler_2260377.html
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/akifemre/havra-ve-siyasal-sizofreni/2006194
http://halilbabilli.com/post/65052294468/balat-n-golemi
http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/mose-avraam-sara-teogda
Netten seyredin
https://www.youtube.com/watch?v=fqEQy6l1kzc