Polonya ile diplomatik ilişkilerin 600. yılı kapsamında Varşova Modern Sanat Müzesi ile birlikte gerçekleştirilen Karanlıkta Gökkuşağı sergisi Galeri Salt’ta.Serginin ortak küratörlerinden Galit Eilat ve sanatçı Gülsün Karamustafa ile sergiyi konuştuk
Polonya ile diplomatik ilişkilerin 600. yılı kapsamında Varşova Modern Sanat Müzesi ile birlikte Polonya Ulusal Kültür ve Miras Bakanlığı tarafından desteklenen yepyeni bir sergiye imza attı Salt Galata. ‘Karanlıkta Gökkuşağı’, maneviyata dair bir sergi. Daha doğrusu maneviyatın siyasi güç olarak kullanılmasına ve bunun güncel sanat alanında ne şekilde sorgulandığına dair. Buna karşı gösterilen tepkiler de serginin bir parçası. Gülsün Karamustafa, Nilbar Güreş, Köken Ergun gibi önemli Türk sanatçıların eserlerinin yanı sıra, Varşova Modern Sanat Müzesi’nin koleksiyonundan eserler bir araya getirilerek izleyiciye sunulmakta. Maneviyatın bir güç unsuru olarak kullanıldığı karanlık bir algıya bir gökkuşağı gibi renk katan, aydınlatan ama daha çok sorgulayan bu sergi, Vasıf Kortun önderliğinde iki küratörün bir buçuk yıllık çalışması sonucunda hazırlandı. Küratörlerden biri Varşova Modern Sanat Müzesi Yöneticisi Sebastien Cichocki. Diğeri ise aynı zamanda 2014 Sao Paolo Sanat Bienali’nin de küratörlerinden olan İsrailli Galit Eilat.
“Ah Hüseyin vah Hüseyin! Gidelim Fırat’a su getirelim onlara.” Biz Museviler, her sene, İbrani takvimine göre nisan ayının 15’inde Pesah’ı anlatıyoruz çocuklarımıza. İran Şiileri gibi, İstanbul Halkalı’da da Zeynebiye Mahallesi sakinleri olan Şiiler, Muharrem ayının 10. günü Kerbela’yı anarlar semtlerinde. Dini ritüeller geçmişin acılarını anımsatır, öğrettikçe geçmişi gençlere, geleceği oluşturur insanoğlu bir yandan... Kerbela ya da Pesah bir grup insanı bir arada tutup, bir kültürü süreğenleştirirken, kendi kendini ötekileştirir de bir yandan. Rahle, halı ya da herhangi bir kültürü anımsatan herhangi bir nesne, bir inanç sistemini çağrıştıran herhangi bir ritüel, ötekileştirmek yerine, acının insan yüreğinde bir olduğunu da vurgulayabilir esasen. Bir halının üzerinde oturmuş seyrediyoruz... Her birimiz kendi birikimlerimizi ekliyoruz izlediğimize. Bizans’tan Cumhuriyet’e Osmanlı’dan geçerek Müslüman’ı, Hıristiyan’ı, Musevi’si ayrı dillerde, ayrı harflerle, ayrı anadillerde, ayrı baba gırtlaklarda aynı kitabı yazıyor... Yolları farklı olsa da aynı hikâyeyi anlatıyor tüm tek tanrılı kitaplar. İnsanın sınavını anlatıyor. Ve sanatçı Gülsün Karamustafa, ‘Zihnin Kafesleri’ adlı eserinde birleştiriyor ta Bizans’tan bu yana bu topraklarda yaşanmış kültürleri. Bir anlamda, insanları birleştiriyor, Aşura törenini kaydettiği üç kanallı gösterisinde sanatçı Köken Ergun. İzlediğinin bir tiyatro oyununun bir film sahnesi olduğunu bilmesine rağmen kimi izleyicinin içine yayılan bir korku, kiminde bir merak... Aşura töreninin yapıldığı aynı gün Alevi kardeşlerimizin pişirdiği aşûre tasında birleşiyoruz belki de. Her birimiz, tüm farklılıklarımızla bu toprakların kültürünü yarattık sonuçta. Ve bu toprakların yok başka topraklardan farkı. Kimi kilise olmadığı zamanlarda evlere taşıyor dini; sırayla her ev bir hafta köyün kilisesi oluyor. Kimi doğaya taşıyor evini; bir ritüel, bir dini tören gibi hasadını gerçekleştiriyor. Kimi, sanat eseri olarak üretilen bir eseri, dini ritüelinin merkezine oturtuyor; Teresa Murak’ın bir çeşit çimenden yaptığı halı, büyüyor, büyüdükçe dini ritüelin bir parçasına dönüşüyor. Düşünmeden edemiyorum; insan, dünyanın neresinde olursa olsun, hep aynı insan... Geçmişe bakış geleceği veriyor bir anlığına bize ya da bir göz kırpması süresinde bir bakış anı tanımlıyor. Karanlıkta bir gökkuşağı gibi. Dinlerin politik güç elde etmek üzere kullanılması neticesinde kararan dünyamızda bir gökkuşağı misali renkleniyor yaşamlar.
Gülsün Karamustafa’nın Zihnin Kafesi isimli çalışması, Karanlıkta Gökkuşağı sergisi sonrası Varşova Modern Sanat Müzesi koleksiyonuna dâhil edilecek. Eser, İstanbul’un Bizans’tan bu yana, Osmanlı İmparatorluğu’ndan geçerek farklı dönemlerinde farklı dini etkilere ve bu farklı zaman ve dinlerin birbirileri arasındaki etkileşimine gönderme yapıyor. Eserde üç tek tanrılı dinin kutsal yazılarının asetat üzerine fotokopilerinin üst üste bindirilmesiyle, farklı katmanların zaman içinde bir araya gelerek gündelik yaşamımızı oluşturduğuna işaret ediyor. Gülsün Karamustafa kafesin kısıtlayıcı değil, daha çok şekillendirici bir kafes olduğunu hatırlatıyor izleyicilere: “Kafes derken üstüne sarmaşıkların sarıldığı bir kafes vardır. Yani altında duran bir tahta kafes ama üstüne sarmaşıklar sarılır. O sarmaşıklar da aslında doğduğum günden bu yana içinde yaşadığım bu çokkültürlülük ve de üst üste binen katmanlar. Bu şehirle, bu coğrafyayla ilgili diyebilirim. Sadece şehir demeyelim çünkü bu coğrafyanın özelliği bu. Dolayısıyla bu üç monoteist dinin üst üste binmesiyle elde edilmiş bir iş. Bunu ilk defa Almanya’da 20 metrelik bir duvara uygulamıştım. Şimdi bunlar üç panel halinde gösteriliyor.” Dini kitaplardan alıntılar... Kitapların da aralarında ayrışarak bütünleştiğini anlatıyor Gülsün Karamustafa “Çok tekdüze bir şey değil. Çok iyi okunması gereken bir şey. Çok katman var. O katmanların arasında üç dinin hikâyesinin daha da derinine inilebilir. Bu eser Cenevre’de sergilendiğinde çok yaşlı bir ziyaretçi şu yorumu yapmıştı: ‘Burada ilk defa Aşkenaz bilgisi de görüyorum, genelde Sefarad’la karşılaşırız, hep o öndedir. Ama burada ikisi de dengede’. Nasıl olur bu? O kadar tuhaf ki, ben de acaba bu bilinçle mi yaptım farkında olmadan eserimi? Yoksa işin dengesi içinde o katmanlar mı yan yana geldi? Bunu sonradan çok düşündüm ve sonradan ona istinaden dengeli olmaya çalıştım. Çünkü dinler sadece kendi aralarında Müslüman, Hıristiyan, Yahudi diye ayrılmıyorlar. Bunların da katmanları var. Bu işin içinde o katmanlara da -mesela Ortodoksluğa da, Katolikliğe de gönderme var. Aşkenaz agadasından alıntılar var, ama yine Sefarad bağlantılı olan görüntüler var. Bunları dikkatle okumak gerekir.”
Bunu tabii görünce, anlayabilecek bilgiye de sahip olmak gerekir. O da elbet sanatçının kendi tabiriyle ‘oyunu’.
Sanatçının oyununu görür mü görmez mi bilinmez, ama yine de her izleyici kendi donanımına göre okuyacaktır sergiyi.
Farklı ülkelerde, farklı zamanlarda yaşanmış olayları bugün bambaşka coğrafyalarda halihazırda yaşanan olaylarla bütünleştirmek de mümkün. İşte, sergiye en son dâhil olmuş ve en ufak eseri: Bir cam fanus içine yerleştirilmiş bir kibrit kutusu. Kutunun bir yanında alevler içinde bir kilise... “En iyi kilise yanan bir kilisedir“ yazıyor kutunun diğer tarafında. Allah korusun, bir mabede bir saldırı daha mı? Ancak tüm yaşamda olduğu gibi, bunun da iki yanı var. Korku yanı var elbet. Asla istemediğimiz şiddete gönderme var. Öte yandan bu minicik eserin dincilik kisvesi altında kürtaj karşıtı politikacıların yaptırımlarına karşı üretildiğini öğrenince, bambaşka bir anlam yükleniyor esere.
Ya da New Yorklu sanatçı Jonathan Horowitz’in zeytin ağacından yapılma eserini görünce, mesela Soma’da kesilen zeytin ağaçlarını anmamak mümkün değil. Batıda bir coğrafyada yüzlerini göstererek fotoğraflarının çekilmesine izin veren halk ve Nilbar Güreş’in Trabzon’da çektiği fotoğraflarda çoğu yüzlerini kameradan saklayan doğu halkı. O kadar farklı, oysa yaşam savaşları -özünde- o kadar aynı.
Karanlıkta Gökkuşağı, gerçek bir gökkuşağı gibi renklendiriyor izleyicinin düşüncelerini. Serginin ortak küratörü İsrailli Galit Eilat’ın dile getirdiği gibi, bir göz kırpması anında anlıyor izleyici; “Geçmişte öğreniyoruz ve öğrendiğimizi geleceğe yansıtıyoruz. Geleceği anlamak üzere ancak çağdaş olanı bir göz kırpması gibi görebiliriz. Zira çağdaş olan da zaten anlık. Üzerinde konuştuğumuz an, gördüğümüz her ne ise, zaten geçmiş, bitmiş oluyor. Dolayısıyla geleceğimiz hakkında öğrenebileceğimiz tek yer, içinde yaşadığımız an.” Geçmişte, geçmişle örülmüş içinde yaşadığımız an.