Geçtiğimiz yüzyılda bin üç yüz kişilik bir Yahudi cemaati vardı Kırklareli’nde. Bugün ise bu şehirde cemaatten sadece üç kişi kaldı. Eşini kaybettikten sonra çocuklarının yanına İstanbul’a yerleşen Kırklarelili Berta Magriso ile geçmişi, bugünü ve özlemlerini konuştuk…
Berta Alevi Magriso.
Önce sizi tanıyalım...
İsmim Berta Alevi Magriso. 1927 Kırklareli doğumluyum. Kırklareli Ortaokulu’nu bitirdikten sonra, ailem beni Notre Dame de Sion Lisesi’nde yatılı okumam için İstanbul’a yolladı. Ancak bir yıl okuduktan sonra Kırklareli’ne geri döndüm ve Samil Magriso ile evlendim. Eşimin manifatura dükkânı vardı, aynı zamanda mandıra ticareti yapardı. Yıllar önce, oğlumu ve kızımı okumaları için İstanbul’a yolladım. Oğlum Mimarlık Fakültesi’ni bitirdi, kızım da liseden mezun olduktan sonra, Devlet Sekreterlik Okulu’nda iki yıl okudu. Eşim vefat ettikten sonra, 1995 yılında İstanbul’a çocuklarımın yanına geldim. Kızım otuz sekiz yıl Eczacıbaşı’nda koordinatör sekreterliği yaptı. Ancak maalesef kızımı üç yıl önce amansız bir hastalıktan kaybettim.
O yıllarda Kırklareli Yahudi Cemaati’nin yaşantısından ve kendi hayatınızdan bahseder misiniz?
Kırklareli her zaman çok modern bir şehir olmuştur. Genç kızlığımda şehir içinde bisiklet ile dolaşırdım. Gelenek ve göreneklerimize bağlı, ancak aşırı dindar olmayan modern bir cemaat idik. Kaşerut kurallarına uyardık. Babam Şabat günleri sigara içmezdi ve evde ateş yakılmazdı. Ancak bununla beraber, cumartesi günleri sabah duasından sonra erkekler dükkânlarını açardı.
Babam dinine bağlı bir kişiydi. Sinagogun gereksinmeleri ile uğraşırdı. Annem elimi sıcak sudan soğuk suya sokmazdı. Ancak zorunluluklar insana her şeyi yaptırıyor. Babamın yardımcısı vefat edince, babam sinagogun işlerinde ona yardım etmemi istedi. Kefen dikmek, cenazeleri yıkamak, Sefer Toraları temizlemek, gece nöbetleri, hastalara bakmak yardımcı olduğum işlerdi.
Ben Kırklarelili bir eş aldım. Benden başka bir iki çift daha Kırklareli’nde evlendi. Bunların arasında, Alevi, Abravanel ve Kaneti çiftlerini hatırlıyorum. Kırklareli’nde gençler zaten birbirlerini tanıdıklarından, çoğunlukla Edirne’den, Çorlu’dan veya İstanbul’dan eş alırlardı. Düğünler Kırklareli Sinagogu’nda yapılırdı. Sinagogun altındaki dükkânlarda geniş toplumdan esnaflar çalışırdı. Geniş toplumla iç içe yaşardık, tam anlamı ile entegre olmuştuk ama asimile olmadık. Başka dinden biri ile evlenen tek bir bayan hatırlıyorum. Geniş toplumdan birçok arkadaşımız vardı. Arkadaşlarımız ve komşularımız bizi hemşerileri gibi kabul ederlerdi. Asla din ayırımı yapılmazdı. Birbirimizi ziyaretlere giderdik. Halk Evi’nde ve Ordu Evi’ndeki müzikli toplantılara bizi davet ederlerdi. O toplantılarda hep beraber oturur, birlikte eğlenirdik. Anneler Derneği’nde yıllarca geniş toplumdan dostlarımla çalıştım. Öğrenci okutur, anneler gününde hapishanedeki anneleri ziyaret ederdik. Elişi ve dikiş kurslarına gittiğimizden güzel şeyler diker ve kermeslerde satardık. Kazandığımız para ile de yetiştirme yurdundaki öğrencilere destek olurduk.
Yaz aylarında geniş toplum mensupları ve Yahudiler hep birlikte dereye gider, orada piknik yapardık. Özellikle Hıdrellez’de dereye gider, oğlak pişirir, sonra da hep beraber yerdik.
Yakın zamana kadar Kırklareli’nde yaşadığım için bugün halen geniş toplumdan Kırklarelili birçok arkadaşım var. Subaylar, doktorlar ve onların çocukları sık sık beni ziyarete gelirler. Gençler beni anneleri gibi severler.
Biraz da bayramları kutlayış şeklinizden ve bayram yemeklerinden bahseder misiniz?
Bayramlarda sinagoglar dolup taşardı. O zamanlar iki sinagog vardı. Bir tanesi Yahudi okuluydu fakat bayramlarda sinagog olarak kullanılırdı. Tüm bayramlar kuralları ile kutlanırdı. Tüm akrabalar bir evde toplanırdık. Roş Aşana akşamları pırasa köftesi, ıspanak yaprağı dolması, balık, pilav, tavuk ve balkabağı böreği masamızdan eksik olmazdı. Masaya gelen balık sazan balığıydı, zira başka balık yoktu. Sazan balıkları Edirne’den diri diri gelirdi. Enginar olmadığı için kaşkarikas yemeklerine encinarikas derdik. Zaman zaman manavımız bizim için İstanbul’dan enginar getirtirdi.
Cuma akşamları etli közlenmiş patlıcan, domates ve biber dolması pişerdi. O zamanlar buzdolabımız yoktu. Çabuk bayatlamayan yemekleri pişirmeye çalışırdık. Yemekler soğukta kalması için de kuyulara indirilirdi. Mahzenlerde bakliyat, turşu saklardık.
Şavuot Bayramı’nda pirinçli ve peynirli kezadikas yapardık. Şavuot sütün en bol olduğu zaman olduğu için sütlü şeyler yenir. Bu nedenle bol bol sütlaç yapılırdı. Tu Bişvat Bayramı’nda babam aile çocuklarını toplar, bütün meyveleri masaya koyardı. Kesekâğıdına meyveleri koyup çocuklara dağıtırdı.
Tejadas, kezada, kaşkarikas, dağideyada, borekitas, tezpişti ve kurabiyesi, badem ezmesi Kırklareli Yahudi Cemaati’ne has yemeklerdir.
O zamanlar Yahudiler hangi mahallelerde yaşarlardı? Kırklarelili ailelerin isimlerini hatırlıyor musunuz?
Yahudiler Kırklareli’nde Karakaş Mahallesi’nde yaşarlardı. Cumhuriyet Caddesi’ndeki ara sokaklardan birinde Kortijo Grande (büyük avlu) diye adlandırdığımız bir bölge vardı. Büyük bir bahçenin etrafında tek katlı evlerde akrabalar bir arada otururlardı. Daha aşağıda Kortijo Çiko (küçük avlu) dediğimiz bölgede de, küçük bir bahçenin etrafında başka ailelerin akrabaları bir arada yaşarlardı.
İstanbul’a geldiğimde Kırklareli’nde birkaç aile kalmıştık. Bugün sadece üç kişi kaldı. Rozi Haleva ve eşinin benzin istasyonları olduğu için orada yaşıyorlar. Bir de bekâr olan Yeşua Kaneti hala orada yaşıyor.
Kırklarelili ailelerden Polikar, Magriso, Hasday, Baruh, Levi, Kaneti, Mitrani, Çiprut, Haleva, Şair, Adato, Baruh ailelerini hatırlıyorum. Unuttuğum aileler varsa kusuruma bakmasınlar.
O zamanlar Yahudi gençleri eğitimli miydi, erkekler hangi meslekleri yaparlardı, kadınlar nasıl vakit geçirirlerdi?
Benden yaşça büyük olan gençler Alliance Okulu’nda okurlardı. Ağabeyim de orada okudu. Alliance’ı bitiren gençler çoğunlukla Fransa’ya giderlerdi. Bazıları da Edirne’ye veya İstanbul’a giderlerdi. Benim dönemimde kızlar pek okumazdı. Çoğunlukla ev hanımı idiler. Çalışan kadın pek yoktu. Sadece birkaç terzi hanım hatırlıyorum. Hanımlar çoğunlukla ev işleri ile uğraşırlardı. Boş zamanlarında evlerde toplanır, elişi yaparlar, dikiş dikerlerdi. İki ayda bir de, İstanbul’a çocuklarını veya akrabalarını ziyarete giderlerdi. Önceleri İstanbul’a tren ile gidilirdi. Tren yolculuğu on iki saat sürerdi. Daha sonraları Vabis otobüsleri çıktı. Otobüsle İstanbul’a dört saatte varılıyordu. Hatta o zamanlar çocukların sık sık söylediği bir deyiş vardı, ‘Anam de bana, Vabis alayım sana’.
Kışın kapalı sinemalara, yazın ise açık hava sinemalarına giderdik. Sinemada çekirdek yer, gazoz içerdik. Kırklareli’nde gazoz fabrikası olduğundan, gazoz çok tüketilirdi.
Erkeklerin iş yerleri çarşının içindeydi. Çoğunlukla manifaturacı, zahireci veya mandıracı idiler.
Hiç unutamadığınız acı veya tatlı bir anınız var mı?
Hiç unutamadığım acı bir olay var. 1934 yılında Temmuz ayında, Trakya olayları sırasında tüm dükkânlar ve evler yağmalandı. Evlerimizi taşladılar, çerçeveler aşağı indi, her yer harap oldu, içeriye giremedik. Ertesi sabah İstanbul’a gitmeye karar vermiştik. Akşam birinci tren gitti. Ertesi sabah ikinci tren gidecekti. O gece tüm aileler bir evde toplandık. Savcının hanımı o gece bizimle kaldı, kapımızda koruyucular bekledi. Ertesi sabah polisler bir kısmımızı geri döndürdüler, bir kısım da Kırklareli’yi bütünlük terk ettiler. O zamanlar ben yedi yaşındaydım. Mallarımızın bir kısmı çalınmış, bir kısmı da dereye atılmıştı. Toplayabildiğimiz malları evlerimize götürdük.
Trakya olayları ve ufak tefek olaylar dışında ‘Kırklareli insanı hiçbir ayırım yapmadan, herkesi sever’ diyebilirim. Kırklareli benim anavatanım, hayatım orada geçti, orada çok mutlu yaşadık. O günleri, dostlarımı her zaman özlerim.