• Hadi eğitim için dışarısının tercih edilmesini, cemaat dışındaki kesimlerin bir sorun olarak algılaması zor. Fakat Gabay´ın asıl dikkat çekmeye çalıştığı şey gündelik yaşamlarındaki çemberin hızlıca daralması. Bir çırpıda kendi çevresinden son dönemde yaşanan bir kaç örneği sıralıyor: "Böyle bir ortamda hele ticaret yapıyorsanız, adınızı değiştiriyorsunuz. Mois’ler çoktan Musa, Cefi’ler Cem, Meri’ler ise Peri oluverirdi. Geçen gün bir arkadaşım, kimliğimizi saklamak zorundayken, dayatılan bu yeni hayat tarzında çocuğunu büyütmek istemediğini ve Kanada, Panama, Avustralya gibi alternatifleri araştırmaya başladığını anlattı. Bir sonraki gün, bu kez tekstil ile uğraşan başka bir dostumun yanına uğradım. Unkapanı’nda iki Yahudi esnaf kalmışlardı. Duyduklarım daha da içimi ürpertti. Dükkânlarının hemen yanındaki mescitten her cuma namazı sonrası imam efendi tarafından verilen vaazı anlattı. ´Yahudiler mikser gibi tüm dünyayı karıştırırlar´ tarzı antisemit açıklamaları ile tanıdığımız Cübbeli Ahmet Hoca’nın müritlerinden olan imam cuma namazı sonrası alenen halka ´Yahudi-Hristiyan ile dostluk yapmayın´ çağrısını boğazı düğümlenerek dinletiyormuş." BAHADIR ÖZGÜR - RADİKAL
Birçoğumuzun orada burada duyduğu "Museviler gidiyor" malumatı, geçen hafta Şalom gazetesinde Mois Gabay'ın yazdığı, "Türk Yahudileri gidiyor mu?" başlıklı yazıyla teyit edildi bir bakıma.
Zaten Gabay da "Artık bu sorunu görün" diyerek son çare olarak cemaat dışındakilere seslenmek zorunda kalmış: "Sevgili kardeşim, şimdi sana anlatacaklarımı dikkatle dinle. Bundan 20 yıl sonrasının İstanbul ’unda 'Bir zamanlar yüzde 64’ümüz pek istemese de Yahudi komşularımız vardı' dememek için şimdinin cemaat gençlerinin sessiz çığlığına kulak ver."
Gabay ile yazısı üzerine hemen buluştuk. Henüz selamlaşır selamlaşmaz da elindeki telefonu uzattı. "Bak" dedi, Twitter, Facebook ve mail üzerinden kendisine yağan onlarca tehdit mesajını göstererek. "Bu iş hemen her gün böyle. Ne zaman birileri İsrail'e kızsa ya da Türkiye 'de açıklayamadığı bir durum olsa sosyal medyada gördüğü ilk Yahudi ismine saydırıyor."
(…) Hadi eğitim için dışarısının tercih edilmesini, cemaat dışındaki kesimlerin bir sorun olarak algılaması zor. Fakat Gabay'ın asıl dikkat çekmeye çalıştığı şey gündelik yaşamlarındaki çemberin hızlıca daralması. Bir çırpıda kendi çevresinden son dönemde yaşanan bir kaç örneği sıralıyor:
"Böyle bir ortamda hele ticaret yapıyorsanız, adınızı değiştiriyorsunuz. Mois’ler çoktan Musa, Cefi’ler Cem, Meri’ler ise Peri oluverirdi. Geçen gün bir arkadaşım, kimliğimizi saklamak zorundayken, dayatılan bu yeni hayat tarzında çocuğunu büyütmek istemediğini ve Kanada, Panama, Avustralya gibi alternatifleri araştırmaya başladığını anlattı. Bir sonraki gün, bu kez tekstil ile uğraşan başka bir dostumun yanına uğradım. Unkapanı’nda iki Yahudi esnaf kalmışlardı. Duyduklarım daha da içimi ürpertti. Dükkânlarının hemen yanındaki mescitten her cuma namazı sonrası imam efendi tarafından verilen vaazı anlattı. 'Yahudiler mikser gibi tüm dünyayı karıştırırlar' tarzı antisemit açıklamaları ile tanıdığımız Cübbeli Ahmet Hoca’nın müritlerinden olan imam cuma namazı sonrası alenen halka 'Yahudi-Hristiyan ile dostluk yapmayın' çağrısını boğazı düğümlenerek dinletiyormuş."
Bir ara boykot listesine alınan Mario Levi'nin söylediği, "Günün birinde bu ülkeyi terk edebilirim” sözünün hiçbiri için artık uzak bir ihtimal olmadığını belirtiyor, Gabay. Belki de bu ülkeyi en son terk edecek kişilerden birinin kendisi olduğunu ısrarla vurgulamasına rağmen, çoğu kez sokakta, takside “Siyonist” kılıfı altında Yahudi’ye hakareti reva gören pek çok muhabbete şimdilik kulaklarını tıkasa da umudunun hızla tükendiğini de sözlerine ekliyor.
(…) "Yasalar değişti. Nefret söylemi suç ama bize yönelik hangi hakarete, tehdide dava açıldı şimdiye kadar. Burada iktidarı da tek başına suçlamıyorum. Muhalefeti, sivil toplumu, sendikası, demokrat kamuoyu da bize kalkan olmalı. Bu işin takipçiliğini yapmalı. Bizden de bir Hrant'ın vurulması mı bekleniyor? Biz kendimizi savunduğumuz zaman tehditler katlanarak büyüyor. Ama bizimle ortak bir kamuoyu oluşursa en azından güvenimiz ve umudumuz artar. Yazımda da dediğim gibi, siz sahip çıktığınız ölçüde, bu topraklar farklı renkleriyle yeşerecektir!"
Gabay'ın son sözleri gerçekten önemli. Bu ülkedeki Museviler ile empati yapmak, sorunlarını görmek için illa onlardan da bir Hrant Dink'in yitirilmesi mi lazım?
Bahadır Özgür
http://www.radikal.com.tr/politika/museviler_tedirgin_illa_bizden_de_bir_hrant_mi_vurulmali-1250591
Genel anlamda Türkiye’nin İsrail meselesine daha pragmatik ve daha az duygusal yaklaşması şart. İsrail-Filistin ihtilafı tırmanırken Ankara ılımlaştırıcı bir rol üstlenmeli. Bu, Ankara’nın İsrail’in politikalarına yönelik her türlü meşru eleştirilerine son vermesi anlamına gelmez. Örnek olarak Ürdün Kralı alınabilir. Kral bir yandan İsrail’e sert eleştiriler yöneltmekten kaçınmazken diğer yandan İsrail Başbakanı ile görüşmeler dâhil diplomatik temaslara destek vererek ortamı yatıştırmaya çalışıyor.
İsrail-Türkiye Ticaret Odası’nın verilerine göre iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin bu yıl yeni bir rekor kırması bekleniyor. Geçen yıl iki ülke arasındaki ticaret hacmi yaklaşık 5 milyar dolardı. Bu da Ankara hükümetinin istediğinde pragmatik davranmayı çok iyi bildiğinin bir kanıtıdır.
Al-Monitor’a konuşan kıdemli bir İsrailli bakan, ilişkilerdeki mevcut duruma dair şöyle dedi: “Eğer Türkiye İsrail’le normalleşme istiyorsa büyükelçisini buraya ön koşulsuz olarak göndersin. Ondan sonra anlaşmayı tamamlayabiliriz.”
Mavi Marmara olayını inceleyen Palmer Komitesi’nin Türk temsilcisi Özdem Sanberk, İsrailli meslektaşı Joseph Ciechanover ile birlikte normalleşmenin yol haritasını da hazırlayan kişiydi. Sanberk kasım sonunda geri çağırılan büyükelçilerin Netanyahu’nun Mart 2013’te Erdoğan’dan dilediği özrün ardından geri gönderilmemiş olmasının üzüntü verici olduğunu söyledi. Sanberk bu açıklamayı İsrail’in İstanbul Konsolosluğu ile Kadir Has Üniversitesi tarafından düzenlenen Türk-İsrail Konferansı’nda yaptı.
Mavi Marmara trajedisinin üzerinden beş yıl geçmişken artık gündemi değiştirmenin ve iki taraf arasında güveni yeniden tesis edecek büyük adımlar atmanın zamanı gelmiş gibi görünüyor. Bu adımlar, tazminatlar henüz ödenmeden ve İsrail subaylarına karşı Türkiye’de başlatılan yasal işlemler ve davalar henüz düşürülmeden de atılabilir.
Son günlerde Kudüs-Ankara hattında epeyce “normalleşme girişimcisi” ve “uzlaşı elçisi” mesai harcıyor. Bunlar bazen resmi kurumlarla da eş güdüm hâlinde çalışarak diplomatik ilişkileri normalleştirecek formüller arıyor ve bu yoldan ekonomik menfaatlerini ilerletmek istiyor. Ne var ki Türkiye Cumhurbaşkanı Hamas’ın Türk topraklarında faaliyet göstermesine müsaade etmeye, her fırsatta İsrail’e saldırmaya devam ettikçe Netanyahu’nun çalışma arkadaşları başbakanın mevcut tutumuna destek bulduğunu vurguluyor. Netanyahu, Erdoğan’la herhangi bir anlaşmayı tamamlamanın imkânsız olduğuna her seferinde yeniden ikna oluyor.
Arad Nir
1. ADÖG, imzacıları, İsrail devletine Yahudi düşmanlarının gözlüğünden bakmaktadırlar. Türkiye kamuoyuna İsrail devletini potansiyel suçlu ve mücadele edilmesi gereken bir düşman olarak tanıtmaktadırlar. Türk devletini ve onun direksiyonunda oturan asker sivil bürokratlarını, “Siyonist İsrail devletinin işlediği suçlar için Türkiyeli Yahudileri cezalandırmayı düşünecek kertede nefret suçuna yatkın yöneticiler…” oldukları için eleştirmektedirler. Eğer ki, Türk devlet erki, “kendi” Yahudi vatandaşlarını değil de, onların tabirleriyle “Siyonist İsrail devletini” cezalandırsa, herkes bundan büyük bir memnuniyet duyacaktır. En azından sesini çıkarmayacaktır.
“Siyonist İsrail devleti” kavramı, global antisemitizmin, Yahudi halkının Filistin’de devlet olarak var olma hakkına karşı icat ettiği antisemit bir klişedir. Türkiye toplumunun hemen hemen bütün kesimlerinin (sağ, sol, liberal) İsrail devletinin meşruiyetini tartışma konusu yapmak, ya da reddetmek için kullandığı bir klişedir.
Musevi halkın kanı ve canı pahasına kurulan İsrail devleti, yurdundan sürgün edilen Yahudi halkının, dünyanın hemen hemen bütün ülkelerinde uğradığı aşağılanmalardan, toplu kıyımlardan, pogromlardan ve modern çağın 20. yüz yılında, insanlığın gözleri önünde eşi benzeri görülmemiş Nazi barbarlığının soykırımından sonra, hayatta kalmayı başaranlar için bir sığınaktır. O ülke, o topraklar, Yahudi halkının da yurdudur.
İsrail devleti, Yahudi halkının önüne çıkarılan bin bir engeli nice direniş ve mücadeleler sonucu bertaraf ederek, kendi yurdu üzerinde, birleşmiş milletlerin de onayı ile kurduğu meşru bir devlettir. Bunu içine sindiremeyen, her fırsatta İsrail’i haritadan silmeye yeltenen Holocaust’u kamuoyunda, özelliklede İslam dünyasında “Yahudi uydurması bir yalan” olduğunu propaganda edecek kadar seviyesizleşen eski ve yeni Nazilerle birlikte, bir elinde “KURAN”, diğer elinde “KAVGAM”, ortaçağ karanlığının insanlığa meydan okuyan İslami-faşizmidir.
2. ADÖG “anti-siyonizm”in ne anlama geldiğini açıklarken şu görüşlere yer vermiş: “İşgal ettiği topraklarda Yahudilerden başkasına yaşam hakkı tanımayan Siyonist fikir ve pratiğe karşı olmak, yani anti-Siyonist olmak başka şey, anti-Semitizm ya da Yahudi düşmanlığı başka şeydir…”
"Anti-siyonizm" günümüzde her türden Yahudi düşmanlığının içinde yer aldığı, İsrail'e ve Yahudi halkına karşı yönelen dezenformasyonların, iftiraların komplo teorilerinin kılıfıdır. Bu antisemit akımın taraftarlarına soracak olursanız hiç kimse Yahudi düşmanı değillerdir! Ama militan “anti-Siyonist”dirler.
…
Antisemitizme “karşı” olmak adına “anti-Siyonist” olmakta bu örneklerle benzerlik içindedir. “Anti-Siyonizm”, sözde dünyayı ele geçirmiş Yahudi lobisinden, dünya finans sistemini ele geçirmiş Yahudi sermayesine, siyonist işgalden savaş kışkırtıcılığına, kan emicilikten Siyon bilgelerinin protokollerine vs. steryotipleştirilmiş antisemit düşüncelerin altına sokulduğu örtüdür.
ADÖG bildirisi, bu antisemit düşünce akımından kendisini ayırt etmemektedir.
3. ADÖG’nin İsrail devleti ile bağlantılı olarak “İşgal ettiği topraklarda Yahudilerden başkasına yaşam hakkı tanımayan Siyonist fikir ve pratiğe karşı olmak” adına ortaya attığı iddia da antisemit önyargının bir ürünüdür. Zira İsrail nüfusunun %20’si Arap halkı ağırlıkta olmak üzere Yahudi olmayan halklardan oluşmaktadır. Bütün etnik farklılıkların, İsrail’in devlet olarak varlığını tanımak koşulu ile örgütlenmelerinin seçme ve seçilme haklarının önünde hiçbir engel yoktur. Bizdeki %10’luk seçim barajına karşılık İsrail’de seçim barajı %3,2dir. Yeni İbranice ve Arapça İsrail’in kamu hayatında kullandığı resmi dilleridir. İsrail devlet olarak bağımsızlığını ilan etmesinden buyana, halkın demokratik iradesinde askeri müdahalenin yeri yoktur. İsrail’de farklı inançlara mensup (Müslüman, Hıristiyan) halkların Yahudi halkıyla birlikte yaşadığı hatta binlerce Filistinlinin yaşamını idame ettirmek için yıllardır her gün Filistin özerk bölgeden sınırı geçerek İsrail’de çalışmak üzere giriş-çıkış yaptığı bilinen bir gerçektir. İsrail, Arap ırkçısı İslami kuşatmaya ve buna arka çıkan bütün Arap dünyasına, İran İslam Cumhuriyeti ve TC devletine rağmen, karşılıklı güven ortamında birlikte ve iyi komşuluk ilişkileri içerisinde yan yana yaşamın yol ve imkânlarını aramaktadır. Karşılıklı güven ortamında birlikte yaşamanın temelini dinamitleyen esas gücün İsrail değil, İsrail’i haritadan silmek isteyen ortaçağ karanlığı ve ardındaki aynı kafa yapısına sahip antisemit güçlerdir.
…
“Anti-Siyonizm”i bir madalyon olarak kabul edecek olursak, bir yüzü antisemitizmin ta kendisi iken, diğer yüzü de Filistin “dostluğu”dur. 1960’lı yıllarda ivme kazanan anti-Yahudi “Filistin dostluğu” Türkiye solunun gözünü bir hayli kör etmiştir. Burada dostluğun koşulu, İslami gericiliğin antisemitizmine mutlak ortak olmak, her türlü eleştirici yaklaşımdan uzak durmaktır. Beka Vadisine inen her devrimcin “gerilla eğitimi”, eline tutuşturulan silahın hiç itirazsız İsrail’i hedef almasıyla başlar. Onlarca yıldır gelenekselleştirilmiş Yahudi düşmanlığı, Türkiye solunun bu güne kadar sorgulamayı göze alamadığı en temel zaaflarından bir tanesidir. Bu yapısal antisemit duruşla ciddi bir yüzleşme cesareti göstermeden Türkiye solunun ne soykırım mağduru halklar meselesine nede genel anlamda ezilen halklar meselesine tutarlı bir duruş göstermesi mümkün değildir.
Ali Ertem
http://www.newededersim.com/index.php/basindan/item/2655-s-o-s-antisemitizm-ali-ertem
Dünya üzerinde, tam bilinmemekle beraber 200 bine yakın insanı kapsayan bir azınlığın ninni sözleri bunlar. Bu kültürün dilini, müziğini anlatmak için öncelikle bir ninni ile başlamak istedim. Çünkü bir ninni, ilk lirik bağıdır annenin çocuğuyla. Bir annenin, bir halkın hayallerini, tüm iyi temennilerini saklar. Çocuklar annelerinden duyduklarıyla büyür… Kültürler de öyle.
Ladino; bir kültürün, bir azınlığın, bir müziğin, çoğu zaman anlaşılamayan, hatta ve hatta unutulmaya yüz tutan iki üç kelimenin ön adı. Bir topraktan başka bir toprağa göçüp orada aşık olmanın, orada özlemenin, orada yaşamanın dili, kültürü, sesi. Bu coğrafyalara kaçıp gelen İspanyol kökenli Yahudilerin dilidir Ladino. Bir sürgünün dili… Judeo- İspanyol da deniyor, Yahudi İspanyolcası. Kovuldukları topraklardan bu topraklara… Bir yaşamın dili, kültürü Ladino.
Garip bir büyü var dillerinde. Ninnileri, ağıtları, düğün şarkıları…
Bir Ladino müziği dinlerken yüreğinizin titrediğini hissedebiliyorsunuz. Kaburgalarınız arasında uçan kuşları fark ediyorsunuz. Dinlediğiniz, lakin anlamayıp da hissettiğiniz sözler mi soktu o kuşları oraya, yoksa onları hissetmenizi mi sağladı… Bilemiyorsunuz. İşte tüm Ladino dilinde şarkılarda böyle garip bir tını var. Neticede kelimelerinde saklıyordu bir halk ona ait olan ne varsa. O kelimelerden yüreğine dokunanları ise birbirine ekleyip müziğinde yaşıyordu. Azınlık olmak bir halkı, yüreğine değen tüm kelimelerden uzaklaştırır mı? Peki ya ezgileri, ezgilerini süslediği dili?
Hevra Poyraz
http://www.evrensel.net/haber/99558/bir-surgun-dili-ladino#.VItjzkjdMDW.facebook
- Gayrimüslim azınlıklardan Ermeniler ile Yahudilerin AK Parti iktidarına bakışları neden farklı yönlere doğru ilerledi sizce?
Ermeni cemaati için kazanım olan her şey Yahudi cemaati için de kazanç olarak duruyor. Ama bir de İsrail var. İsrail olayının psikolojik etkisi Türkiye siyasetini etkilediği sürece ve iki ülke ilişkileri normal olmadığı sürece....
- Yahudi cemaatinin bugün Türkiye’de güvenlik kaygıları üst noktada. Türkiye’de yaşayan Yahudilerin ötekileştirilmesini normal mi görmek lazım?
Sonuçta bir kitle böyle hissediyorsa yönetimin bir şey yapması lazım. Sırf yönetim olduğu için sorumluluk sahibidir. Madalyonun diğer yüzüne gelirsek; bütün bunlar Yahudi cemaatinin İslam ve bölge algısıyla doğrudan bağlantılı. O algı çok güçlü siyaset ve pozisyon üreten bir algı. Ermeniler onlar gibi davranmıyorsa, tarihsel olarak bu iki cemaat arasındaki farkın ne olduğuna giderek bunu anlayabiliriz.
- Sözcü okuyan Yahudilerden bahsettiğiniz yazıda birkaç yüzyıl geriye giden Müslüman alerjisinin bugün farklı şekilde yüzeye çıktığını ileri sürdünüz, çok tepki çekti. Hıristiyanlarda yok mu o bahsettiğiniz türden alerji?
Bu bir olgu, bir durum, bir tanımlama değil. Mesela Alevi-Sünni meselesi de böyle. Karşılıklı birbirini kültürel olarak reddeden bir önyargılar sepeti var. Ben gayrimüslimlerde –sadece Yahudilerde değil Ermenilerde de- bir tür Müslüman’ın küçümsenmesi gibi bir bakış olduğunu bizzat 60 yıldır yaşıyorum. Ve bu çok doğal.
- Eğer hakikaten dediğiniz gibiyse, neden doğal olsun ki bu tür bir küçümseme?
E çünkü o kadar ezilmişsiniz, mağdur edilmişsiniz ki kendinizi korumanız için kendinizi daha güçlü ve üstün hissetmeniz lazım. İkincisi, Yahudiler de Ermeniler de daha modern ve Batı’ya daha açıklar, daha eğitimliler. Bunların getirdiği kendini daha üstün görme psikolojisi var. Müslüman diye size sunulan insanların tipik davranışlarını izliyorsunuz ve de kendinizin daha üstün olduğuna dair bir kanaati doğal olarak hissediyorsunuz. Ben bunda bir problem de görmüyorum. Ama bunun konuşulması ve ‘Hay Allah niye böyle oldu’ denmesi gerekiyor o kadar.
Etyen Mahçupyan (Cansu Çamlıbel)
http://www.hurriyet.com.tr/gundem/27773709.asp
Netten okumalar
http://www.dw.de/netanyahu-yeniden-se%C3%A7ilebilecek-mi/a-18118139
http://israilblogu.com/2014/12/09/kudusu-saran-dini-ates/
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/isgal-altinda-haremi-serifi-tartismak/haber-363292
http://guncelyemek.blogspot.com.tr/2013/11/sufganiyothanuka-bayrami-tatlisi.html?spref=fb
http://aljazeera.com.tr/belgesel/israil-amerikayi-neden-vurdu