Arthur Miller’ın ‘Bedel’i

Avusturya- Macaristan’dan ABD’ye gelen göçmen bir Yahudi babanın oğlu olan, 20. yüzyılın en önemli dram yazarlarından Miller, bu oyununda nereden bakarsak bakalım verilen her türlü kararın bir ‘bedel’i olduğunu vurguluyor

Erdoğan MİTRANİ Sanat
17 Aralık 2014 Çarşamba

Arthur Miller (1915-2005) ülkemizde çok tanınmış ABD’li bir oyun yazarı. Altmışlı yılların başında İstanbul’a dönen Muhsin Ertuğrul hocanın başlattığı, tiyatromuzun 1970’lerin sonuna kadar süren altın yıllarında ‘Cadı Kazanı’, ‘Satıcının Ölümü’, ‘Bütün Oğullarım’, ‘Köprüden Görünüş’ defalarca oynanmış; ‘Bedel’, 1970 yılının başlarında Kent Oyuncuları tarafından büyük başarıyla sahnelenmişti.

20. yüzyılın en önemli dram yazarlarından biri olan Miller, New York’un Harlem mahallesinde doğmuş, Avusturya-Macaristan’dan ABD’ye gelmiş Yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken ekonomik buhranda, 1929’da iflas etmiş. Maddi imkânsızlıklara rağmen Arthur, Michigan Daily gazetesinde redaktörlük yaparak, edebiyat ve İngiliz dili yükseköğrenimini sürdürmüş. İlk ününü yaptığı ‘All My Sons / Bütün Oğullarım’dan (1947) itibaren hem ülkesinde hem de dünyada modern tiyatronun en büyük yazarlarından biri olarak kabul görmüş.

Arthur Miller’ın, kahramanlarının haşin bir toplum içerisinde kendi vicdanlarıyla, suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalıştıkları oyunları, ilk bakışta aile hikâyeleri anlatan bireysel dramalar gibi gözükse de, aslında çağlarının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilen eleştirel metinlerdir. Bu eleştirel bakışının doruğu, 1950’lerde çok sayıda sanatçıyı komünist olmakla suçlamış olan Senatör Joseph R.  McCarthy’nin ve başkanı olduğu  Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi’nin binlerce insanın yaşamını karartışını, 1692 yılında Salem kasabasında cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanan insanların idam edilmeleri üzerinden anlattığı ‘The Crucible / Cadı Kazanı’ adlı oyundur. Gerçek tarihsel olaylardan esinlenmiş olmasına karşın, Cadı Kazanı 1957’de yazarının komünizmi desteklemekle suçlanarak ifadeye çağrılmasına sebep olacak, Miller komiteyi hiçe sayarak ifade vermeyi reddettiği için, sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkûm edilecektir.

1956’da dönemin ünlü sinema oyuncusu Marilyn Monroe ile evlenen Miller, karısı için ‘The Misfits / Uyumsuzlar’ filminin senaryosunu yazmış, 1961’de Monroe’dan boşandıktan sonra ‘After the Fall / Düşüşten Sonra’ (1964) adlı oyununda bu evlilikle ilgili kişisel sorunlarını anlatmıştır. Aynı yıl sahnelenen ‘Incident in Vichy / Vichy’de Olay’da Naziler tarafından rastgele Yahudi diye tutuklanan insanların sorunlarına eğilmiş, ‘Playing for Time / Zaman Kazanmaya Çalışırken’ (1980) adlı TV filminin senaryosunda da, Nazilerin Yahudilerden oluşturduğu Auschwitz orkestrasını konu almıştır.

Arthur Miller’ın 1968’de kaleme aldığı, ‘Bedel’Bağlantısızlar Tiyatro Topluluğu tarafından, Emre Koyuncuoğlu yönetmenliğinde sahneleniyor ve bir Tiyatro Ti ve Bağlantısızlar ortak prodüksiyonu olarak sunuluyor.

Anladığım kadarıyla ilk başta bir Tiyatro Ti yapımı olarak düşünülen oyun tam ortaya çıkmışken, Tiyatro Ti’nin kurucusu Hakan Pişkin, bedellerden yorulduğunu ve bir süre ‘durma’ kararı verdiğini ifade etmiş. Bu da Bağlantısızlar adıyla yeni bir tiyatro topluluğunun kurulmasına vesile olmuş. 

Koreograf, çevirmen, eleştirmen, oyun yazarı ve tiyatro yönetmeni Koyuncuoğlu, 1987’de Yeşil Üzümler Hareket Tiyatrosu’nu kurmuş, 1997’ye kadar çok sayıda performans ve koreografi gerçekleştirmiş. Kuruluşundan 2010 yılına kadar Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nun sanatçı kadrosunda yer alan Emre Koyuncuoğlu, 1994-2014 yılları arasında ulusal ve uluslararası pek çok bağımsız sahne projesine imza atmış olan, birçok üniversitede eğitmenlik de yapan on parmağında on marifet bir sanatçı. Adı sizi aldatmasın; kendisi çok da hoş bir genç kadın.

‘Bedel’, geçmişleriyle kavgalı iki kardeşin, yıkım sürecindeki boş bir apartmanda yıllardır

dokunulmadan duran eşyaların elden çıkarılma sürecinde geçiyor. Victor, 1929 buhranı sırasında iflas eden babasına bakmak için üniversiteyi yarıda bırakarak polis olmuştur. Hayal ettiği gibi bilimle uğraşmak için evi terk eden, başarılı ve zengin bir doktor olan ağabeyi Walter, kardeşine destek olabilecekken ona el uzatmamıştır.

Nereden bakarsak bakalım verilen her türlü kararın bir ‘bedel’i vardır. Sistem, sadece hayallerinden vazgeçerek karısı Esther ile birlikte bunun bedelini ödemeyi kabullenen Victor’ı değil, karısından ayrılan, sinir buhranları geçirerek hastanelerde yatmış olan Walter’ı de kendi payına düşeni ödemeye zorlamıştır. Peki bu ağır bedeller gerçekten ödenmeye değer midir; kaybolmaması için bedeller ödediklerimizin bir anlamı, bir değeri var mıdır; yoksa aynen bizim için değerli, yaşlı eskici için ‘ikinci el’ olarak üç kuruş etmeyen mobilyalar gibi, bütün fedakârlıklar boşuna mıdır; yıllar sonra, kaybettikleri anne babalarının eşyalarını elden çıkarırken karşı karşıya gelen iki kardeş, anılarıyla yüzleşerek, kendilerini ve birbirlerini affedebilecekler midir?

Miller materyalist toplumlardaki değer yargılarının oluşturduğu suçluluk duygularının kişiler üzerindeki yıpratıcı etkisini diyalektik bir anlayışla ele alırken, kapitalist sistemin sömürü düzenine de kurnaz ve tatlı bir ihtiyarın, eşyalara fiyat biçmeye gelen eskicinin vasıtasıyla ışık tutuyor. Dört karakteri sahnede konuşup tartışırken bütün yaşananların müsebbibi olan kilit karakteri, parayı da hiç unutmuyor, unutturmuyor. Ekonomik kazancın insanların psikolojisini ne kadar etkilediğini, yanında getirdiği hırs ve rekabetin nasıl buhranlara sebep olduğunu incelikli metninin satır aralarına serpiştiriyor.

 

45 yılın hikâyesi

Bedel’e yazılışından neredeyse yarım yüzyıl, ilk izleyişimden de 45 yıl kadar sonra tekrar giderken kafamda hep ‘acaba’lar dolanıyordu: Acaba o günlerde modern bulduğumuz oyun zamana ne kadar dayanabilmişti; acaba 1968’in sorunları 2014’de güncelliğini ne derecede koruyabilmişti; ve acaba’ların en önemlisi, aradan geçen yıllar boyunca asıl değişmiş olan biz seyirciler, bir zamanlar büyük bir heyecan ve hayranlıkla izlediğimiz bu oyundan acaba aynı zevki alabilecek miydik?

Cevabım ne tam evet, ne de tam hayır.

Bedel, işlediği konuya bakılınca her dönemin hikâyesi. Karakterlerinin kaygılarında, sıkışmışlığında, bunalımlarında kendi kaygılarımızı, sıkışmışlığımızı, bunalımlarımızı görüyoruz tabii ki. Ancak ne kadar iyi anlatılırsa anlatılsın, metin ne kadar sağlam olursa olsun öykü bildik ve bu sebeple de biraz eskimiş bir az demode.

Başarılı dekorundaki eskimiş ama anı değeri yüksek mobilyalar gibi, nostaljik bir tadı da yok değil. Bu yüzden örneğin ‘Irk Bitig’ gibi çok daha ayrıksı çalışmalarını bildiğimiz Emre Koyuncuoğlu’nun, klasik bir sahneleme yeğlemiş olmasının çok yerinde bir karar olduğunu düşünüyorum.

Hakan Pişkin, dramaturji çalışmasında Nüvit Özdoğru’nun çevirisinden yola çıkmış. Kenterler’in sahnelemesinde Esther karakterinden çıkarılan bazı bölümlerin eklenmesi çok isabetli olmuş. Yine de, karakterler arasındaki denge bozulmaksızın, günümüz seyircisinin sabır düzeyi göz önüne alınarak, oyun biraz kısaltılmış. Şu anda oynanmakta olan hâli ara dahil iki saat sürüyor.

Berfin Aktaş ve Ecehan Polar’ın dekoru ve kostümleri kadar, Yüksel Aymaz’ın ışık tasarımı da çok iyi. Çiğdem Borucu Erdoğan’ın müziğine değil ama ses efektlerine biraz takıldım. Olay o günlerin (şimdi bizde olduğu gibi) kentsel dönüşüm geçirmekte olan New York’unda, yıkılmak üzere olan bir apartmanda geçiyor. Dışarıdan gelen ve oyundaki iç yıkımla dışarıdaki yıkımın paralel gittiğini belirleyen yıkım sesleri bana biraz zayıf gibi geldi.

Engin Alpateş (Victor), Serpil Özcan (Esther),  Ender Yiğit (Eskici),  Serkan Çetinkaya (Walter) dörtlüsü başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Toplulukta ilk sahnelenişini izlemiş tek kişi olan Ender Yiğit’in, Gregory Salomon’a getirmiş olduğu farklı yorum çok ilginçBağlantısızlar’ın kurucularından Engin Alpateş ve Serkan Çetinkaya’nın etkileyici performanslarının tek kusuru biraz fazla genç kalmaları. Özellikle Engin Alpateş, MİT’de okuyan bir çocuğun babası olarak yaşça biraz genç duruyor. Serpil Özcan’ın Esther yorumu heyecan verici. (her heyecan verici oyuncuyu keşfettiğimde altından Şahika Tekand çıkmasına artık alıştım galiba)

Sonuç olarak Bedel, Tiyatro Hâl ve benzeri gibi sahnelerden çok, ödenekli tiyatrolarımızın iyi dönemlerine ya da örneğin Nedim Saban gibi daha klasik bir tarzda son derece sağlam işler çıkaran bazı tiyatrolarımıza daha fazla yakışacak bir çalışma.

Bu tarzdan keyif alanlar, Arthur Miller gibi çok önemli bir yazarı henüz keşfetmemiş olanlar ve belleklerini tazelemek isteyen bütün izleyicilere tavsiye ederim.

Bedel vesilesiyle kurulmuş olan Bağlantısızlar Tiyatro Topluluğu’na başarılar dilerim. Zorlu bir işe kalkışmışlar. Yolları açık olsun.

Hepinize iyi seyirler.