Kral Şelomo ve arı

Sevgili okuyucularım, bu hafta sizlere anlatacağım hikâye Talmud Kitabı’nın içinde yer alıyor. Bu hikâye de, her zaman olduğu gibi bir ibret öyküsü. En yüce makamlarda oturan bir kişinin bile, umulmadık birinden alabileceği bir destekten ne denli yararlanabileceğinin öyküsü bu. Yani hiç kimseyi küçük görmemek gerekliliğinin şartı…

Sara YANAROCAK Kavram
24 Aralık 2014 Çarşamba

Günlerden bir gün Kral Şelomo, saraydaki çalışma odasında otururken, odanın sessizliğini bir arı vızıltısı doldurdu. Kral etrafına bakınırken, aniden burnunun üzerine bir arı kondu. Şelomo’nun gözleri büyüdü, burnuna konan arıya baktı. Arı burunun sahibinin Şelomo olduğunu görünce, korkuyla kanatlarını çırptı ve geriye kaçtı. Şelomo tüm yaratıklarla olduğu gibi arıların dilinden de anlıyor du. Arı ile göz göze geldiler ve arı telaş içinde:

“Yüce kralım. Odanıza yanlışlıkla girdim. Amacım kesinlikle kötü değildi. Lütfen pencereden çekip gitmeme izin verin. Lütfen beni öldürmeyin!”diye feryat etti. Şelomo ona gülümseyerek baktı, usulca yerinden kalkarak perdeleri iyice geriye çekti, pencereyi ardına kadar açarak ona baktı ve:

“Ben, senin gibi minik bir yaratığı öldürecek kadar küçük değilim. Senin bana ne zararın, ne de faydan dokunur. Hadi bakalım, şimdi uç ve git” dedi. Sesinde bir önemsememe edası vardı… Arı gidince pencereden dışarı baktı ve uzaktan gelen şatafatlı kalabalığı gördü. Saba Melikesi Belkıs, atının üzerinde, göz alıcı renklerle giyinmiş, değerli mücevherlerle süslenmiş bir şekilde, peşindeki gösterişli maiyetiyle birlikte salına salına saraya yaklaşıyordu. Yanına yaklaşan hizmetkârı:

“Yüce kralım, Saba Melikesi’ne karşı dikkatli olun” dedi ve devam etti:

“Sizin gücünüzü, aklınızı, halkınızın size olan sevgisini ve bağlılığını delicesine kıskanıyor. Bir açığınızı yakalamaya çalışıyor” diye ekledi. Kral yüksek sesle alaycı bir kahkaha patlattı ve:

“Amma da çok korkuyorsun, merak etme kendimi koruyacak kadar bilge ve güçlü bir insanım” dedi.

Kraliçe onun yanına geldiğinde yine zekice ve dolambaçlı sorular sordu. Şelomo yine ustalıklı cevaplarla onu mat etti. Kraliçe onun bir açığını bulmak, beceriksizliğini yüzüne vurmak arzusuyla kıvranıyor, kafasında türlü fikirler üretiyordu. Ertesi gün Şelomo’nun sarayının bahçesindeyken, mis kokulu, kocaman bir kırmızı gül koparttı. Daha sonra kendi muhteşem çadırına döndüğünde, kendisiyle birlikte ülkesinden getirdiği sanatçılar huzuruna çağırdı.

Elindeki gülü göstererek aynısın tıpkısından 99 tane sahte gül yapmalarını emretti. Ertesi akşam, Şelomo onun şerefine bir yemek daveti tertiplemişti. Melike olağanüstü güzelliği ve şıklığı ile saraya geldi. Hizmetkârının elinde koca bir sepet kırmızı gül vardı. 100 tane muhteşem kırmızı gül! Yemekler lezzetli, insanlar çok hoş, müzik ise harikaydı. Yemekten sonra Şelomo keyifle arkasına yaslanıp, güzel kraliçeyi süzerken, Kraliçe gülümseyerek ona baktı ve:

“Çok saygıdeğer kralım, sizi yine sınamak isterim” dedi ve müstehzi bir ses tonuyla gül sepetini işaret etti:

“Bu gördüğünüz gül sepetindeki güllerden sadece bir tanesi gerçek olup, diğerleri sanatçılarımın eseri olan sahte güllerdir. Hadi bakalım oturduğunuz yerden hangisinin gerçek gül olduğunu bulun bakalım.”dedi. Şelomo koltuğunda sıkıntıyla kıpırdandı. Belli etmiyordu ama canı sıkkındı çünkü gülleri birbirinden ayırmak imkânsızdı. Terlemeye başlamıştı. Kraliçe tek kaşını kaldırmış, onu alaycı bir gülümseme ile sessizce izliyordu. Az sonra kralı aptal duruma düşüreceği için çok keyifliydi. Şelomo birdenbire masanın altında bir arı vızıltısı duydu. Örtüyü hafifçe kaldırınca, masanın altında iki gün önce konuştuğu minik arıyı gördü. Arı ona sesleniyordu:

“Kral Şelomo, ben geçen gün bağışladığınız arıyım. Beni belli etmeden gözlerinizle takip edin. Üzerine konacağım gül gerçek olanıdır. Ben onun kokusunu uzaktan bile alabiliyorum. Bal gibi kokusu burnuma geliyor” dedi. Tatlı tatlı, sessizce sepete doğru süzüldü. Kimse onu fark etmemişti. Şelomo fark ettirmeden gözleriyle onu takip ediyordu. Arı, güllerden birinin üzerine kondu ve uzaklaştı. Şelomo yavaşça yerinden kalktı, sepetteki, arının üzerine konduğu gülü eline aldı, uzun uzun kokladı ve alaylı bir tebessümle kraliçeye uzattı. Kraliçe sinirinden kıpkırmızı oldu ve gülü öfkeyle eline aldı. Bir kez daha krala yenilmişti.

Yemek daveti bitip herkes dağılınca, Şelomo, yemeklerin üzerine konmuş olan arıyı gördü ve ona yürekten teşekkür etti. Arı ona:

“Benim için bir zevkti sevgili kralım. Doğrusu ya kendimle gurur duyuyorum. Çünkü bu her gün yaptığım basit işlerden biriydi. Günlük basit işlerimden, en kolay olanıydı” dedi.

Evet, sevgili okuyucularım, bu hikâyeden çıkarılacak en özlü ders ise bence şudur: Bu dünyada hiç kimseyi ve hiçbir şeyi küçümsememeli ve hor görmemeliyiz. Çünkü gün gelir ona muhtaç kalabiliriz. Tıpkı atasözünde de söylendiği gibi. “Ummadığın taş, Yarar baş!”