Piyanist, besteci, icracı, soprano ve müzikterapist Renan Koen, yeni çıkarttığı albümünde, İspanya’dan başlayıp Yunanistan, Anadolu, Mısır ve Ortadoğu’da devam eden aile hikâyesini paylaşırken, yaşadıkları bölgelere ait yöresel Sefarad şarkılarını yeniden besteledi.
Notalar, bir ailenin 500 yıl önce başlayan ve günümüze dek devam eden ilginç yaşam öyküsüyle birleşince, ortaya çıkan eser bambaşka derinlik kazanır. Piyanist, besteci, icracı, soprano ve müzikterapist Renan Koen, yeni çıkarttığı albümünde, İspanya’dan başlayıp Yunanistan, Anadolu, Mısır ve Ortadoğu’da devam eden aile hikâyesini paylaşırken, yaşadıkları bölgelere ait yöresel Sefarad şarkılarını müzikal formasyonla yeniden besteledi, doyumsuz bir müzik şölenine dönüştürdü.
Bu anlamlı çalışmasını konuşmadan evvel, müzikle ilgili birçok unvanı isminin önüne sıralamış Renan Koen’den, onu bugüne taşıyan başarı hikâyesini anlatmasını rica ettik…
Aslında buna başarı hikâyesi değil de büyük bir aşk hikâyesi diyebiliriz. Ben müzik aşkına ve müzik aşkıyla doğmuş bir çocuktum. Daha sekiz yaşındayken yan flüt enstrümanına başlayıp büyük bir ciddiyetle konserler vermeye başladım. Tabii o zamanlar bir alet çalmak o kadar yaygın değildi ve ciddiyeti farklıydı, o yüzden şanslıyım ki, daha ilk konserimden nasıl bir disiplinle çalışılması gerektiğini kavrayabildim. Daha sonra üçüncü sınıf talebesiyken annemle babam birkaç kez bana ne istediğimi sorduklarında, hiç tereddüt etmeden her seferinde müzisyen olmak istediğimi söyledim. Böylece, müziği profesyonelce seçmiş olduğum için, yeni bir kapıdan içeri adımımızı attık.
Ortaokulda konservatuara mı gittiniz?
Evet; kabul edildim edilmesine de o sıralar Nefesli Sazlar Bölümü liseden itibaren başlıyordu. Hocalarım ve rahmetli Mükerrem Berk, çok kıymetli flütist, ki o zaman İDSO’nun müdürü idi, düşündü, taşındı ve piyano bölümüne girmeme karar verdiler. Hocam benden çok memnundu. Hayatımın en güzel zamanlarını yaşıyordum; her yerden müzik sesleri geliyordu. Eski binamızın harika bahçesinde tiyatro, şan ya da enstrüman çalışanların sesleri. Adeta gerçeğe dönüşen bir masal gibiydi benim için…
Sene sonunda bir şeyler ters gitti…
Konservatuarda ilk sene baraj senesidir; yani enstrüman veya solfejden belirli bir notun altına düşerseniz okuldan atılırsınız. Girdiğim sınavdan başarısız olduğum söylendi. Bu duruma pek anlam veremeyen ailem hemen piyano hocam Ali Darmar’ı buldu. Ona sınav programımı çaldım. “Atılmakta haklı ancak Renan’ın hatası değil, tamamen hoca hatası” dedi ve beni yoğun bir şekilde çalıştırmaya başladı.
Piyanoya sevdalı Renan Koen vazgeçmedi…
Bir hafta içinde problemi düzeltmiştim. Böylece, çok yetenekli olduğum da anlaşıldı. Piyanoya devam edecektim. O unutulmaz yaz, babam işini gücünü bırakıp ‘’Bu hoca hatasıdır!’’ diyerek okulda ve üniversitede koşturuyor, ben de deli gibi piyano çalışıyordum. Ali Darmar beni piyanist- devlet sanatçısı Ayşegül Sarıca’ya dinletmeye götürüyor, büyük heyecan ve mutlulukları ardı ardına yaşıyordum.
Ortaokuldan flüt’le mezun oldun…
Konservatuar bir değişiklik yapıp Nefesli Sazlar’ı orta bölüme alınca, müzik eğitimime, okulda flütle, okul dışında ise piyano ile devam ettim. Sonrasında, en önemli şeyin benim mutluluğum olduğunu düşünen annem ve babamın destekleriyle, Paris’e gittim.
Olumsuzmuş gibi başlayan konservatuar hayatımın ilk yılı, hayatımın en büyük ödülü. İçimdeki aşkın desteklendiğini bilmek ve mutlu olmanın önemini idrak etmek, sonraki hayatımı asıl şekillendirenler şüphesiz…
Piyasaya yeni çıkan ‘Kayıp İzler Gizli Anılar’ adlı albümünüz, kendi ailenizin hikâyesine eşlik ediyor. Bu proje nasıl doğdu?
Sefarad müziği ile ilgili bir albüm yapmak daha önce teklif edilmişti ancak tek tek şarkıları almak ve yapmak pek bana göre bir şey değil. Bunlar hiçbir zaman dinleyici ile buluşmaz ama benim özellikle Melodias Epicas ile yaptığım tüm konserlerde mutlaka bir öyküm vardır. Önce öyküyü yazarım daha sonra puzzle gibi eserleri seçip yerleştiririm yerli yerine. Bu tekliften birkaç yıl sonra, birden aklıma, babaannemin beni küçükken kucağına yatırıp anlattığı aile hikâyemiz geldi! Hemen halama tekrar anlattırdım. Bunu takiben uzun bir araştırma dönemine girdim. Hikâyenin geçtiği bölgelerdeki Sefarad halk şarkılarını ve Sefarad Sinagogu İlahilerini buldum. Bu konuda bana sevgili Karen Şarhon çok yardımcı oldu. Gazetedeki arşivden faydalanmamı sağladı. Uzun süren şarkı ve ilahi seçme sürecinden sonra en nihayet enstrümanların seçimi ve besteleme çalışmasına girdim. Bir yandan bestelerken diğer yandan da işin maddi boyutu için sponsor arayışına girdiğimde, kayıt sponsorluğu Amerika’dan geldi. Daha sonraki sponsorluk ise Koluman A.Ş.’den geldi. Bu konuda da çok şanslı bir albüm oldu.
Albümün hazırlanması uzun bir süreçti…
Sefarad bir aile olduğumuz için çeşitli bölgelerdeki yaşanmışlık içeren halk şarkılarını ve ilahileri seçtim. Kendi ailemizin hikâyesi olmasının yanı sıra, Ladino dilinin yaşaması ve nesilden nesle aktarılması da bir sanatçı ve müzikterapist olarak hassas olduğum bir diğer konu. Hem çok güzel şarkıları barındırdığı için hem de bence dilin tınısının içinde barındırdıkları bir ailenin en büyük mirası olduğu için. Bu dillerin zamanla kaybolması, bazı anıların ve yaşamdaki çok önemli nüansların da kaybolması demektir. Benim için bu çok üzücü bir şey çünkü yaşanmışlıklar tüm nüanslarıyla birlikte bütün ve tamdır.
Albümünüze katkıda bulunan sanatçıları soracak olursak…
Albümde, önemsediğim değerleri taşıdıklarını, çıkarttıkları her tınıda duyduğum her biri çok kıymetli ve başarılı müzik dostlarım Sasha Rozhdestvensky-keman, Sedef Erçetin-çello, Elif Kantarcı-viyola, Ertan Tekin-duduk, Derya Türkan-kemençe, Özer Özel-yaylı/mızraplı tambur, Kemal Akdoğan-tenor, Mehmet Akatay-vurmalı çalgılar ile çalıştım. Hepsi de hiç tereddüt etmeden kabul ettiler birlikte çalışmayı. Albümün prodüktörlüğünü sevgili Reuben de Lautour üstlendi. Bu müzisyenlerin varlığı ile müzikler de hikâye de taçlandı; onların derinlikli, müthiş bilgi birikimi ve emek içeren zarafet dolu duyarlı icraları olmasaydı kesinlikle aynı olmazdı.
Bir de ‘müzikterapist’ olarak çalışıyorsunuz. Buna sizi iten ne oldu?
Bu konuya eğilmemde iki unsur çok büyük etken oldu. Bunlardan ilki, kendimi bir birey olarak algıladığımdan beri ‘öz’ çok ilgimi çekiyor. Müziğin özünde ne var? Kişinin özünde ne var? Öz ile ilgili her şeyi merak eder, oraya doğru çekilirdim. İkincisi de, genç yaşlarda piyano dersleri vermeye başladığımda, bir süre sonra, çocuklardan kendi hayatları ile ilgili farklı paylaşımlar gelmeye başladı. Açıkçası, zarar vermekten korktuğumdan müzikterapi okumaya karar verdim. Birkaç sene sonra bu dalı okuma fırsatını buldum. Atina’da, Avrupa Müzik Terapi Federasyonu’na bağlı ‘Art et Qualité de Vie – L’art en Prevention Thérapie et Pedagogie’ programını, hocam psikolog-pedagog ve müzikterapist Lianna Polychroniadou Prinou eşliğinde tamamladıktan sonra, çalışmalarıma bireysel ve grup olmak üzere başladım.
Bundan önce kaç albümünüz oldu? Bir sonraki hedefiniz nedir?
Bundan önce, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Ali Darmar gibi çok kıymetli Türk bestecilerini icra ettiğim ‘Köprüler/Bridges’ adında bir solo piyano albümüm oldu. Bundan sonrası için şu andan tek söyleyebileceğim şey, yaşamımın her alanında müzik müzik ve yine müzik!
ALBÜMÜN SÜRPRİZİ İTALYAN SİNAGOGU’NDAKİ 200 YILLIK ARMONUİM…
Bu albümü yapmaya karar verdiğim gün, telefonum çaldı. İtalyan Cemaati Başkanı Rıfat Behar, İtalyan Sinagogu’nda atıl bir armonuim olduğunu ve gelen en yakın bayramda bu enstrüman ile mini bir konser verip veremeyeceğimi sordu. Merakım sayesinde hemen gittim ve gördüm. Yaklaşık 200 senelik bu enstrümana bayıldım. İtalyan bir pederden bir ders alarak çözdüm; öğrendim ve mini konserimizi o bayramda yaptık. Bu tarihi takip eden günlerde bu güzel tınıyı da albümüme katmak için, armonuim-keman-duduk triosu için ve keman-armonuim duo’su için iki eser daha oluştu. Kayıtların armonium enstrümanını içeren bölümünü İtalyan Sinagogu’nda gerçekleştirdik. Sözlerle anlatamayacağım kadar büyük bir keyif ve doyumdu. Bu kayıtta, Hazan Şimon Asayas kuvvetli icrasıyla ve Leon Esim şofarıyla bize katıldı. Buradan tekrar İtalyan Cemaati’ne ve Sinagogu’na çok teşekkür ediyorum.
BAŞARISININ SIRRINI SORDUK KENDİSİNE…
Çok büyük bir aşk! Bu aşkta merak var, saygı var, saatlerce yorulmak nedir bilmeden çalışmak var, adanmışlık var, büyük bir haz var ve tüm bunları, farkında olmadan sadece içinde eriyerek yaşamak var. İnsanın en büyük yaşam hediyesinin, içinde büyük aşk ile bağlı olduğu amacını bulması ve bunun desteklenmesidir bence. Böylece, kimi zaman şartları dirençsizce, kimi zaman kalbimdeki sesi neşeyle takip ederek müziğin çeşitli kollarını öğrenme imkânı buldum.
Renan Koen, piyano çalışmalarının ve konserlerinin yanı sıra, uzun bir süre Melodias Epicas adında bir oda müziği topluluğu ile değişik projelere imza attı. Projeleri gerçekleştirirken, ezgileri enstrümanlar için düzenlemek gerekiyordu ve böylece Koen, kompozisyon okumaya başladı ve tabir yerindeyse, müziğin mutfağına daldı. Müziğin çok derin, ucu bucağı olmayan bir şey olduğunu savunan Koen, şan eğitimine de başladı. Başladıktan çok kısa bir süre sonra kendi albümünde söyleyeceğini henüz bilmiyordu. Şanslıydı; onu yüreklendiren harika hocaları vardı. Soprano olarak albümünde Sefarad şarkıları seslendirmesinde, şan hocası Soprano Ece İdil’in büyük payı oldu.
Renan Koen aldığı eğitimi baz alarak üzerine kendi yöntemini geliştirdi. Bu yöntem danışan hakkında gerçek verilere dayalı olduğundan hem çok iyi sonuçlar vermekte hem de Avrupa’da bazı üniversitelerin dikkatini çekmekte. Koen, müzikterapist olarak Avrupa’da çeşitli kongrelere davet ediliyor ve orada bildiriler sunuyor. Müziğin iyileştirici ve birleştirici gücü olduğuna inanan sanatçı, müzikterapi yolu ile kişilerin toplumun onları koydukları yerin yanı sıra kendi özleri ile buluşma yolunda ilerlemeleri ve en nihayetinde kendi özlerine kavuşmalarından mutlu oluyor. Ayrıca, bir besteci ve icracı olarak daha fazla derinleştiğine inanıyor.