Sevgili okurlarım, bu hafta yine Kral Şelomo’nun ilginç davalarından birisini anlatacağım. Öykü her ne kadar masalsı öğeler taşısa da, yine de başlı başına bir ibret öyküsü. Bu hikâye bazı kitaplarda bir adamın veya dul bir kadının hikâyesi olarak nakledilmektedir. Yollar farklı olsa da sonuç hep aynıdır. Her ne ise, biz şimdi hikâyemize başlayalım…
Günlerden bir gün, Şelomo günlük davalarıyla ilgilenirken, tahtının önünde, kısacık boylu, zayıf, kızıl saçlı bir adam durdu. Adı İsak olan davacının çok ilginç bir şikâyeti vardı. Söze girerek, “Rüzgârın bana bir çuval un borcu var” dedi.
Kral Şelomo gülümseyerek:
“Gerçekten mi? Anlat bakalım nasıl oldu bu iş?” diye merakla sordu.
“Haşmetli kralım, ben fakir bir adamım. İşlerim de bir tuhaf, ne iş olsa yaparım. Bir gün elime para geçer, sonra günlerce tek kuruş kazanamam. Denizin hemen yanında küçük bir kulübede yaşıyorum. Bir gün her nasılsa biraz para kazandım. Hemen pazara gittim ve kendime bir çuval un aldım. Bahçemde yetiştirdiğim sebzelerin yanında, bu unla ekmek yaparım, epeyce bir zaman karnım iyice doyar diye sevinip evime dönerken, yolumun üzerinde aç bir dilenciye rastladım. İçim elvermedi, ‘Tanrı buyruğudur’ diyerek, unumun bir bölümünü sadaka olarak ona verdim. Yoluma devam ederken, bir başka adama rast geldim. Adam perişan vaziyetteydi. Onu hırsızlar hem soymuşlar, hem de iyicene pataklamışlardı. İyi olduğuma şükrederek bu adama da yine unumun bir bölümünü sadaka olarak bağışladım. Nihayet kulübeme varmıştım. Kuvvetli bir rüzgâr esmeye başladı, sonra korkunç bir fırtına çıktı. Uzaklardan fırtınaya tutulmuş yalpalayan bir gemi gördüm. Aniden rüzgâr çılgın gibi bana ulaştı ve elimdeki un çuvalını önüne katarak denize doğru uçarak gözden kayboldu.”
İsak sızlanarak sözüne devam etti:
“Yüce kralım, bu ayıplanacak bir şey değil mi? Bu kadar sadaka verdikten sonra, tüm çuvalımın elimden alınması doğru mu? Ben tamamen unsuz kaldım. Rüzgârdan şikâyetçiyim. Un dolu çuvalımı geri istiyorum” diye ısrar etti.
Kral Şelomo arkasına dayandı, salonu dolduran insanlara bakarak,
“Bakalım rüzgâr neler anlatacak? Hadi beyler, şapkalarınızı sıkı sıkı tutun çünkü şimdi rüzgârı buraya çağıracağım” dedi. Kral sihirli yüzüğünü parmağının etrafında çevirerek, dört rüzgârı huzuruna çağırdı. Rüzgârlar teker teker pencereden içeri girdiler. Her taraf esiyor, perdeler savruluyor, masanın üzerindeki kâğıtlar dört bir yana saçılıyordu. İnsanların etekleri ve saçları uçuşuyordu… Nihayet uğultu durdu, rüzgârlar tahtın önünde durdular. Şelomo haşin bir bakışla onları süzdü ve olayı nakletti:
“Şimdi bu adam sizden özür bekliyor. Birkaç gün önce aranızdan biri, onun çuvalını alıp denize doğru götürmüş. Bunu kim yaptı?” diye gürledi.
Doğu rüzgârı “Ben değilim” dedi.
Batı rüzgârı “Ben de değilim” dedi.
Kuzey rüzgârı “Ben de yapmadım” dedi. Uzun bir sessizlikten sonra Güney rüzgârı, “O bendim” dedi. “Kabahatliyim ama haklı bir sebebim var” diye devam etti. Şelomo:
“Dinleyelim o zaman” dedi. Güney rüzgârı eserek krala iyice yaklaştı:
“Olayın gerçekleştiği gün, görevim icabı kuvvetli bir biçimde esiyordum. Bu yüzden de fırtına çıktı. Deniz tepetaklak olmuştu. Birden bire denizin ortasında beşik gibi sallanan bir gemi gördüm. Gemide fırtınadan ötürü bir delik açılmıştı ve süratle içine su alıyordu. İçindeki insanlar panik içinde koşuşuyor, ağlaşıyorlardı. Nerdeyse gemi batıyordu. Geminin gerisinden kuvvetle üfledim ve onu sahile sürüklemeye başladım. Tam o sırada kıyıdaki kulübenin yanındaki un çuvalını fark ettim. Hemen çuvalı önüme katarak uçurdum ve gemiye fırlattım. Gemi mürettebatı çuvalı deliğe tıpa yaparak içine su almasını önledi. Böylece gemi batmaktan kurtuldu” diyerek sözlerine son verdi. Şelomo dinledi ve rüzgâra dönerek, “Aslında son derece iyi ve mantıklı bir harekette bulunmuşsun. Ama nedir ki yine de bu adam zarara uğradı. Onun bu zararını karşılaman gerekir” dedi.
“Tamam. O zaman gerçekten çok özür dilerim” dedi rüzgâr. Tam o sırada mahkeme salonuna, üç tüccar girdi. Bir tanesi üzerinde ‘ALTIN’ yazan bir çuval taşıyordu. Üçü tahtın önünde durarak saygıyla:
“Haşmetli kralım, sizi rahatsız ediyoruz ama bir adak adadık, şimdi onu size sunmak istiyoruz” dediler ve devam ettiler:
“Biz bu altın çuvalını Kutsal Tapınak (Bet Amikdaş) için bağışlamak istiyoruz. Geçen günkü büyük fırtınada biz denizin ortasında, gemideydik. Gemi delindi ve içine hızla su almaya başladı. Korku içinde yere diz çökerek Tanrı’ya dua etmeye başladık. Eğer kurtulursak, bir çuval dolusu altını kutsal Bet Amikdaş’a bağışlamaya yemin ettik. O sırada Tanrı bir mucize yaptı. Sahilden gemiye doğru uçan bir çuval, geminin içine düştü. Gemiciler, çuvalı deliğe tıkadılar ve suların içeri girmesine engel oldular. Böylece kıyıya selametle ulaşabildik. Şimdi adağımızı yerine getirmek üzere bu çuvalı size teslim ediyoruz” dediler. Şelomo memnuniyetle onlara bakarak, “Tapınağın ayakta kalması için yapılan tüm bağışları Tanrı adına kabul ediyoruz. Çuvalı bize verebilirsiniz” dedi. Çuvalı krala teslim eden tüccarlar çok gururlu ve heyecanlıydılar. Şelomo tekrar konuştu:
“Mizmor’daki sözleri hatırlayın; Tanrı’nın inayeti ne kadar mükemmeldir” dedi. Sonra İsak’a dönerek:
“Sen geçen gün sadaka vererek fakirleri mutlu ettin. Sonra çuvalın uçtu gitti ve zarara uğradın. Ama bak görüyorsun, çuvalınla bir gemi dolusu insanın hayatı kurtuldu. Şimdi ben sana bir altın vereyim ve zararın karşılansın. Anlaştık mı?” dedi. İsak kaşlarını kaldırdı ve, “O altını istemiyorum. Ben sadaka vererek insanlık görevimi yerine getirmiştim. Bunun için ödüle ihtiyacım yok. Ben un dolu çuvalımı geri istiyorum” dedi. Şelomo:
“Güzel bir davranış. O zaman bu işi başka türlü halletmemiz gerekecek. Bu gün mahkemeye yalnız geldin. Seni savunacak bir avukatın yoktu. Kendi kendine avukatlık ettin. O zaman sana bir avukatlık ücreti vermek lazım. Acaba bu altın dolu çuval senin avukatlık ücretini karşılar mı? Ne dersin? İsak çuvala yan gözle şöyle bir göz attı ve:
“Aslında tam olarak karşılamaz ama ne yapalım, idare edeceğiz artık” deyip çuvalı omzuna attı ve taht salonunu terk etti…
Yazı hakkında not: ‘Biblical Antiquities’ adlı kitabında John Nevin, Antik İsrail’deki rüzgârları şöyle anlatır: “Doğu rüzgârı en acıtıcı olanıdır. Tam yaz aylarında eser. Çok sıcak ve kurudur. Üzerinden geçtiği tüm kırlık alanları kurutur ve mahveder…” Batı rüzgârı denizden karaya doğru eser. Genellikle yağmur getirir. Şelomo’nun da Mişle (Atasözleri) adlı kitabında sözünü ettiği rüzgâr Kuzey rüzgârıdır: “Şimal (Kuzey) Yeli yağmur getirir. Çekiştirici dil de yüzü öfkelendirir.”(Atasözleri 25:23). Kuzey ve Güney rüzgârından ayrıca İyov’un Kitabı’nda da bahsedilir. “Cenubun (güneyin) odasından, kasırga gelir. Şimalden (kuzeyden) de soğuk. Cenup yedi dünyayı susturunca; Esvabın nasıl da ısınmaktadır bilir misin?” (İyov 37:9-22). Güney rüzgârı, hortumu ve fırtınalı havaları getirir. Ayrıca bu rüzgâr çöl sıcağını da ülkenin üzerine adeta örter.
Kaynak: Kral Şelomo’nun Saray Kâtibi Ahimaaz’dan nakleden: Prof. Steve Solomon.