“Gayrimüslimler de vatandaş kimliği ile görülmeli”

Özellikle azınlıklara ait taşınmaz malların iadesi konusunda ve devletle ilişkilerdeki diğer birçok konuda sesini duyuran Vakıflar Meclisi’nin Cemaat Vakıflarından Sorumlu Üyesi Laki Vingas, 2014’ün son günlerinde görev süresini tamamladı. Bu görevdeki altı yılını bir de Laki Vingas’dan dinledik…

Yaşar BİLDİRİCİ Toplum
14 Ocak 2015 Çarşamba

 Foto: Alberto Modiano

Vakıflar Meclisi Üyesi Laki Vingas, altı yıldır başarıyla sürdürdüğü görevini, geçtiğimiz günlerde devretti. Kendisiyle uzun süreli bir dostluğumuz bulunuyor. Laki ile başarıyla tamamladığı görevi süresince yaşadıklarını, izlenimlerini ve geleceğe yönelik fikir ve projelerini konuştuk.

Türkiye’nin önemli bir süreçten geçtiği dönemde Vakıflar Meclisi Üyeliği yaptın… Ankara ile ilişkilerde samimiyetimizi her anlamda yansıttın. Başta Bülent Bey’le (Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç), sonra Adnan Bey’le (Vakıflar Genel Müdürü Adnan Ertem) geliştirdiğin ikili ilişkilerle bu ivme daha da yükseldi. Bu görev süresince neler yaptın?

Öncelikle bu söyleşi imkânı için teşekkür ederim. Altı yıl boyunca bütün vakıflarımızı temsil etmeye çalıştım. Aynı zamanda toplumları tanımaya çalıştım. Sosyal boyutlarını tanımaya, iç dengelerini keşfetmeye çalıştım. Zaten bunu yapmazsanız başarılı bir şekilde temsil etme imkânınız da olmuyor.

Benim bir avantajım oldu, aslında belli bir yere kadar da dezavantajdı. Bir ilktim ve bir iş tanımım yoktu. 166 farklı vakfın temsilcisi olacaktım. Bunların büyük bir çoğunluğu Rum ve Ermeni vakfı. Diğer bir deyişle büyük gruplar var aralarında ancak o toplumlar da – Yahudi toplumu hariç – tek bir ses değil. Onlar arasında da farklı düşünen, farklı uygulamalarda bulunan, farklı dirençler gösteren yapılar var. Dolayısıyla “3-4 tane toplumu temsil ediyorum” diyemiyorsun. Belki bunu Yahudi toplumunda söyleyebilirsin, çünkü Yahudilerde hiyerarşik ve geleneksel olarak böyle bir yapılanma var. Nitekim benim en rahat ettiğim – üç farklı cemaat başkanıyla çalışmış olmama rağmen – yapısı itibariyle anlaşabildiğim, hızlı empati kurabildiğim toplum Yahudi toplumu oldu. Bu da geleneklerden kaynaklandı; daha merkezi düşünen bir yapı söz konusu olduğu için. Diğer toplumlar böyle değil. O yüzden ben sadece dört toplumu – Ermenileri, Rumları, Yahudileri, Süryanileri – temsil etmiyordum. Ermenilerin, Rumların içinde farklı dengeler var; kilise boyutu - sivil boyutu var. Anadolulusu ayrı, İstanbullusu ayrı düşünüyor. Muhtelif paradigmalar ve hassasiyetler var. Daha politize olmuş kesimler var, apolitik kalmak isteyen kesimler var. Dolayısıyla çok denklemli bir süreç. Bunları keşfetme açısından bir iş tarifim olmadığı için bu formasyonu benim yaratmam lazımdı. Bu açıdan bir zorluk söz konusuydu. Ben çok kültürlülüğe inanan ve çok kültürlü bir aile yapısından gelen biriyim. Bu durum benim için bir avantajdı çünkü bu iş formasyonunu biraz da karakterime, mantığıma uygun bir şekilde, hissettiğim empati ve aldığım etkileşime uygun bir şekilde kurabildim.

İş tarifime göre ben Vakıflar Meclisi Üyesiyim. Vakıflar Genel Müdürlüğü’yle ilgili teması sağlayan kişiyim. Meclisin on beş üyesi var; ben on beş üyenin biriyim. Bu üyelerin beşi seçimle geliyor, beşi sistem içinden geliyor – genel müdür, genel müdür yardımcıları ve hukuk müşavirleri – beşi de cumhurbaşkanı, başbakan ve ilgili bakan tarafından ortak bir kararname ile tayin ediliyor. Diğer bir deyişle oraya girecek kişiler cumhurbaşkanı, başbakanın ortak iradesiyle belirleniyor; bu önemli bir olay. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki bu yapılanma sürecinin gelişmesi bizlere de çok önemli bir paradigma oluşturdu. Bazıları dedi ki “Bir kişi temsil edebilir mi, her cemaatin ayrı bir temsilcisi olsun.” Bu abartalı bir talep çünkü toplam on beş kişilik bir organda beş kişi temsil edemez cemaatleri. Bu paradigma en azından gayrimüslim toplumlara yeni bir gelenek getirdi, toplumlar arası diyalogu geliştirdi. Toplumlarımız arasında güveni arttırıcı bir altyapı oluşturdu. Hepimizin arzusu bu uzlaşı kültürünün devam etmesi.

İnsanlar bir işi tamamladığı zaman kendi içinde bir bilanço yapar. Bu bilançoyu nasıl değerlendiriyorsun? Bazı durumlarda seni çok mutlu, kimi durumlarda da mevcut sıkıntıların çözümsüzlüğünden dolayı çok üzüldüğünü gözlemledin.

Türkiye bu altı yılda zorlu bir süreçten geçti. Hepimiz kendimizi analiz etmeliyiz. Kendi eksiklerimiz ve ihtiyaçlarımızla yüzleşmemiz lazım. Devletin, geniş toplumun yapması gerektiği gibi, bizlerin de yüzleşmemiz gereken konular var. Bu bilançoda çok önemli şeyler elde edebildik. Belki taşınmaz malların iadesi konusunda istediğimiz kadar yol alamadık. Daha doğrusu, değerli yollar kat ettik ama daha hızlı gidebilmemiz gerekirdi. Çünkü bu 2002-2003’te başlamış bir süreç. 2015’e geldik ve bu süreç daha tamamlanmadı. Bu süreci daha da hızlandırmamız, bu konuyu gündemden kaldırmamız gerekiyor artık. Mademki siyasi irade bunu bir hak iadesi olarak görüyor ve bunun defalarca altını çiziyor, mademki “bir lütufta bulunmuyoruz” diyor, mademki bu anlayışı siyasi olarak destekliyor, bu süreci bugüne kadar bitirmiş olmamız gerekirdi. Maalesef bitiremedik.

Ancak bilançoya gelince, ben olaya yalnız matematiksel bir gözle bakmıyorum. Bunun sosyolojik, politik, kültürel bir sürü etkisi var. Bilançoya o gözle de bakabilirsin. Yalnız bir rakam; şu kadar alındı, şu kadar verildi değil bu işin sonucu.

Bir söyleşinde, “Bir samimiyet testinden geçiyoruz” dedin… Ben şunu görüyorum, gayrimüslim cemaatler bugün devlete karşı çok samimi davranıyor, en ufak bir art niyetleri, düşünceleri yok. Fakat bu yol alma konusunda devlet yeteri kadar hızlı davranamıyor. Devletin de içinde herhalde belirli kademelerde sıkıntılar çekiliyor.

Evet var. Ancak bu biraz da jenerasyonla ilgili bir şey. Bizim yaşlardaki nesil daha direnç gösteriyor. Daha genç nesil, özellikle akademik bir altyapısı varsa, daha özgüvenli davranıyor. Mevcut durumun çok uzun tarihsel ve sosyolojik bir boyutu var. Yıllarca dışlanmış, ‘milli güvenliğe zarar veren, yabancı’ olarak kodlanmış toplumlarız. Cumhuriyetin büyük bir bölümünde maalesef böyle tanımlanmışız; bilinçaltına yerleşmiş algılar var. Bunları üç-beş senede çözmeniz mümkün değil.  

Azınlık toplumları bu ülkeyi vatan olarak görüyor; burada doğuyor, büyüyor, yaşıyor, ölüyorlar… Hatta ben bunu başka ülkeye taşınanlarda bile görüyorum; Avrupa’da yaşayan bir sürü kişi öldükten sonra cenazeyi buraya getiriyor. Hatta beş yıl sonra anne-babasının kemiklerini getirenler gördüm. Ancak vatan olarak gördüğün bir toprağa gidersin. Ölüsünün ancak bu topraklarda rahat edebileceğine inanan bir anlayış varken, neden bu rahatlığı hissedemiyoruz. Yaşarken, hep endişe ve kaygılarla yaşamak zorunda kalıyoruz. Bu da geçmişin bir birikimi. Uygulamalarda da bazı sıkıntılar yaşıyoruz. Bu sıkıntılar eski algıları destekliyor maalesef, onun için siyasi iradenin bizimle daha disiplinli ve önyargısız çalışması gerekiyor. 2011’de Sayın Erdoğan başbakanken bir genelge yayınladı. Kendi mülki amirlerine diyor ki ‘azınlık toplumlarının mensupları bizim gibi eşittir, onların konularını, onların sorunlarını ayrım yapmadan cevaplandırın, sonuçlandırın.’ Bunu niye yaparsın? Böyle bir ihtiyaç olmasa bir başbakan böyle bir genelge çıkarır mı? Bu arada biz bu genelgeden çok memnun olduk… Ancak bunun diğer tarafına bakarsak, böyle bir talimata ihtiyaç duyulması kötü… Normal sayılan hak ve özgürlükler peşinde koşmaktan bütün enerjimizi harcıyoruz. Bu özgürlük ve hakları bir adım ilerlettiğimiz zaman da hep memnuniyetimizi belirtmek mesuliyetini hissediyoruz. Geniş toplumda da böyle bir beklenti oluyor; “Geçmişten daha iyi değil misiniz?” diyorlar. Evet, öyleyiz ama hep geçmişle değil olmamız gereken nokta ile kendimizi mukayese etmek istiyoruz. Çünkü bu toplumların genç nesillerinin, çocuklarımızın bu travmadan arınması lazım. Daha özgür, daha iyi şartlarda, katılımcı olmak istiyoruz. Biz de geniş topluma katılımcı olmak, inisiyatif kullanmak istiyoruz. Biz de ortak sosyal projelerden yalnız nemalanmak değil, katkı sunmak istiyoruz. Biz sadece AB projelerinden para alalım, devlet teşviklerinden faydalanalım peşinde değiliz; vermek de istiyoruz. Ama o imkânları da yaratmak lazım.

Toplumların çok önemli demografik sorunları var; yaş ortalaması, mali durum vs. her biri ayrı bir sorun. Türkiye’de ‘her gayrimüslim zengindir’ algısı mevcut. Maalesef şu anda böyle olmadığını ispat etmek için çaba gösteriyoruz. Bütün bunları daha doğal hale getirmemiz gerekiyor. Gayrimüslim toplum mensuplarını da vatandaş kimliği ile görülmeli. Bir Yahudi vatandaş özgür iradesiyle bir şeyler söyleme hakkına sahiptir. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz. Onu beğenmediğiniz takdirde bütün toplumu bağlamaması lazım.

Biz Türk Musevileri olarak son dönemlerde gergin İsrail-Türkiye ilişkileri nedeniyle çok sıkıntı yaşadık. Sen de daha önceki söyleşilerinde hep çocuklardan bahsettin. Biz de çocuklarımızı, torunlarımızı düşünerek, geleceğimizi sıkıntılı görmeye başladık. İfadeye göre biz bu memleketin vatandaşıyız ama hayata, pratiğe girdiğimizde bununla ilgili sıkıntılarımız hep vardı ve halen devam etmekte. Bir gayrimüslim subay, hakim, bakan, devlet memuru bile olamıyor. Bu refleksleri bir türlü aşamıyoruz. Ancak Osmanlı’da bazı cemaatlere mensup kişiler nazır yardımcısı, sadrazam yardımcısı olabiliyor, üst seviyelerde görev alabiliyordu. Bizim gibi memleketi seven insanlar bir şeyler yapmak istiyor. Ancak o samimi refleksi bir türlü göremiyoruz.

Son dönemde yaşanan bu süreçte Yahudi toplumu ile empati kurabildim, daha iyi anlayabildim. Türkiye-İsrail-Gazze üçgeninde büyük sıkıntılar yaşandığını ve Türk Musevilerinin bedel ödediğini gördüm. Hiçbir siyasi inisiyatifi olmamasına rağmen çok ciddi bedeller ödüyorlar. Bu bedeli bazen insanlar yine matematikle değerlendirmek istiyor. “Evleri yok mu, yazlıkları yok mu, seyahatlere gitmiyorlar mı? Hepsi zengin, hepsi şu, hepsi bu…” Kimse Yahudi toplumunda yoksul insanların olduğuna, olabileceğine inanmıyor. Hâlbuki biraz yakınlaşsak, birbirimizi tanısak, biraz aynı frekanslarda olabilsek, gerçekten çok daha güzel neticeler elde edeceğiz. İnsanlara doğal bir gözle bakmak o kadar kolay ki, hiçbir ödün vermeye de gerek yok. Kendi siyasi prensiplerinizden ödün vermeden, normal gözlerinizle bakmanız lazım öteki tarafa…

Bülent Bey ve Adnan Beylerin, bakışı önemli bu açıdan…

Sadece üst kademe değil, toplumun geneli önemli. Toplumun eğitimi, bakış açısı önemli çünkü siz Adnan Bey’le, Bülent Bey’le aynı apartmanda oturmuyorsunuz… Bu durum iki-üç yılda aşılabilecek bir konu değil, onun için eğitime değer vermek lazım. Uzun vadede, bu tarihi toplumların bu ülkenin bir parçası olması isteniyorsa – sadece vitrin zenginliği değil – bu ülkenin gelişmesine katkı sağlayacak toplumlar halinde yaşamaları isteniyorsa, o zaman olayın sosyolojik boyutunu da değerlendirmek gerekiyor. Yalnız finans değil, yalnız binalar değil… Ben sizi çok zengin ederim ama bunları bırakacağınız çocuğunuz olmaz; vasiyet edebileceğiniz kimse olmaz. Ve vasiyetten bahsederken sadece finansal zenginlikten bahsetmiyorum. Bu eski toplumların o kadar kadim gelenekleri var ki. Bu toplumları ayakta tutan gelenekleri, görenekleri, dinleridir. Bu toplumların var olma sebepleri bunlara bağlılıktır. Siz bunları kaybederseniz toplumun özelliği kalmaz ve her toplum eşit vatandaşlık hakları içinde o bütün özellikleri ile ayakta kalması lazım. Ve bunu bir antagonizma (tezat) gösterisi olarak görmemek lazım.

Biz de geçmişimize bakarsak, öteki toplumlara karşı önyargılarla büyüdüğümüz görürüz. Ancak günümüzde bu önyargılara yer olmayan bir süreçte yaşıyoruz dünyada. Teknoloji, araştırma, iletişim farklı artık günümüzde. Bize enjekte edilmiş önyargılara kolay teslim olmamamız lazım.

Geçmişe bakarsak aslında gayrimüslim toplumların da aralarında ciddi sıkıntılar vardı. Yahudilerle Rumlar, Rumlarla Ermeniler… Biz bunu kırdık, artık beraber çalışarak birbirimizin sorunlarını anlama ve çözme aşamasına belirli noktalara varabiliyoruz.

Bu süreçte Yahudi cemaatinde üç başkan ve yönetimle çalıştım. Herkesin farklı bir karakteri ve yapısı olmasına rağmen çok güzel artılar elde ettim. Beni çok şaşırtan ama mutlulukla, sevgiyle şaşırtan Bensiyon Pinto’yu özellikle anmak istiyorum.

Zor bir görevdeydin, çok seyahat ediyordun. Toplantılar ve sosyal faaliyetlerin yoğunluğu ailenle ilişkilerini nasıl etkiledi?

Eşim açıkçası zorlandı. Ancak ben bir hizmet adamıyım; çocukluğumdan beri hizmet adamıyım. 19 yaşındayken başladım sosyal faaliyetlere. Üsküdar’daki Çocuk Esirgeme Kurumu ile başladım; orada kendimi buldum. Çok sonraları toplum faaliyetlerine katıldım. Rum toplumunda da durmaksızın 26 yıl çalıştım.

İleriye yönelik planların var mı?

Üretken olabildikçe ve ihtiyacı giderecek bir üretkenlik içinde olduğum sürece devam edeceğim. Ancak geriye yönelik değil, ileri yönelik. Gelecek ile ilgili hayallerim var. Sağlığım, ekonomik şartlarım izin verdikçe yine ortak kültür ve çevre konularında çalışmak istiyorum. Vakıflarla ilgili iki küçük lokal projem var. Ancak genel anlamda vakıf konusunda biraz dinlenmek istiyorum. Benden bir yardım, görev istenirse tabii ki yardımcı olurum. Ancak yenilik açısından, kültür alanında çalışmak istiyorum. Bu amaçla zaten Kültür Mirasını Koruma Derneği’ni kurduk.

Bu kesinlikle önemli bir ihtiyaç, bazı şeyler kolay unutuluyor.

2014’te kurduk derneği. Hatta Rubi Asa da bizimle birlikte, Rubi Asa çok değerli bir insan. Alberto Modiano da yakında katılacak. Osman Kavala’nın öncü ve faal olduğu bir dernek; Rum’u var, Süryani’si, Ermeni’si, Yahudi’si, geniş toplumlusu var… Dernekte tek bir hüviyet üzerinden kapalı toplum bilinciyle değil, açık toplum bilinciyle ile hareket ediyoruz. Yalnız kendimizle ilgili hizmet etmek değil amacımız; geniş topluma da açığız. 2015’te derneğimiz faaliyetleri ile biraz daha öne çıkacak.

Bir de çevre projemiz var. Ancak dediğim gibi benim faaliyet alanım her zaman bütün toplumlara eşit derecede yönelik olacaktır. Bu benim felsefem. Çok değerli kazanımlarım oldu bu şekilde.  Özellikle zamanımı toplumların geleceğine yönelik ayırmak beni son derece mutlu ediyor. Konjonktürel olarak da öyle bir süreçte olduk ki önemli neticeler elde ettik;  bu da çok büyük bir motivasyon oldu. 1970’lerde, 80’lerde bunları deneseydik başarılı olamazdık ve demotive olurduk.  Oysa şimdi sıkıntılarına, engellere rağmen, hiçbir zaman, hiçbirimiz demotive olmuyoruz. Bazen “Burada bir ciddi sıkıntı var” diyoruz, darbe yiyoruz belki ama bunun yanında üç güzel şey oluyor. Bu süreci yakaladık ve devam etmemiz gerekiyor.  Çok ciddi fedakârlıklar çalışmalar ve uzman kadrolarla çalışılması gerekiyor. Artık sistem eskisi gibi değil.

Cemaat Başkanlarımızdan Sami Herman döneminde Gaziantep Sinagogu’nun yapılanmasında öncülük edenlerdenim. O dönemde sinagogun restorasyon aşamasında Belediye Başkanı Asım Güzel Bey’den inanılmaz bir samimiyet gördüm. Diğer tarafta Vakıflar Müdürlüğü’ne gittiğimizde ‘’ bu sinagog bizim malımız; siz burayı açamazsınız” şeklinde klasik devlet formatında cevap verdiler.  O gün çok üzüldüm. Fakat şunu da gördüm; savaşmak, bu mantaliteyi kırmak lazım. Bunlar eski jenerasyonda kaldı, yeni jenerasyona oynamak lazım. Neticede sinagoglarda büyük bir kültürel miras. Gaziantep sinagogumuzu resmen açamamamız hem cemaatimizi hem de köklerimin Gaziantepli olmaları nedeniyle şahsımı derinden üzmektedir. İnşallah hep beraber sinagogumuza da dini objeleri koyarak orijinaline döndüğünü görmek nasip olur…

Proaktif olmamız lazım. Her şeyi devletten bekleyen, hedef koymayan toplumlar olamayız. Bu proaktif toplumda bazıları fedakârlık yapmak zorundayız ama değiyor. Bir mantaliteyi değiştirmeye çalışıyoruz… Bir olay anlatayım: Bir gün toplantıda Trakya Olayları’nı gündeme getirdim. “Yok böyle bir şey, nereden çıkarıyorsun bunları?” dediler. Var- yok derken arkadaş hemen elindeki iPad’den google’a baktı, “Aaa varmış” dedi. Bu süreci geliştirirken bilgi eksikliği nedeniyle kimseyi küçümseyemeyiz. Neden bu bilgiye sahip değiller acaba diye düşünmeliyiz. Kimler engelledi bunu; biz mi kendimizi duyuramadık, sistem mi engelledi? Bence ikisi de geçerli; sistem de engelledi, biz de korkumuzdan gündemde olmak istemedik. Artık bunlarla yüzleşmemiz, bunları aşmamız lazım.  Bizim de yüzleşmemiz gereken realiteler var. Onların da altını çizmek, kendi kusurlarımızı görmemiz lazım. Devletin eksiklikleri konusunda da eğitim sisteminde onlarla yüzleşmeleri için da çaba göstermemiz lazım.

Burada Adnan Bey’in Vakıflar Genel Müdürü sıfatıyla, Edirne Sinagogu olayında gösterdiği irade büyük hayranlık uyandırdı bende. İlk kez, devletin önemli bir bürokratının, 24 saat içinde, kamuoyu önünde, net ve kararlı bir tavırla duruş göstermesi çok önemliydi.

Keza Bülent Bey’in de.

O daha sonra gerçekleşti. Bülent Bey bir siyasetçidir. Adnan Bey’in söylemi bir bürokrat olarak çok önemliydi. Bir genel müdürün böyle net bir tavır alması bence unutulmaması gereken bir tavırdır. Bence bunda birlikteliğimizin,  ortak iftar gibi sosyal faaliyetlerin büyük önemi var. Bu faaliyetleri arttırmamız lazım, özellikle sosyal projeler nezdinde. Akademik çalışmalara da destek vermemiz, akademik platform çalışmalarına da önem vermemiz gerek. Çünkü daha özgür düşünen parametreleri desteklemek gerekiyor bu süreçte. Akademik yapının da bilinçlenmesi gerekiyor.

***

Bu vesileyle ben de Yahudi toplumundan bazı kişilere teşekkür etmek istiyorum; başkanlara ve yönetimin diğer katmanlarında olan arkadaşlara. Öncelikle Sayın Hahambaşımıza ki kendisi her zaman o güzel gülüşüyle, nüktesiyle, olaylara fıkramsı yaklaşımıyla eski İstanbul’u hatırlattı bana. Derin, eski İstanbul izini keşfediyorum kendisinde.  Ester Zonana’ya ve Yuda Reyna’ya da teşekkür etmek istiyorum. Bu insanların büyük katkısı oldu bana, özellikle yazdıkları kitaplar sayesinde. Ben hukukçu değilim ve hukuk altyapım da yoktu, zamanla oluştu. Bu altyapıyı oluşturmak için başvurduğum insanlardan biriydi Ester Zonana. Bu açıdan çok çok teşekkür ederim. Ayrıca beni samimiyetle benimseyen Yahudi toplumu mensuplarına da… Yeniköy’deki sinagogun başkanı Hayim Bey inanılmaz bir insan. Beni cumartesi günleri çağırdı, özel etkinliklerin yemeklerine davet etti. Hiç unutmuyorum Gazianteplilerin bir gününe gitmiştim. Davullar, zurnalar eşliğinde o Güneydoğu müziği, o Güneydoğu yemekleri beni çok etkilemişti. Bir sinagog içinde böyle ortak değerleri paylaşabileceğimi hiç bilmezdim, hiç düşünmezdim.

İzmir’den Jak Kaya ve Sami Azar’dan bahsetmem lazım. İzmir benim için özel bir anlam ifade ediyor çünkü o tüzel kişilik kişiliğin kazanılması büyük bir hadiseydi. Bu süre içinde üç yeni tüzel kişilik tanımlanması oldu, üç karar çıktı. Bunlardan bir tanesi ve en zoru İzmir oldu. Çok arzu edilen ve çok uzun süre gündemde olan bir konuydu. Ve oradaki gayrimenkullerin çoğu da vakfın adına kaydedildi. O konuda Ester Zonana’nın da çok büyük katkıları oldu.  Sonra da onları ziyarete etti, İzmir’deki sinagoglara gittim. Musevi Cemaati de gelişmelerden sonra teşekkür ederken, başbakanla birlikte bana da teşekkür etti. Sami Herman’ın başkanlık dönemiydi. Sami Herman beni de onore etti. İlk defa kamuya yönelik böyle bir destek almış oldum; unutamayacağım.

Aynı zamanda ben Antakya’da Saül’leri de ziyaret ettim. Çanakkale’deki sinagogu da ziyaret ettim. Çok güzel deneyimlerim oldu. Gaziantep için de biletimi almıştım ama maalesef gidemedim. İnşallah bundan sonra Edirne’ye gideriz…

Çok güzel insanlar tanıdım, muhtelif ibadetlerde de dualarda bulundum. Mesela bir cumartesi sabahı bir bar-mitzva’daydım, hatta seninle yan yanaydık, kitabı-duayı beraber okuduk. Özellikle Soykırım anma günlerinde birlikte olduk. Ayrıca teşekkür etmek gereken başka bir konu daha var: Or Ahayim Hastanesi… Pembe meleklerin o güzel yemekleri, organizasyon kabiliyeti, gönüllülük anlayışları gerçekten beni çok etkiledi. Bir anma gününde yemeklerini yedikten sonra ben bir etkinliğimizi Or Ahayim’de yapmak istedim. Çok güzel bir anı oldu. Yemeğe gelen vakıf yöneticilerin birçoğu Or Ahayim’e ilk kez geliyordu, güzel bir vesile oldu. İnşallah bu vesileler devam edecek. Eminim Vakıflar Meclisi’nin Cemaat Vakıflarından Sorumlu yeni üyesi Toros Alcan da – kendisini buradan da kutluyorum – çok daha güzel, çok daha farklı, çok daha yeni hedefler çizecektir. Kendisini kutluyorum.  Çünkü artık farklı bir altyapı var; birbirini tanıyan, birbirini desteklemeyi arzu eden ve artık geçmişteki sıkıntılardan kendini korumaya çalışan değil de geleceği hedefleyerek katma değerler yaratmak isteyen insanlarla çalışılacak bundan sonra. Bundan sonra inşallah hep birlikte yine bu yolda daha güzel şeylere imza atacağız.

Bu vesileyle, sevgili Yaşar sana da özellikle her zaman göstermiş olduğun sıcak ilgi ve birlikte birçok etkinlikteki verimli çalışmalarımız için teşekkür etmek istiyorum.