• Türkiye’deki toplumsal tartışmalar sırasında, ne vakit, son birkaç yılda birçok kez tanık olduğumuz türden hoş olmayan bir şeyin izahına girişilse, bu zehirli karışım sürekli olarak ortaya atılıyor. Gezi Parkı protestolarının ardından Türk hükümetinin başlattığı ‘faiz lobisine’ karşı suçlamalarda bunun izleri görülebilir. Aynı iddia, bu defa daha açık olarak, hükümet Aralık 2013’te ciddi yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kaldığında tekrarlandı. Refleks tepki hep aynıydı: Siyonistler/Yahudiler/İsrailliler bu işin arkasında olmalı. Şimdi, bu son terör saldırılarının ardından, bu suçlamayı yinelemek, inanılmaz bir şekilde duygusuz ve sorumsuz bir davranış. Bu suçlama, kasıtlı olarak, Paris’te katledilenlerin yalnızca Charlie Hebdo çalışanları olmadığını, kurbanlar arasında alışveriş yaptıkları sırada rehin alınan dört Yahudi’nin de bulunduğu gerçeğini göz ardı ediyor. Joost Lagendijk - Zaman
E. Fromm, T. Adorno gibilere göre bazı eğitim tarzları ve kültürler itaat etmeyi seven insan tipi oluştururlar. Buna “otoriter birey” deniliyor.
Büyüğünün, şeyhinin, hocasının, liderinin önünde el pençe durmak, hiç kıpırdamadan namazda oturur gibi oturmak bu tiplerin zevk aldığı hareket biçimleridir.
Eleştirel birey hocası/şeyhi/lideri ile konuşma fırsatını sorunları aktarmak için kullanırken, otoriter birey “hiç konuşmadan onun yanında saygı içinde oturmayı” tercih eder.
Otoriter birey hocasının/şeyhinin/liderinin önünde hakkını arayan, çok konuşan tipleri saygısız görür!
Tehlike otoriter bireyin “otoriteryen itaatkârlık” saplantısına ulaşması ile başlıyor. O zaman kişi, belirli bir siyasi ajandayı dayatan liderlere itaat etmeyi görev biliyor.
Maalesef iş burada bitmiyor. Otoriteryen itaatkârlık “seviyesine” çıkan kişi bir başka özellik daha kazanıyor: Otoriteryen saldırganlık. Bu ise “otoriteye itaat etmeyenlere saldırıyı normal görme hali” demek.
Bu sefer kalabalık hale gelen otoriter itaatkârlar “ben itaat etmeyeceğim kendi yolumda gitmek istiyorum” diyen insanlara saldırıyı meşru görüyorlar.
Doğal olarak bunu yapmak için “Yahudi ajanı”, “hain” gibi kulplar hemen takılmaya başlanıyor.
Kulp takmanın nedeni saldırıyı sevimli hale getirmektir.
İnsanın kendi komşusuna, kendi ülkesinin vatandaşına, kendi dininin mensubuna saldırması kolay değildir. Ancak onu “hain” gibi kulplarla damgalayıp saldırılabilir hale getirir.
Böylece “sizinle cumaya gelen komşunuz Müslüman Ahmet” bir anda “Yahudi ajanı” haline gelir ve ona saldırmak sevimlileşir.
Gökhan Bacık
http://www.bugun.com.tr/hikayenin-ozu-otoriter-rejime-riza-gosteren-insan-yazisi-1442562
İsrail ile ilgili önceki açıklamalarına paralel olarak ve kendisinin çok iyi bilinen komplo teorici zihniyeti temelinde Gökçek, şimdi de Paris saldırılarının arkasında İsrail istihbaratının olduğunu, zira İsrail’in Fransa Parlamentosu’nun Filistin devletini kabul etmeyi onaylamasının ardından Fransa’yı cezalandırmak istediğini iddia ediyor. Bir kez daha, bu şoke edici tepkiyi, uzun süreli bir etki yaratmayacak olan tipik bir Gökçek gafı olarak kabul etmek çok kolay olurdu. Ancak durum böyle değil, zira, korkarım ki, etkisi var.
Bunun bir nedeni, Gökçek’in İsrail karşıtı fikirler ile klasik anti-Semitizm birleşiminin giderek popülerleşmesi. Türkiye’deki toplumsal tartışmalar sırasında, ne vakit, son birkaç yılda birçok kez tanık olduğumuz türden hoş olmayan bir şeyin izahına girişilse, bu zehirli karışım sürekli olarak ortaya atılıyor. Gezi Parkı protestolarının ardından Türk hükümetinin başlattığı ‘faiz lobisine’ karşı suçlamalarda bunun izleri görülebilir. Aynı iddia, bu defa daha açık olarak, hükümet Aralık 2013’te ciddi yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kaldığında tekrarlandı. Refleks tepki hep aynıydı: Siyonistler/Yahudiler/İsrailliler bu işin arkasında olmalı.
Şimdi, bu son terör saldırılarının ardından, bu suçlamayı yinelemek, inanılmaz bir şekilde duygusuz ve sorumsuz bir davranış. Bu suçlama, kasıtlı olarak, Paris’te katledilenlerin yalnızca Charlie Hebdo çalışanları olmadığını, kurbanlar arasında alışveriş yaptıkları sırada rehin alınan dört Yahudi’nin de bulunduğu gerçeğini göz ardı ediyor.
Gökçek’in ilkel popülizmi Türkiye’deki ve başka yerlerdeki çok sayıda Müslüman’ın, suçu daima başka yere atma yönündeki tanıdık eğilimiyle de örtüşüyor: Bu tür terör saldırılarının bizim dinimizle hiçbir alakası yoktur, bu yüzden bizleri ileride dindaşlarımızın böyle çirkin suçlar işlemesine mani olmak için ne yapabileceğimizi düşünmeye zorlamayın.
Joost Lagendijk
http://www.zaman.com.tr/joost-lagendijk/melih-gokcekin-mazur-gorulemez-yorumu_2270861.html
1939 yılı kasım ayında yapılan bir düzenlemeyle gayrimüslimlerin askerlik hizmeti sırasında silah eğitimi alması yasaklanmıştı. Belirli bir bedel ödendiğinde askerlik süresi düşüyor ve gayrimüslim askerler inşaat ve yol işlerinde çalıştırılıyorlardı. Türkiye’nin savaşa girme ve İstanbul’un işgal edilme ihtimali 30 Kasım 1940 tarihli CHP grup toplantısında tartışılırken Kazım Karabekir yaptığı konuşmayla devletin gayrimüslimleri hangi gözle gördüğünü ortaya koyar. “Bir savaş durumunu hesaba katarak, tehlikeli unsurları Anadolu’ya transfer etmeliyiz. Bu unsurların terk ettiği evleri, özellikle Beyoğlu’ndakileri, Türklere vermeliyiz. Mektuplardan ve kişisel gözlemlerimizden biliyoruz ki, Türklerin kanını emen bu unsurlar en güzel evlerde otururken, Sultan Selim’deki Türkler inşaatlarda ve depolarda beş- altı çocukla birlikte oturmak zorunda kalıyorlar.”
Devlet, gayrimüslimleri askerlik adı altında çalışma kamplarında toplayıp, bir taraftan onları tehlike olmaktan çıkarıp kontrol altına almayı hedeflerken, diğer yandan işyerlerini ve evlerini gasp ederek buralara Müslüman Türkleri yerleştirmeyi düşünüyordu.
Almanların 1941’de Balkanlara doğru ilerlemesi üzerine İstanbul ve Trakya’daki 1896-1916 doğumlu, 25-45 yaş arasındaki gayrimüslim erkekler mayıs ayından itibaren tebligat yapılmadan bulundukları yerlerden toplanarak 20 sınıf olmak üzere askere alındılar ve Davutpaşa Kışlası’na sevk edildiler. Bu askerler önce İç Anadolu’da Afyonkarahisar, Sivas ve Yozgat’taki kamplarda toplandılar, daha sonra buradan dağıtıma tabi tutuldular.
Halkın “Gâvur askeri”, devletin “Beşinci kol” dediği gayrimüslimlere silah verilmiyor, normal asker üniforması giydirilmiyordu. Başlarında genellikle silahlı Kürt muhafızların bulunduğu bu insanlar kötü muameleye maruz kalıyor, demiryolları, bayındırlık ve yol yapımı işlerinde çalıştırılıyorlardı. Temizlik ve beslenme koşullarının yetersizliği sonucu kamplarda ölümler artmaya başlamıştı.. Bu şekilde meydana getirilen işçi birlikleri, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında oluşturulan Amele Taburlarına benziyordu. Gayrimüslimlerde korku yaratan bu uygulama 1942 yılı temmuz ayına kadar devam etti. Dört yıl gibi bir süre çalıştırılanlar oldu.. 1942 yılı ilkbaharında Başbakan Refik Saydam, Yahudilerin devlet kurumlarındaki görevlerine son verdi.
Ümit Kardaş
http://www.taraf.com.tr/yazarlar/ne-kadar-yol-aldik/
21 Ağustos 1940’ta CHP Meclis Grubu’nda savaş ihtimali karşısında İstanbul’un durumu konuşulmaktadır. Kazım Karabekir, Antalya milletvekili Rasih Kaplan ile konuşurken şunları der. “Arkadaşlar, nerede gayri Türk bir yer varsa, muhakkak biliniz ki casus yuvasıdır! Münevverler arkadaşlarımızın dahi gittikleri kulüpler böyledir. Mesela Büyükada’ya gidiniz. Oradaki Anadolu Kulübü Yahudilerle doludur.” (Bali, Yirmi Kur’a Nafıa Askerleri, s.19) Bu konuşma gayrimüslimlere duyulan güvensizliği göstermekte.
Nitekim Türk basınında da “beşinci kol faaliyetleri”ne karşı halkı uyanık olmaya davet eden yazılar yaygınlaşmaya başlar. Ahmet Emin Yalman, bu konuda Vatan gazetesinde uyarılarda bulunur. “Kozmopolit ve Levanten muhitler daima ürkektir, telaşçıdır, bozguncudur. Fena bir niyeti bile olmasa her rivayete derhal inanır, kanar ve bunu yapar. Beşinci kolun gözünde, böyle bir bataklık, mikrop üretmek için en müsait bir muhittir. Beşinci kolun, kozmopolit İstanbul’u bir nakil ve neşir vasıtası diye kullanarak yapmak istediği şey, bizim imanımızı, emniyetimizi, birliğimizi, istikrarımızı sarsmaktır.” (Bali, Yirmi Kur’a Nafıa Askerleri, s.33)
Bali kitabında, gayrimüslim erkeklerin aniden silah altına alınmasının nedenlerini Türkiye’nin savaşa girmesi hâlinde hükümetçe ihtimal dahilinde görülen Naziler lehine “beşinci kol faaliyetleri”ni engellemek ve aynı zamanda Milli Müdafaa Vekaleti’nin acil ihtiyacı olan inşa faaliyetlerini hızlandırmak olarak tespit etmekte. Ancak bu kaygılar bahane edilerek gayrimüslim erkekleri işlerinden ve toplumdan uzaklaştırarak toplumun bu kesimini ekonomik bakımdan zayıflatmak ve hemen akabinde Varlık Vergisi uygulamasıyla sermayeyi Türkleştirmek amacının ön planda olduğunu söylemek gerekir.
Nitekim Varlık Vergisi uygulamasıyla gayrimüslimlerin servetine devlet tarafından zorlan el konuldu, şirketleri, üretim araçları, gayrimenkulleri ve sermayeleri Türkleştirildi. Cumhuriyetin kurulmasına heyecanla katılan hatta Türkleştirme politikalarını desteklemiş olan pek çok Yahudi, servetini kaybetmenin ötesinde duygusal travma geçirdi. Böylece gayrimüslimlerin eşit vatandaş olarak kabul edilebileceği umudu kaybedilmiş oluyordu. Varlık Vergisi uygulamasından sonra büyük göç dalgası yaşandı.
Ümit Kardaş
http://www.taraf.com.tr/yazarlar/yirmi-kura-askerleri/
DYP’nin Musevi kökenli Milletvekili Jefi Kamhi ile iktidar kulisinde sohbet ediyorduk.
Hoşgörüden söz edince Kamhi itiraz etmişti.
Kamhi, “Benim hoş görülmesi gereken bir eksikliğim mi var. Tam tersine eşit vatandaşlık temelinde konuya yaklaşılmalı” demişti.
Hoşgörüden maksadın ne olduğu anlatıldı, gayrimüslimlerin parlamentoda daha fazla temsilinin üzerinde duruldu.
Ama 90’lı yıllardan sonra yeni bir kesinti oldu. Ta ki HDP’nin Süryani kökenli Milletvekili Erol Dora Parlamentoya girene dek.
92 yıllık Cumhuriyet tarihinde Erol Dora dahil 24 gayrimüslim Milletvekilimiz oldu. Bunlara 27 Mayıs’ta Kurucu Meclis ve Cumhuriyet Senatosu üyesi olarak atanan 4 isim dahil.
Aslında birçok kötülüklerin anası olan 27 Mayıs, gayrimüslim vatandaşlarımızın seçilerek parlamentoda temsilinin önünü de kesti.
27 Mayıs’tan 1996 yılına kadar gayrimüslim vatandaşlarımızı Meclis’te göremedik.
Oysa olduğu 1946’dan bu yana 2’si CHP’den 10’u DP listelerinden olmak üzere Rum, Ermeni ve Musevi kökenli 12 milletvekilimiz olmuştu.
1957-60 arasında DP’nin gayri Müslim kökenli 4 milletvekili vardı. Temsil noktasındaki eksikliği yansıtması açısından verdim bu sayıları.
Hoşgörü toplumuyuz diyoruz, Yeni Türkiye’den söz ediyoruz. Hatta Başbakanımızın çok sevdiği bir deyimle restorasyon sürecinden, medeniyetimizin inşasından söz ediyoruz. Bunların bir yolu da gayrimüslim vatandaşlarımızın parlamentoda temsili olmalı.
…
Edindiğim izlenime göre AK Parti, 7 Haziran 2015 seçimlerinde gayrimüslim vatandaşlarımızdan milletvekili adayı gösterecek. Hem de bir değil. Birkaç ismin seçilecek yerlerden milletvekili adayı olarak gösterilmesini bekliyorum. Bu iç barışımız ve kültürel zenginliğimiz açısından gecikmiş ama daha fazla geciktirilmeden atılması gereken adımlardan biri.
Aynı ülkenin vatandaşlarıyız. O zaman 550 kişilik parlamentoda birkaç gayrimüslim vatandaşımızın temsil edilmesinin kime ne zararı var?
Osmanlı’da 1877 Meclis-i Mebusan’ında 115 milletvekilinden 69 Müslüman’a e karşılık 46 gayrimüslim milletvekili vardı. Ayrıca Osmanlı’yı oluşturan tüm etnik kökenlerin temsil edildiği bir Meclis’ti.
92 yıllık Cumhuriyet tarihinde ise topu topuna 24...
Abdülkadir Selvi
http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/abdulkadirselvi/ak-partiden-gayrimuslim-milletvekilleri-2007192
Fransa’daki Yahudiler arasında tedirginliğin giderek artmakta olduğu ya da radikal İslamcı terörün öncelikli hedefleri arasında kendilerinin yer aldığını düşündükleri bir sır değil. Bu tedirginlik, İsrail’e yönelik göç (aliya) eğilimini de artırıyor. 2013 yılında Fransa’yı terk ederek İsrail’e yerleşenlerin sayısı 3300 kişiyken, 2014’te bu rakam 7000’e ulaştı ve Fransa, İsrail’e en çok Yahudi göçmen gönderen ülke oldu. İsrail’e göçü organize eden İsrail hükümet kuruluşu Yahudi Ajansı, Vincennes saldırısından bu yana Fransa’dan gelen telefonların üç kat, bilgilendirme toplantılarına kaydolanların sayısının ise on kat arttığını ifade ediyor. Göçten sorumlu bakan Sofa Landver de, 2015’te Fransa’dan en az 10 bin göçmen bekledikleri açıklamasını yaptı.
Her ne kadar Fransa Yahudi toplumu liderlerinden Joel Mergui, “Yahudiler korktukları için değil, kalplerinin çağrısına uyarak tercih yapmalılar” dese de, 2014 yılı içinde, bir önceki yıla göre yüzde 91 daha fazla Yahudi karşıtı saldırıyla karşılaşan bir toplumun korkuya kapılması şaşırtıcı değil. Geçen perşembe günü Belçika’da gerçekleştirilen anti-terör operasyonunun ertesi günü ülkedeki Yahudi okullarının tedbir amacıyla eğitime bir gün ara vermeleri, tedirginliğin sadece Fransa’ya özgü olmadığını da gösteriyor.
Binyamin Netanyahu’nun Avrupa’daki Yahudi düşmanı saldırılarla bu denli yakından ilgilenmesi ve tüm programını altüst edip anma törenlerine koşması ise sadece insanî sebeplere dayanmıyor. Mart ayında yapılacak olan genel seçim için kampanya yürütmekte olan Netanyahu, giderek sağa kaymakta olan İsrail seçmeninin, ayrıca seçimden sonra birlikte koalisyon kurma hesapları yaptığı milliyetçi ve dinci partilerin hassasiyetlerini de böylelikle dikkate almış oluyor. Netanyahu’nun meseleyi bu denli sahiplenmesinin Avrupalı Yahudilerin güvenliğine gerçekten katkıda bulunup bulunmadığı ise, tartışmaya açık.
Tolga Bilener
http://www.taraf.com.tr/yazarlar/paris-saldirilari-ve-netanyahu/
"Charlie Hebdo katliamı"ndan uluslararası politikada "siyasi sonuç devşirme" bakımından, Netanyahu ile "yok birbirimizden farkımız" demek çok yanlış olmayacak.
İsrail’in saygın gazetesi Haaretz, “Netanyahu’nun Paris görüntüsü bir PR felâketiydi” diye başlık attı.
Pazar günü Paris’te bir milyon insanın yürüdüğü 1944 yılından beri tanık olunan büyük gösterinin en ön sırasında Benjamin Netanyahu’yu balkonlara el sallarken gördüğümde, benim içimden de, muhtemelen on milyonlarca insanın içinden de geçmiş olan duygu geçmişti.
İsrail Başbakanı, besbelli, seçim arefesinde Charlie Hebdo katliamını kendi adına bir “siyasi istismar” vesilesi olarak değerlendirmek istiyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Ankara’da önceki gün Filistin Yönetimi Başkanı Abu Mazen ile ortak basın toplantısında (Mahmud Abbas) bu on milyonlarca insanın duygularını paylaşırcasına, “Soruyorum, Gazze'de 2 bin 500 kişiyi katletmek suretiyle bir devlet terörü estiren bu zatın el sallamasına siz nasıl bakıyorsunuz? Sanki tribünde insanlar onu çok heyecanla orada beklemişler gibi onlara el sallıyor. Hangi yüzle oraya gitti onu da tabii anlamakta zorlanıyorum" dedi.
Demesine dedi ama benzeri tepkilerin, yürüyüşteki aynı sıranın diğer ucundaki Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu ve dolayısıyla onun şahsında –katılsaydı- kendisi için de geçerli olduğunun farkında görünmedi.
Fransa sözcüğüyle adeta eş anlamlı hale gelmiş olan ünlü Le Monde gazetesi, yürüyüş günü, “ifade özgürlüğünün kısıtlı olduğu ülkelerden temsilciler”in yürüyüşe katılacak olmasını eleştirmiş ve bu isimlerin başına Davutoğlu’nu yerleştirmişti.
(…) “Eğer Netanyahu’ya Paris’te olanlar kasıtlı değildiyse –aşikâr güvenlik tehlikeleri göz önüne alındığı takdirde, olmaması çok daha muhtemeldir- yine de, İsrail’in son yıllarda ulaştığı tecrit derinliklerine ilişkin çarpıcı bir metafor olarak görülebilir. İsrail Başbakanı’nı bir türlü gelmeyen bir otobüsü ayazda beklerken gösteren bir video, bir Filistin devletinin tanınmasına dair yüz tane karardan çok daha yüksek sesle konuşuyor.
İsrail 2015 yılına uluslararası statüsünün rekor düzeyde düştüğü, destekleyenlerinin giderek azaldığı bir durumda başlıyor. Bu bir ağırlıktır, bir yüktür. Bunu yükleyen, başbakan olarak, Netanyahu’dur.Maalesef, dalga geçilen sadece Netanyahu değildir. Onu seçen ve yakında yeniden seçebilecek olan ülkedir.”
Ahmet Davutoğlu’nun Paris yürüyüşündeki halini göz önüne getiriniz. Ertesi gün Berlin’de Angela Merkel ile basın toplantısında söylediklerini bir kez daha okuyunuz. Angela Merkel’in “İslâm, Almanya’nın bir değeridir” dediği ve ertesi gün (dün) Cumhurbaşkanı Joachim Gauck ile birlikte “Müslüman kuruluşlarla birlikte Dayanışma ve Irkçılığa Karşı Yürüyüş”e katılacağını açıkladığı basın toplantısı.
Aynı saatlerde Ankara’da Tayyip Erdoğan’ın Abu Mazen ile basın toplantısında ettiği lâfları hatırlamaya çalışınız. Hani “Batı ikiyüzlülüğü”nden söz ettiği, İslamafobi’yi gelişmelerin baş sorumlusu olarak gösterdiği, “katiller Fransız vatandaşı ama İslâm sorumlu tutuluyor. Bu manidar” (oysa hiç kimse bunu söylemedi; Hollande’dan Merkel’e tam tersini söyledi) dediği basın toplantısı.
Türkiye’nin son iki yılda “uluslararası profili”nin Batı’dan ve Ortadoğu’ya nasıl gözüktüğünü, bu konuda her iki alanda çıkan sayısız yazıyı hatırlayarak bir kez daha aklınızdan geçirin.
Türkiye’nin 2015’e kimlerin yönetiminde nasıl başlamış bulunduğunu sorun ve dürüst bir cevap vermeye çalışın.
Son olarak, Haaretz yazısının alıntıladığımız son üç paragrafındaki İsrail sözcüğünün yerine Türkiye, Netanyahu sözcüğünün yerine Erdoğan (veya Davutoğlu) sözcüğünü yerleştirin.
Cengiz Çandar
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/otobusu_kacirmayacaksiniz-1271449#
ÖNCE İsrail. Malum, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu eleştirdi. Netanyahu Paris'te düzenlenen birlik yürüyüşüne katıldığı için "Hangi yüzle oraya gitti, anlamakta zorlanıyoruz" sözleriyle.
Buna karşılık Netanyahu da Erdoğan'ın açıklamasının uluslararası toplumca kınanması çağrısında bulundu. İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman da topa girdi. Erdoğan'ı "Yahudi düşmanı bir kabadayı" diye niteleyerek.
Peki bu sert açıklamalara rağmen, Türkiye İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeyi düşünüyor mu?
Görüştüğüm üst düzey bir yetkili, topun tamamen İsrail'in sahasında olduğunu söylüyor. Belli ki İsrail'den, 17 Mart'ta yapacakları erken seçimden sonra bir adım bekleniyor.
Ardından ise kritik bir ekleme yapıyor: "Tazminat işi uzadıkça Mavi Marmara kurbanlarının ailelerinde, İHH (İnsani Yardım Vakfı) gibi çevrelerde ve kamuoyunda İsrail algısı gittikçe daha olumsuz oluyor. O yüzden tazminatı aksatmamakta fayda var. Bir an önce süreci neticelendirmek, ilişkilerimiz açısından önemli."
Verda Özer
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/verda-ozer_511/ankara-da-dis-politika-turu_28004829
Netten okumalar
http://www.hakimiyet.com/kilis/kiliste-57-yildir-kapisi-acilmayan-sinagog-h773981.html
http://blog.milliyet.com.tr/Ezber_Bozan_Seyahat_-_Israil/Blog/?BlogNo=486729&ref=milliyet_anasayfa
http://ilerihaber.org/harediler-kimdir-merkeli-niye-sansurlediler/8593/
http://tr.euronews.com/2015/01/14/avrupada-musluman-ve-yahudilere-bakis/
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/188021/MOSSAD_kafayi_Melih_Gokcek_e_takmis.html
http://sosyal.hurriyet.com.tr/yazar/akif-beki_501/peki-bu-charlie-nin-neden-ibranicesi-yok_27970727
15.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu İspanyol Engizisyonundan kaçan binlerce Yahudiye kapılarını açtı. Ülkemize yerleşenlerin nesli Kurtuluş savaşlarında hemen her cephede Türk askerleriyle birlikte vatan savunması yaptı. Şehitliklerimizde yüzlerce Yahudi ve Musevi’nin naaşları şerefle yatmaktadır.(Yahudi İsrailoğulları soyundan gelendir. Musevi yine aynı dine inanan olup çoğunlukla kökleri Hazar, Karay Türklerine dayananlara denir. Tarih deki 16 Türk İmparatorluğundan biri olan Hazar Türkleri Museviydi.)
Yahudiler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulmasında Türklerle sırt sırta çalıştı. Günümüz Demokratik Laik T.C.nin kuruluşundaki emekleri yadsınamaz. Sanıldığı ve yansıtıldığı kadar Türk halkında İsrail karşıtlığı yoktur. Yıllarca Yahudilerle komşuluklar yaptık. Yeri geldi kız alıp verildi.
Mutfağımız yeme içme adetlerimiz birbirine benzer. Onlar da domuz yemezler. Ve helal kesim et yerler. Yurt dışında genellikle Müslümanlar Koşer denilen Yahudi et marketlerinden Yahudiler de Müslüman kasaplarından et alırlar. Çünkü koşullar aynı sayılır. Bir baktık televizyon haberlerinde Konya mitinginde Başbakanımız Davutoğlu’nun yanında Hamas lideri Hamit Meşal… bir vatandaş olarak çok tepki gösterdim. Sayın Başbakanımın yanına onu yakıştırmadım. Bir Akademisyen, bir profesör üstelik T.C. Başbakanı. Hamas gibi dinci bir lider, üstelik uluslara arası terörist olduğu iddia edilen biri… Benim seviyeli aydın Başbakanımın yanına yakışmıyordu. Doğrusu üzüldüm. Olmamış. Eminim binlerce Türk vatandaşı benimle bu konuda aynı hisleri paylaşmıştır.
http://www.ekspresgazete.com/?/yazi/oku/12561
Netten izleyin
Dünya Savaşı ile birlikte Ortadoğu'ya yerleşen İngiltere, bölgenin şekillenmesinde büyük rol oynadı. Dönemin Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un adını taşıyan meşhur Balfour Deklarasyonu’ndan Ortadoğu Dörtlüsü Temsilcisi Tony Blair'in vizyonuna, İsrail İngiltere ilişkileri.
http://www.aljazeera.com.tr/belgesel/balfourdan-blaire-israil
“Geçmiş Zaman Olur Ki” – Twitter’dan