Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 2005’te aldığı bir kararla, Kızıl Ordu’nun 1945 yılında, Auschwitz – Birkenau Ölüm Kampı kompleksini ele geçirdiği tarih olan 27 Ocak gününü, Uluslararası Holokost Kurbanlarını Anma Günü ilan etti.
Dikkatleri ayırımcılığa, ötekileştirmeye, ırkçılığa ve bunların getireceği tehlikelere çekmek, kitleleri bu konuda bilinçlendirmek, eğitmek amacı taşıyan bu karar, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 191 ülke tarafından imza altına alındı.
70 yıl önce, Sovyet Ordusu 27 Ocak 1945’te Auschwitz – Birkenau’ya girdiğinde burada çoğunlukla hasta ve ölüm döşeğinde yedi bin kişi buldu. SS’ler, bundan yalnızca birkaç gün önce kampı boşaltmışlar, birçoğu yolda can verecek 60 bin kişiyi ölüm yürüyüşüne zorlamışlardı. Holokost’ta katledilen altı milyon kişiden 1,1 milyonunun yarınları burada karartıldı.
Kendisi de bir Holokost kurtulanı olan Elie Wiesel, Auschwitz’in kurtarılışının 60. yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şöyle der:
“Halen sorarız, Auschwitz neydi diye: Bir son mu yoksa bir başlangıç mı veya onlarca yıldır devam eden bir karalama kampanyasının, komplo senaryolarının beslediği bir nefret midir? Ya da, insan karakterindeki şeytani dürtülerin görüntüsü müdür? Auschwitz, ekmeğini kaybetmenin hayatını kaybetmek, bir arkadaşın gülümsemesinin umut dolu bir yarın demek olduğu kötülükler prensliğiydi…”
Auschwitz, Nazi rejiminin sistematik olarak yürüttüğü savaş içinde savaş sürecinin güçlü sembollerinden yalnızca biridir. Buna diğer kampları da eklemek gerekir: Örneğin Treblinka’yı, Majdanek’i, Sobibor’u… Buna, Ukrayna ve geniş Rus steplerinde bulunan toplu mezarları da eklemek gerekir: Örneğin Babi Yar’ı… Buna, gettoları da eklemek gerekir: Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmeden önce tecrit edildikleri gettoları…
HOLOKOST Yunanca kökenli bir kelimedir: Holos – Bütün ve Kostos – Yanmış sözcüklerinin bir araya gelmesi ile oluşur. Öncesiz ve tekil olma özelliğine sahip bir dönemi ifade eder. İbranicede buna ŞOA, ‘facia’ denir… Yiddiş dilinde HURBAN, ‘imha’ olarak geçer… Kimi tarafından ise bu ‘Yahudi Soykırımı’ olarak anılır naif bir şekilde.
Holokost, Yahudileri, Yahudiliği, Yahudi değerlerini, Yahudi kültürünü, Yahudi olan her şeyi yok etmeye azmetmiş bir insan topluluğunun, siyasi, askeri, beşeri, ekonomik, teknolojik tüm yol ve yöntemleri kullanarak, kutsal saydığı bu hedefe ulaşmada acımasız ve kararlı adımlarla yol aldığı bir zamanı ifade eder. Tarihin derinliklerinden bu yana, Yahudi adımlarını her an takip eden – kaynağı, dayanağı ne olursa olsun – antisemitizmin bir baş yapıtıdır. Bu anlamda, tekilliği ve öncesizliği tartışılmaz.
Eğer bu bir tanımsa – ki yukarıdaki paragrafın böyle bir iddiası yok – o zaman bunu hazmetmeye bakalım. Birkaç soru soralım kendimize ve bu soruları yanıtlamaya çalışalım…
Örneğin, “Holokost’un insanlık tarihindeki yeri nedir?” diye soralım!
“İnsanlığın düşünce evriminde ve buna bağlı olarak gelişen davranış şekillenmesinde Holokost’u nereye oturtmak gerekir ?” diye soralım!
“Bir kişiye tapma noktasına varacak olan irrasyonellik, düşünen insanı nasıl bu denli kendine mahkûm etmiştir?” diye de sormayı ihmal etmeyelim!
Tarihin hemen hemen her dönemi insanların şu veya bu nedenlerle birbirlerine yaptıkları zulümlerle doludur. Bu olayların temelinde ya ekonomik dürtüler ya da nüfuz çekişmelerinin izlerinin bulunduğu yadsınamaz bir gerçek... Toprak edinmek adına, zengin maden yataklarına ulaşmak adına, siyasi erki ele geçirmek adına veya eldeki iktidarı korumak ya da pekiştirmek adına olmamış mıdır bütün bunlar?
Bunları tasnif etmek veya birinin diğerinden daha acı olduğunu iddia etmek doğru değildir. Ancak genelde II. Dünya Savaşı döneminin ve özelde Son Çözüm’e doğru adım adım gelişen olayların incelenmesi Holokost’un çok değişik bir yere konması gerektiği sonucuna getiriyor bizleri. Naziler ideolojik programlarını uygularken rejim muhaliflerini yok ettiler. Saf ve temiz bir ırk yaratmak adına hasta insanları ortadan kaldırdılar. 300 bin kadar Roman’ı katlettiler. Ancak bu grupların hiçbiri Son Çözüm’ün muhatabı, Nazizm’in öncelikli hedefi olmadı…
İşte tam da burada Birleşmiş Milletler’in kararına dönmekte fayda var. Holokost’u öznesi Yahudiler ve Yahudilik olan bir insanlık trajedisi olarak anlamak, benzer vahşetlerin bir daha tekrarlanmaması için insan topluluklarını bilinçlendirmek amacı ile başlatılan bir eğitim süreci önerilmiş devletler topluluğuna. Bu bağlamda, Hitler ve Nasyonal Sosyalizmin Almanya’nın yükselmesi için öngördüğü iki eksenli dünyanın tehlikelerine dikkat çekmek, olayların kaynağına inmek açısından önem ifade eder.
Bu eksenlerden ilki güç eksenidir. Hitler’in, 1933 yılında şansölye ilan edildikten sonraki süreçte demokrasiyi askıya alması, beraber yola çıktığı ancak ileride önünü kesme potansiyeli olan siyasi rakiplerini tasfiye etmesi, iç düşman olarak ilan ettiği komünistlerden kurtulmak için parlamentoyu yakmaya kadar giden bir tezgâh kurması amaçlarına güç kullanarak ulaşmaya çalıştığının göstergesidir. Zaten çok önceleri kaleme aldığı ‘Kavgam’da bu fikirlerini bulmak mümkündür. Yazdıklarına göre, demokrasinin askıya alınması ve ivedi olarak merkezi bir otoritenin tahsis edilmesi gerekliydi. Totaliter bir rejim oluşturulmalı ve liderin halkın iyiliği için aldığı kararlar tartışılmamalıydı, çünkü tartışmalar vakit ve enerji kaybından başka bir şey değildi. Sonunda da başlattığı Büyük Savaş taş taş üzerinde bırakmayacak ve dünyayı birbirine katacaktı.
Irkçılık ise Nazizm’in dayandığı ikinci eksendi. Ari ırkın üstünlüğü etrafında dönen ancak bununla yetinmeyip Slavları, Romanları ve nihayetinde Yahudileri aşağı varlıklar olarak gören ve onlardan geri dönüşsüz bir şekilde kurtulmak gereğini tekrarlayan bir ideolojiden söz ediyoruz. Devletler ırkçı temeller üzerinde oturtulması gereken yapılardır. Ari ırkın üstünlüğü Almanca konuşan halkların aynı sınır içinde, aynı bayrak altında birleşmesi ile sağlanacaktır. Bunun için izlenecek her yol makbuldür. Bir adım öte, Alman ulusunun yozlaşmasına neden olacak hiçbir şeye izin verilmeyecek, bunun içinde sırıtan her topluluk ayıklanacaktır. Genetik veya benzer hastalığı olanların tasfiyesini bu açıdan değerlendirmek gerekir.
Hitler Kavgam’da, elbette çağın en büyük mikrobu olarak adlandırdığı Yahudiler hakkında da veciz sözler sarf etmekten geri kalmaz ve şöyle devam eder:
“Nasyonal Sosyalizmi siyasi bir hareket olarak tanımlayanlar onun hakkında hiçbir şey bilmiyorlar. Nasyonal Sosyalizm bir dinden ötedir, insanlığı bir daha, yeniden yaratmakla eşittir… Marksist prensiplerin yardımıyla Yahudi tüm diğer dünya halkları üzerinde baskın olmaktadır. Tacı insanlığın ve dünyanın cenazesi olacaktır... Dolayısı ile Yahudi ile savaşarak Tanrı’nın işine yardımcı oluyorum.”
Aynından devamla, Viyana’daki gençlik yıllarına atıfta bulunarak şöyle yazar: “Bu mesele üzerinde düşünmeye ve ilk Yahudiler dikkatimi çekmeye başladığında, kent bana bambaşka görülmeye başladı. Nereye gitsem Yahudi görüyordum. Ne kadar çok Yahudi görsem de bunlar gözümde diğer insanlardan öylesine ayrılıyorlardı. Özellikle Tuna kanalının kuzeyi ve kentin merkezinde bu ırkın temsilcileri kaynıyordu. Bunların salt dış görünüşlerinden bile Almanlarla hiçbir benzerlikleri olmadığı fark ediliyordu. Yahudilerin karışmadığı tek pislik yoktu. Hangi çıbanı yarsanız, içinden birdenbire çıktığı aydınlıktan gözleri kamaşmış bir solucan, bir Yahudi görülürdü. Yavaş yavaş onlardan nefret etmeye başladım…”
Savaş, Almanca konuşan halklara daha fazla bir ‘yaşam alanı’ sağlamak için mi başlamıştı? Yoksa Yahudilik ve Yahudilerin tarih sahnesinden tamamen silinmesi için mi?
Siyasi ve askeri gerçekler mi Alman ordularını yönlendirmişti? Yoksa irrasyonellik sınırlarını aşan Yahudi nefreti mi?
Alınan taktik kararlar, savaş koşullarının dikte ettikleri miydi? Yoksa orada veya burada birkaç yüz fazla Yahudi öldürmek için, zaman zaman komutanların hilafına kararlar alınıyor muydu?
Büyük savaşın Yahudileri yok etmek için başlatıldığını iddia etmek elbette ki çok doğru olmaz. Yoksa Almanya’nın Avusturya ve Çekoslovakya’yı ilhak etmesine anlam vermek zor olur. Keza Danzig koridorunu Almanya’ya bağlamak için Polonya’ya saldırmasına, bundan hemen önce Rusya ile bir saldırmazlık paktı imzalamasına sonra da bunu delmesine, İngiltere’yi acımasız bir şekilde bombalamasına da…
Holokost deyince, yukarıda aktarılan fikirler çerçevesinde yoğrulmuş Nasyonal Sosyalist ideolojinin yönettiği, bürokratik, ekonomik, teknik bir soykırımdan söz ediyoruz. Kültürü ile, gelenekleri ile, sosyal yaşama getirdiği zenginlikleri ile bilinen bir halkın toptan yok edilişinden söz ediyoruz. Bu, 1933’te Hitler’in iktidara gelişi ile başlayan ve 1942’de şekillenen Son Çözüm ile vücut bulan bir süreçtir…
Bu anlamda, 27 Ocak anması, ırkçılığın çarkına kapılarak yitip giden milyonları yad etmek için, anılarını canlı tutarak, olayların sonuçlarından ders çıkararak boşuna ölmediklerini haykırmak için önemli. Bunu ister içsel bir hesaplaşma deyin ister başka şekilde tanımlayın… Yabancı düşmanlığının bağnazlıkla yoğrularak ırkçılığa dönüşmeye, mesnetsiz kinin ve nefretin toplumları teslim almağa yeltendiği günümüzde, yalnız 27 Ocak’ta değil, her gün bu hesaplaşmayı yapmak gerekir.