İnsanlık tarihinde Holokost gibi bir vahşet nasıl yaşandı? İnsan nasıl kötü olur?
1960’larda iki bilim adamı bu sorulardan yola çıkarak davranış psikolojisi alanında çarpıcı sonuçlarıyla çok ses getiren fakat etik açıdan bir o kadar da tartışılan iki deneye imza attı. Sonucu milyonların ölümü olanın, nedeni “Sadece emirleri uyguluyordum” olunca bu katliamların tekrarlanmamasının bir garantisi var mı?
Nihai Çözüm’ün yaratıcısı Adolf Eichmann’ın, 1961’de Kudüs’teki davasında kendini aklayış retoriğinden yola çıkarak kötülüğe farklı bir bakış açısı getiren Hannah Arendt, ‘Kötülüğün Sıradanlığı’ kitabında Holokost gibi tarihteki en sistematik ve aynı zamanda gönüllülük temeline dayanan vahşetin altında yatan nedenleri irdeliyordu. Yahudilerce eleştiri yağmuruna tutulan ve kendi de Yahudi olan Arendt’e göre, otoritenin dayattığı emirleri uygulayan, vicdanının sesini kısmakta bir tereddüt göstermeyen ve en önemlisi sorumluluğu üstlenmeyerek söz konusu otoriteye aktaran insan ‘sıradan kötü’dür; dahası itaatkârlığından dolayı suçlanamaz zira faşizm iklimine uygun olarak sorgulamaksızın ve bilinçsizce hareket etmiştir.
Nazilerin zulmünü bir şekilde doğrulayan bu bakış açısının rahatsız edici olmadığını söylemek güç. Bu denli bir akıl tutulmasını böyle basite indirgemek ve tek şeytanı Hitler olarak göstermek kolay kabul edilebilecek bir yaklaşım gibi görünmese de, insanların kötülüğün bir parçası olmaya rahatlıkla meyilli olduğu bir gerçek. Eichmann davasından 20 yıl sonra yapılan iki psikolojik deney bilimsel olarak bu savı destekler sonuçları ortaya koydu. Daha çarpıcı olan ise beş yıl önce tekrar edilen testte birebir bu sonuçlarla karşılaşılmasıydı. İnsan hakları, demokrasi, savaş karşıtlığı gibi ilkeleri içselleştirememiş olmalı ki insanlık bir arpa boyu yol gidememişti.
MİLGRAM DENEYİ
Gaddarlığın gelebileceği son nokta olan Holokost ve Eichmann’ın davasından etkilenen Yale Üniversitesi Profesörü Dr. Stanley Milgram, 60’lı yıllarda çeşitli ülkelerde bir dizi deney gerçekleştirdi. Kendisi de bir Yahudi olan Milgram, bireyin şahsi görüşleri ve vicdanlarına rağmen bir otoritenin emirlerini yerine getirmeye olan yatkınlıklarını analiz etmek istemişti. Tüm sonuçları 1974’de ‘Otoriteye İtaat’ adlı kitabında derledi.
DENEYİN AMACI: İnsanın vahşet, katliam gibi dehşet verici davranışlarda nasıl bulunabileceğini, itaat ve vicdanın sınırlarını anlamak
İlk deneyde yaşları 20 ile 50 arasında çeşitli öğrenim seviyelerinden ve farklı mesleklerden 40 erkek denek gazeteye verilen bir ilan aracılığıyla bulundu. Yale Üniversitesi- New Haven’da gerçekleştirilen deneyde bir öğretmen, bir öğrenci, bir de araştırmacı yer alıyordu. Katılımcıların kura ile seçecekleri kâğıtla, öğretmen mi öğrenci mi olacakları belirleniyordu. Öğretmen, öğrenciye sözcük çiftleri okuyacak, liste tamamlandıktan sonra bir başka odaya alınan ve elektrikli iskemleye elektrotlarla bağlanmış öğrenciden verdiği sözcüğü dört şık içinden eşleştirmesini isteyecekti. Öğretmene önünde duran elektrik şok makinesiyle, yanlış cevap vermesi durumunda 15 volttan başlayarak, her yanlışta da 15 volt artırarak, öğrenciye elektrik akımı vermesi söylenmişti. Deneyin, üç kez 450 volt verildikten sonra sona ereceği belirtildi. 45 voltluk elektrik öğretmen üzerinde denendikten sonra öğretmen ve öğrenci birbirlerini duyabilecekleri ancak göremeyecekleri birer odaya alındılar. Araştırmacı öğretmenle aynı odada oturuyordu. Deneklere deneyin amacının öğrenmede cezanın etkisini araştırmak olduğu söylendi.
Aslında hepsi bir düzmeceydi
Deneyde öğrenci-öğretmen ayrımı kura ile yapılmıyor, öğrenci rolü önceden hazırlanmış bir aktör tarafından oynanıyordu. Kura kâğıtlarının her ikisine de öğretmen yazılmış, deneklerin şansa öğretmen oldukları düşünülmesi sağlanmıştı. Şok makinesi gerçekte öğrenciye elektrik vermiyordu. Öğretmen olan denek, öğrenciye elektrik şoku verdiğini düşünürken bir ses kayıt cihazından, her bir elektrik şoku seviyesi için ayrı bir ses duyacaktı. Aktör öğrenci duruma göre duvarlara vuracak, çığlık atacak veya durması için yalvaracaktı. Araştırmacı, öğretmenin deneyi durdurmak istemesi durumunda, deneye devam etmesi için yalnızca şu dört cümleyi söyleyecekti. Öyle ki sırayla söylenen bu dört cümleden sonra öğretmen deneyi durdurmakta ısrar ederse deney durdurulacaktı.
Deneyden önce anket
Milgram, Yale’den yüz öğrenciye böyle bir deneyde yer alırlarsa 450 voltluk maksimum şoku uygulama ihtimallerini 0’dan 4’e kadar değerlendirmelerini istedi. Ankette genel ortalama 1,2 çıkarken kimse 4 puanı işaretlememiş, katılımcılar sırf emirler öyle diye öğrenciye 450 volt elektrik vermeyecekleri şeklinde bir duruş sergilemişlerdi. Aynı ankete yanıt veren 40 psikiyatrist ise en fazla 150 volta kadar çıkacaklarını, üstelik kimsenin bu voltajı geçmeyeceğini öne sürdü.
Anket sonuçları deney sonuçlarını yansıttı mı?
Milgram’ın deney sonuçları tam tersi bir tablo ortaya koydu. Deneklerin yüzde 65’i (40 denekten 26’sı) öğrenciye 450 voltu uyguladı. Her denek testin herhangi bir noktasında durmak istemiş ve çeşitli rahatsızlık, korku ve memnuniyetsizlik belirtileri göstermişse de, arkalarında oturan beyaz önlüklü araştırmacının sözleri devam etmeleri için yeterli olmuştu; ne de olsa bilim gibi yüce bir amaç uğruna çalışıyorlardı. 150 voltta denekler öğrencinin çığlıklarını duyar hale gelmiş, ek olarak öğrenci kalp rahatsızlığı olduğunu belirtmişti. Öğrencilerin yüzde 80’i bu seviyeyi geçti. 330 volttan sonra ise öğrenci tepki veremeyecek hale geldiğinin açık bir işareti olarak hiç ses çıkarmamıştı.
Deneyin etikligi tartışmalara yol açtı
Deneklerin yaşadığı anksiyete miktarının kaygı verici seviyelere çıkmasından dolayı, hemen deney sonrasında deneklerle elektrik şokunun gerçek olmadığı bilgisi paylaşıldı. Deneklerin psikolojik sorunlar yaşayabileceğine karşın eleştirilere karşılık Milgram sonradan deneklere yaptığı anket sonuçlarını açıkladı. Sonuç yine çarpıcıydı; deneklerin yüzde 84’ü deneye katılmaktan memnundu. Hatta deneklerden biri Vietnam Savaşı’na katılmamak için vicdani retçi statüsü alamasa bile hapis yatmaya hazır olduğunu, otoriteye uysalca itaat ederek kendi doğrularından feragat etmenin ne kadar kolay olduğunu Milgram’ın deneyi sayesinde öğrendiğini ifade ediyordu.
Deneyin çeşitlemeleri
Milgram daha sonra 636 denekle deneyinin 18 çeşitlemesini yaptı. Bulgulara göre 450 volt şoku uygulayanların oranı dikkat çekici bir şekilde orijinal deneyin sonuçlarını destekledi. Bu çeşitlemelerle ayrıca deney düzeneğindeki bazı değişkenlerle oynandı. Deneyin saygın bir üniversite kampüsünden herhangi bir ofise taşınması itaatkârlığı yüzde 65’ten yüzde 47’e indirdi. Öğretmen, aktör olan öğrenciyle aynı odaya konarak, 150 volttan sonra zorla öğrencinin elini şok tablasına bastırması istendiğinde itaatkârlık yüzde 30’a düştü. Otoriteyi temsil eden araştırmacı öğretmenden ayrı bir odada telefonla direktif verdiğinde itaatkârlık yüzde 20,5’a düştü, bu noktada bazı denekler vermeleri gereken şok seviyesinden daha düşüğünü verdiler veya hiç şok vermeyip hile yaptılar. 150 ve 210 voltta araştırmacıya karşı çıkarak deneyi durduran iki ayrı aktör öğretmen, denek olan öğretmenle aynı odaya dâhil edildi. Sosyal desteği hisseden deneklerin itaatkârlık oranı yüzde 10’a kadar düştü. Denek soruları sorduktan sonra kendisinin yerine aktör olan araştırmacıya şokları uygulamasını söylediğinde itaatkârlık oranı yüzde 92,5’a çıktı. Denek sorumluluğu neredeyse tamamen otorite gözüyle baktığı araştırmacıya aktarmıştı.
Deney birçok psikolog tarafından çeşitli ülkelerde ve değişik zamanlarda tekrar edildi. Sonuçlar Milgram’ın deneyine benzerlik gösterdi. Deneyde yer alan kadınlar süreç boyunca erkeklerden daha fazla stres belirtisi gösterdi, ancak 450 volta kadar çıkma oranı erkeklerden farklılık göstermedi.
Milgram’ın vardığı sonuç
Milgram sonuçları kitabında şöyle yorumladı: Sıradan insanlar yalnızca üstlerine düşen görevi yaptıklarını söyleyerek, herhangi bir düşmanlık hissetmeksizin, korkunç ve yıkıcı bir sürecin faili olabiliyor. Bunun ötesinde, yaptıklarının zararlı etkileri açıkça gözler önüne serildiğinde ve temel ahlaki standartlara aykırı hareketlere devam edilmesi istendiğinde, insanların pek azı otoriteye başkaldırabiliyor. Boyun eğen birey sorumluluğu emirlerini yerine getirdiği kişiye aktarıyor ve gereklilikleri yerine getirmekte tereddüt etmiyor.
Günümüzdeyse…
Milgram’dan yaklaşık 50 yıl sonra Santa Clara Üniversitesi’nde bilim adamı Jerry Burger ‘itaat deneyi’ni tekrarladı. Tek fark deneyin etik standartlara göre yeniden düzenlenerek hayali voltajın 150 ile sınırlandırılmasıydı. Deneklerin yüzde 70’i öğrenciye en yüksek volttaki şoku vermekte bir sakınca görmediler. Prof. Burger sonuçlara şaşırmadı ne de olsa deneyi deneğin kafa yapısı ya da kültürel farklılıkları değil, tamamen deneyin ortamı belirliyordu, kısaca deneyde sorumluluğu üzerine alan bir otorite ve asil bir amaç söz konusu oldukça neticenin benzer çıkması kaçınılmazdı.
3. DALGA DENEYİ
1967 baharında Cubberley Lisesi Palo Alto California’da tarih öğretmeni Ron Jones, öğrencilerinden birinin Yahudi soykırımı yaşanırken Alman toplumunun nasıl hiçbir şey yapmadığı sorusu karşısında cevabı sözel olarak vermektense, olanları bir deneyle göstermeye karar verdi. Jones ‘Üçüncü Dalga’ adlı bir hareket uydurdu. Beş günde kontrolden çıkan ve sona erdirilen deneyde faşizm dozu gün be gün arttırılmış, katılımcıların sayısı hızla büyümüştü. Jones öğrencilere demokrasinin en kötü yanının bireyi fazla yüceltmesi olduğunu ve kaldırılması gerektiğini söylemekle işe başladı.
DENEYİN AMACI: II.Dünya Savaşı sırasında insanların topluca nasıl Nazizm'e boyun eğdiğini ve soykırım yaptıklarını anlamak.
Birinci gün: Jones ilk kuralları tanıtmaya başladı: “Sandalyede dik, eller sıranın üstünde, dizler 90 derece açıyla kırık, ayaklar yerde paralel şekilde oturulacak. Sınıf beş saniyede topluca bu pozisyona gelecek. Sınıfta söz alan kişi sırasının yanında ayağa kalkıp cümlesine ‘Bay Jones’ diyerek başlayacak. Cevaplar en fazla üç kelime olacak.”
Sınıftaki istek ve uyumu ilk günden gören Jones deneyi ileri götürmeye karar verdi. Fikir Jones’un kafasında spontane gelişiyordu.
İkinci gün: Jones sınıfa ‘Üçüncü Dalga’ adındaki bir harekete dahil olduklarını ve herkesten özel bir konuma sahip olduklarını söyledi. Denizcilikte dalgaların üçüncüsünün en güçlü olduğu gibi uydurma bir tez üzerine temellendirdiği bu ismin Üçüncü Reich ile benzerliği gözden kaçmıyordu. Logosu da belirlenen hareketin üyeleri birbirlerini aynı Nazilerinkine benzer bir biçimde selamlayacaklardı, dahası bu selamlama sınıfın dışında da geçerli olacaktı. Motoları da hazırdı ve ders başında sınıf hep birlikte okuyacaktı.
“Disiplinden gelen güç
Birlikten gelen güç
Hareketten gelen güç
Gururdan gelen güç”
Üçüncü gün: Öğrenciler akademik olarak ve öğrenme motivasyonu anlamında mucizevi bir gelişme göstermişler, diğer derslerin de bu şekilde okutulmasını talep etmişlerdi. Jones sınıfa üyeliklerinin devamına kendilerinin karar vermelerini teklif etti. Sınıfın tümü kalmaya karar verirken, üye sayısını arttırma kararı aldılar. Hareketlerine bir sembol buldular ve üye kartları çıkarttılar. Dışarıdan öğrenciler ancak bir üyenin tavsiyesiyle alındılar ve yemin ettirilirdiler. Kurallara uymayanlar şikâyet edilmeye ve cezalandırılmaya başlandı. Üye sayısı gün sonunda 200’ü bulmuştu. Öğrenciler diğer derslerine gitmemeye, öğretmenler ve veliler tepki göstermeye başladı.
Dördüncü gün: Jones öğrencilerin sıkı disiplin kurallarına aşırı bir liyakatle bağlandıklarını görünce deneyi durdurma kararı aldı. Jones, sabah yalandan bir anons yaptı. Üçüncü Dalga Hareketi genç Amerikalıları orduya almak için ulusal bir hükümet programıydı. Jones öğrencilerine, ertesi gün hükümet tarafından Hareketin ulusal çapta televizyonlarda ilan edilmesini canlı izlemek ve basın mensupları karşısında orduya yazılmak için hazır bulunmalarını söyledi.
Beşinci gün: 200’den fazla öğrenci sloganlarını okuyup selam verdikten sonra duyuruyu izlemek için televizyonun başına toplandılar, ancak parazitli boş bir ekranla karşılaştılar. Birkaç dakika sessizlik içinde bekleyen öğrencilerden nihayet durumun aldatmaca olup olmadığını sorgulayan biri çıktı. Bunun üzerine Jones bir Nazi belgeseli göstermeye başladı. Ardından Jones faşizmi anlatmaktansa göstermek için ve biraz da kendi merakına kapılarak üzerlerinde bir deney yaptığını açıkladı. Jones derste tam da o konu işlenirken öğrencilerinin Nazi döneminde tipik bir Alman’ın üstünlük tavırlarıyla davrandıklarını fark edemedikleri için kızgındı ve onları azarlamaktan çekinmedi. Öğrenciler günlük hayatlarını çabucak değiştirdiklerinden, ahmakça davrandıklarından, güç delisi olmaktan, fakat en çok da bu kadar içselleştirdikleri sürecin bir yalandan ibaret olmasından dolayı adeta yıkıldılar.
Deneyin etik kurallara aykırı olmasından dolayı Jones okuldan kovuldu, üstelik öğretmenlik kariyeri sona erdi. Dokuz yıl sonra deneyini analiz ettiği makalesinde Jones temeli sağlam demokrasilerde bile faşizme kolayca kayılabileceğini ortaya koyuyordu. Jones 2010’da deneye katılan öğrencilerinin de katkısıyla The Wave adında bir müzikal yazdı.
Sonuçlardan çıkan sonuç
Milgram Deneyi ya da Üçüncü Dalga Deneyi kötülüğün bir otorite önderliğinde hızla ve dirençle karşılaşmadan sıradan insanın içine işleyebileceğini ispat etmişti. İnsanoğlu bu şekilde davranmaya meyilli ise katliamlar nasıl önlenecek?
Adolf Eichmann’ın savunmasındaki “Ben sadece emirlere itaat ediyordum” ifadesi İsrail Hukuk Mahkemesi’ni ikna edememiş ve Eichmann 1962’de idam edilmişti. Doğrusu hiçbir vicdan bu muazzam kötülük karşısında bu denli basit bir gerekçeyi kabul edemezdi. Ya mahkemeye Hitler çıksaydı?
KAYNAKÇAwww.apa.org/pubs/journals/releases/amp-64-1-1.pdf
www.psychology.about.com/od/historyofpsychology/a/milgram.htm
www.simplypsychology.org/milgram.html
www.knowledgenuts.com/2013/11/25/the-cruel-experiment-that-turned-teenagers-into-nazis/