1991 yılı Marsilya Oyunları ülkemizin ilk Maccabiat tecrübesi olmuştu. Bu oyunlara katılarak büyük başarı elde eden futbol takımının oyuncularından Nedim Kohen, efsane takımı tekrar bir araya getirmek için kollarını sıvadı.
Nedim Kohen büyük buluşmayı anlatırken 24 sene evvelki heyecanı hala yaşadığını ifade ediyor.
“Biz, kendi arasında futbol oynayan, daha doğrusu iyi ve kaliteli futbol oynamaya çalışan bir ekiptik. 10 senedir zaten beraber oynuyorduk. Bize bir gün ‘Maccabiat Oyunları’na katılmak ister misiniz ?’ diye sordular. Açıkçası hiç tecrübemiz yoktu, neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Bize Türkiye’yi temsil edeceksiniz dediler. Yaşlarımız 20-27 arası değişiyordu. Bu yaşlarda bir şeyi ‘ilk’ yapacak kişi olmak ve uluslararası platformda ülkeyi temsil edecek olmak insanın omuzlarına büyük sorumluluk yüklüyor. Düşünsenize 20 yaşındasınız ve performansınıza dayalı olarak elde edeceğiniz bir zafer, uluslararası arenada ‘Türkiye galip geldi’ şeklinde yazılacak. Yaşım 50’ye yaklaşıyor, düşündükçe hala heyecanlanıyorum.”
‘Efsane Takım’ adını nasıl aldılar?
Ekibimiz şu isimlerden oluşuyordu: Yusuf Aner (bugünkü Türkiye Maccabiat komitesi başkanı), Nedim Kohen, Moris Barokas, Can Yeruşalmi, Fredi Levi (yabancı ekipler oyunlar esnasında çılgın kaleci lakabını takmışlardı), Lazar Behar, İzak Behar, İzzet Reyna, Viktor Penso, Benjamin Avayu ve Suat Haviyo.
1990 yılında Ayazağa’da bir çim sahada çalışmalarımıza başladık. Bu ekibe arada katılan ya da ayrılan birkaç kişi oldu fakat ekibin özü bu isimlerden oluşuyor. Hani bir söz vardır : ‘O zamanlar buraları dutluktu’ diye. Ayazağa aynen öyleydi. Futbolu çok seven bir ekiptik. Çılgınlar gibi çalıştık. Bir ara her gün antrenman yapıyorduk. Maçlar kıran kırana geçiyordu. Hepimizin kafasında zafer vardı. Bize bir hedef vermişlerdi. Onu başarmalıyız diyorduk. Hepimizin okulu vardı. Okul çıkışı kendimizi yağmurda çamurda Ayazağa’da bulurduk. Araba yok kimse de, bugünkü gibi metro yok. Yağmur, çamurda otobüs ve minibüslerde donarak eve dönerdik geç saatlerde.
Bu kadar çalışmanın sonunda büyük gün geldi çattı. Türkiye armalı milli formalarımızla ilk maçımıza çıktığımızda ayaklarımızın heyecandan titremesi gerekiyordu belki. Ama öyle olmadı. O kadar inanmıştık ki, o kadar iyi hazırlanmıştık ki, o kadar iyi bir takım olmuştuk ki... Düşünsenize birbirimizi çok iyi tanıyorduk. Yalnız bu tanıma sahada nereye koşacağımız ile alakalı değildi. İyi bir ekiptik. Birbirimizin sevdiği yemeği bilecek kadar iyi tanıyorduk.
Aradan 24 sene geçmiş, hala dün gibi hatırlıyorum. Şartlar hep aleyhimizeydi. Fransa’daydık. Kısmet bu ya ilk maçımızda kurada Fransız futbol takımı çıktı karşımıza. 1,5 sene çim sahada antrenman yapmıştık. Bizi oyunlarda basketbol sahasında oynattılar. Herhalde Fransızlar, kolay bir galibiyet alırız diye düşünmüşlerdir. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Turnuvaya Fransa’da Fransızları 5-3 yenerek başladık. Marsilya kelimenin tam manasıyla sallandı. Fransız futbolcuların hepsi ağlıyordu maç bittiğinde. Daha sonra bu moralle yarı finale kadar çıktık. İtalya ve İspanya gibi ekiplerle oynadık. Şampiyona yenilerek elendik.
Aradan yıllar geçti. 16 yaşındayken tanıştığım bu dostlarımla hala düzenli olarak futbol oynuyorum. Bazılarımızın torunları var. Fakat aradan geçen 24 sene içimizdeki Maccabiyat ateşinden hiçbir şey eksiltmedi. Hala orada mücadele etmenin özlemini çekiyoruz. Bu sene Berlin’de mücadele edecek gençlerimize şimdiden başarılar diliyoruz. Onlara tek tavsiyem Maccabiyat havasını iyi solusunlar. Zira bizler soluduk. 24 senedir hala o anıları canlı tutmak için buluşuyoruz. Maç yapıyoruz. Mücadele ediyoruz. 24 senedir hala o anılarla yaşıyoruz. O anılar bizi bugünkü bizler yaptı. O anılar bizi iyi insan, etik insan, sporcu insan yaptı.
Hafta sonu 24 yıllık ekip buluşacağız ve yine maç yapacağız. Ayazağa’daki o çim sahada. Herkesi bekleriz”.