Zamansız bir aile destanı

Yazar Charles Lewinsky kitabını, Yahudi Meijer ailesinin 1871-1945 yılları arasında, İsviçre’deki yaşam öyküsünü anlattığı, destanımsı bir hikâye olarak kaleme aldıysa da, ‘Melnitz’ aslında zamansız ve yurtsuz bir roman…

TUNA SAYLAĞ Sanat
18 Şubat 2015 Çarşamba

Orada anlatılanlar dünyanın herhangi bir coğrafyasında, herhangi bir zaman diliminde tekrar yaşanabilir; değişmeyecek tek unsur, kahramanı olan ailenin dini... Bugün bile ne yazık ki bazı şeyler hâlâ  geçerliliğini korumakta. Gözlem Yayınları’ndan çıkan bu ibretlik romanı, çevirmeni ve Alman dili-edebiyatı duayeni Sezer Duru ile konuştuk

 

 

Roman adını, anlatım boyunca sık sık karşımıza çıkan ve sağduyunun sesi olarak nitelendirebileceğim hayali kahraman Melnitz Amca’dan almış. Kitap okuru kuşaklar arası bir yolculuğa çıkarırken düşündürüp bilgilendiriyor da. Tarihi bir perspektif ışığında aile içi ilişkiler, köy hayatı, iş dünyası, mücadeleler, korkular, hayal kırıklıkları ve bazen de mizah… Bazı davranışlar, olaylar, karakterler öylesine bildik ve tanıdık ki… İster istemez şöyle bir çıkarım oluşturuyoruz: dünyanın her yerinde “a Jew is always a Jew”. Kitabın kalınlığı sizi korkutmasın; Lewinsky’nin akıcı üslubu ve usta kalemi sayesinde romanı elinizden bırakamayacaksınız.

‘Melnitz’, geniş bir zaman dilimine yayılmış bir roman; sizi en çok neler (olay, kahraman) etkiledi bu hikâyede?

Her şeyden önce romanın bütünü beni etkiledi. Yahudi yaşamı konusunda epeyce bilgim olmasına rağmen, İsviçre gibi tarafsız bir ülkede bile Yahudilere çektirilen görece acılar hakkında kapsamlı bilgim yoktu. Burada kaşer yasağı, sorunlu gördükleri Alman vatandaşı çocukları Nazi Almanya’sına geri göndermeye çalışan yurt müdiresi gibi kişiler olduğunu bilmiyordum. Roman son derece gerçekçi yazılmış. Belki de yazar Charles Lewinsky’nin kendi ailesinin hikây esidir, bunu bilmiyoruz. Ama çok iyi bildiği kişileri ve durumları anlattığı ortada.

Sorunuza gelince; romanda en sevdiğim kişi Arthur’dur. Neden mi? Çünkü hassas, homoseksüel,  doğru bir kişilik ve dürüst biri olarak çocukların annesini kurtarmak için bir yığın tehlikeyi göze alarak Nazi Almanya’sına gidiyor, sonra da kadınla evlenerek bir aile kuruyor.

Ölmüş olduğu halde sık sık ortaya çıkan ve aile bireylerine öğütler veren, uyaran esrarengiz bilge Melnitz Amca’yı sizce nasıl tanımlayabiliriz?

Yahudilikte ölülerin geri dönüp aileye akıl verdiğine dair bir inanç var mıdır bilmiyorum. Yoksa bile yazar, Melnitz figürünü bularak bence iyi bir iş yapmı ş. Çünkü ailede iyiye gitmeyen durumları birinin fertlere anlatması gerekiyordu.

Romanın başında okuyucu bu da kim diye bir güçlük çekiyorsa da Meltniz adlı kahramana giderek alışıyor ve onu seviyor. Zaten yazarın romana MELNITZ adını vermesi de bu kahramanına ne kadar önem verdiğini gösteriyor.

Melnitz’in çeviri macerasından biraz söz eder misiniz?

S.Fischer Vakfı’nın Türkiye temsilcisiyim. Bu kitabın Gözlem Yayınevi’nde yayınlanabilmesi için biz vakıf olarak destek verdik. Çeviriyi yapması için bir arkadaşımı görevlendirdim. Ama ne yazık ki kendisi hastalandı. Diğer tüm çevirmenlerim de doluydu, ellerindeki kitapları bitirmeleri gerekiyordu. Çeviriyi ele alıp tamamlamak bana düştü. Kendimi biraz övmeme izin verirseniz şunu söyleyebilirim ki, ülkemizdeki Almanca çevirmenleri arasında benim kadar hızlı çalışan bir ikinci çevirmen daha yoktur. Kitabın çevirisinin bana kalmasından hiç gocunmadım, çok şey öğrendim bu kitaptan. Yayınlanmasının gecikmesi ise Gözlem’in işlerinin yoğunluğu ile ilgiliydi. İşte sonunda yayınlandı ve bundan mutluluk duyduğumu söylemek isterim.

Romanı çevirmek size ne gibi pencereler açtı?

Şimdiye kadar çevirdiğim romanlar vesilesiyle Yahudilikle ilgili birçok şey öğrendim. Bunların arasında Edgar Hilsenrath’ın  ‘Nazi ve Berber’i, Kafka biyografisi, yakında çıkacak olan Milena kitabım, İsrailli yazar Bar Kohav’ın şiirleri varsa da MELNITZ romanındaki kadar aile yaşamını bu denli içinden anlatanı yoktu. Bu açıdan aile yaşamını öğretti bana. Eğer bir pencereden söz edebilirsek bunu söyleyebilirim. Ama ben zaten Yahudi kültürü ile ilgilenmeyi görev saymış biriyim. Bu konuda Gözlem’den çıkan epey kitap okumuşluğum vardır. Bence Yahudiliği anlamadan dünyamızı anlamak, kavramak olanaksızdır.

Sizce bu romanın ülkemizde yayınlanmasının önemi nedir?

Ülkemizin son yıllarda içinde bulunduğu siyasal durum, üzülerek söylemek zorundayım ki, başka ülkelerin kültürlerine kapalı. Bizde yayınlanan kitaplardan söz etmiyorum. Birçok ülkenin edebiyatı çevrilip yayınlanıyor. Bu çok iyi bir gelişme. Ama siyasal iktidar ne yazık ki son yıllarda Yahudiliğe karşı bir tavır içinde. Ülkemizde yaşayan vatandaşlarımıza karşı değilse de bir İsrail karşıtlığı var. Bunu inkâr edemeyiz. Bu yüzden hem Gözlem Yayınları’nın varlığına, hem de Yahudi kültürünün ki büyük bir kültürdür, daha iyi anlaşılmasına kitabın yardımcı olacağına inanıyorum. Kitabın kahramanlarıyla empati kurulmalı, bu yolla da tüm Yahudi halkı ile…

Türkiye’nin en iyi çevirmenlerinden birisiniz; her iki kardeşiniz de Türk edebiyat dünyasında iz bırakmış iki değerli kalem. Bu edebi yetenek aileden mi geliyor ve siz neden çevirmen olmaya karar verdiniz?

Evet, edebiyatçı bir aileden gelmekteyim. Tezer Özlü’nün kitapları 26. baskısında. Ağabeyim Demir Özlü 80 yaşına gelmesine rağmen yazmayı sürdürüyor. Doğal olarak aile ortamı kişinin nasıl bilinçleneceği konusunda etkili oluyor. Çeviriye henüz lise çağlarında iken başladım. Zaman içinde gazetecilik gibi başka işler yaptımsa da çeviri işime hiç ara vermedim ve hâlâ da sürdürmekteyim. Arada ufak tefek başka kitaplar, yani kendi yazdıklarımı yayınlamış olsam da, kendimi hiç bir zaman yazar olarak görmedim. Çeviri kafamın iyi çalışmasını sağlıyor, yaşlanmıyor ve akıllı oluyorsunuz! Çevirmenlik başlı başına bir meslektir ve ne yazık ki, ülkemizde değeri henüz anlaşılmayan olağanüstü güç bir meslek. Şunu da söylemek zorundayım ki, bugüne kadar aldığım ödüllerin hepsi Almanya’dan, ülkemizden değil.

Şimdiye kadar kaç kitap çevirdiniz?

Şimdiye kadar 60 kitap çevirmiş olmalıyım. Devam ediyorum. Sipariş üzerine çeviri yapmam. Sevmediğim, düşünceme ters düşen hiç bir kitabı çevirmem. Çevirdiğim kitapların birçoğu gençlerin bilinçlenmesine katkıda bulunmuştur.

Sizce bu kitabı neden okumalıyız?

Bu kitabı ilk önce iyi bir roman olduğu için okumalıyız. Ayrıca son derece akıcı ve de yukarıda değindiğim Yahudi kültürünü daha yakından tanımak için okutmalıyız.

 

Kitapta güçlü gelenekleri ile kendi halkı dışındaki topluma entegre olma çabaları arasında sıkışan Yahudi fertleri görüyoruz. Biraz bundan söz eder misiniz? Netice alabiliyorlar mı?

Yahudiler tarih boyunca gittikleri her ülkede kendilerini misafir gibi hissettiler. Bunun nedenlerini hepimiz biliyoruz. İstedikleri mesleklere sahip olmalarının yasaklanması, gettolarda yaşamak zorunda kalışları ve daha birçok neden… Kitapta öyküsü anlatılan aile de dünyanın her yanına dağılmış olan Yahudiler gibi dini inançlarına sarılarak ayakta kalmayı başardı, yaşanan tüm trajedilere rağmen… Romandaki aile de bu geleneği sürdüren bir aile doğal olarak. Ama ne yazık ki, İsviçre gibi oldum olası kendini her türlü felaketten kurtarabilmiş bir ülkede bile, kendi vatandaşı olan Yahudilerin tüm vatandaşlık haklarına sahip olmaları gerekirken gene de başlarına sıkıcı, geleneklerine saygı duyulmayan olaylar gelmiştir.  Yaşamlarını sürdürebilmişler, toplama kamplarına gönderilmemişler, ama gerçek vatandaşlık haklarından yararlanamamışlardır. Bu yüzden netice aldıkları söylenemez, ama hiç değilse hayatta kalmış oluşları olumludur.