Geçtiğimiz hafta futbolun doğduğu coğrafya İngiltere´deydim. Futbolun sadece doğmadığı aynı zamanda her geçen gün büyüdüğü bir coğrafyaymış meğer.
İngiltere, sadece futbolun doğduğu değil, her gün büyümeye devam ettiği bir ülke, bir kültür… Bunu her adımda görebilmek mümkün. Etrafına her baktığınızda kocaman yemyeşil alanlar üzerine monte edilmiş kaleleri görmek, bu sahalarda oynayanları görmek mümkün.
Ziyaretim sırasında kitapçılara girdiğimde, en çok satanlar kısmını merak edip baktığımda ilk on içerisinde iki tane futbol ile alakalı kitap dikkatimi çekti. Biri Manchester United’ın eski oyuncusu Roy Keane'nin, diğeri ise İngiliz futbolunun en önemli teknik direktörlerinden Harry Redknapp'ın kaleme aldığı kitaplardı. Bu kitaplar dışında da sadece futbolu ve onun yıldızlarını konu alan çokça eser ve kitap dikkatimi çekti.
Yerinde Premier Lig maçı izleme şansı elde edemedim ama meşhur İngiliz publarından birinde Liverpool - Beşiktaş maçını izleme imkânı buldum. Liverpool'un penaltı golünden sonra bile coşkuyla "yeeaaah" diye bağıran yetişkin, ergen, çocuk, birçok insanı görmek çok keyifli futbol anları yaşattı. Futbolu özlediğimi anladım.
Chelsea'nin stadı Stamford Bridge'i ve Chelsea'nin müzesini gezip Zola, Vialli, Desailly, Denis Wise, Anelka ve Drogba ile dolu bir hafta sonu geçirdim.
Dediğim gibi futbolu çok özledim. Kendi yurdumda duygusal olarak bağlı olduğum takımımı izlerken bile bu zevki alamadığımı fark ettim. Çocukken kendi takımımın maçını takip ederken yaşadığım şeylere benzer futbol duyguları ile ayrıldım İngiltere'den.
Neden Mustafa Denizli'nin, Fatih Terim'in aynı Alex Ferguson, Harry Redknapp gibi otobiyografi kitabı yazıp tecrübelerini gençlerle paylaşmadığını sorguladım. Mustafa Denizli, Fatih Terim, Yılmaz Vural gibi isimler kitap yazıp onca tecrübeyi gençlerle paylaşsalar fena mı olurdu?
Eskiden Türkiye'den de bir dünya kulübü çıkabileceğine inancım vardı. Chelsea'nin stadının maç günü dışında da dolu olduğunu görünce bu inancım tamamen kayboldu. Chelsea'nin parayı maç günü sattığı biletlerden değil de maç günleri dışında sattığı müze ve stat turu biletlerinden kazandığını gördüm. Diğer yarım küreden Chelsea'nin stadını görmeye gelenler vardı, dünya kulübü olmak bu demekti.
Futbolu çok seven bir ülke olduğumuz doğru, ancak maalesef bir futbol ülkesi değiliz. Bilgi aktarımı yapan futbol adamlarımız yok, çocukları 12 yaşında bünyesine alıp akademide eğitip hem eğitimli hem de iyi sporcu olmalarını sağlayan spor kulüplerimiz yok, uçsuz bucaksız çimlerin üstüne diktiğimiz kalelerimiz yok.
Biz futbolda proje ülkesiyiz. Bol bol projemiz var. Yöneticiler açıkta kalmasın diye ortaya çıkarılan çokça sportif direktörlük pozisyonlarımız var, yabancı futbolcuların koşarak gelmesini sağlayan "sıfır vergi" sistemimiz var, kulüplerimizden bedava bilet alan taraftar gruplarımız var.
Kısacası çocukken yaşadığım duyguları yaşayabilmem için uzun bir süre daha bu hisleri ‘gerçek futbol ülkeleri’nde aramam gerektiği gerçeği ile yüzleştim.