13 Mart akşamı Lütfi Kırdar Konser Salonu, özel bir geceye ev sahipliği yaptı. Grammy ödüllü, usta kemancı MAXİM VENGEROV, gazeteci Çetin Emeç’in 25. ölüm yıldönümü anısına gerçekleşen konserde Çaykovski’nin tınılarına hayat verirken, İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nı yönetti.
Elda Sasun
İstanbul’daki konserinden önce, Maestro Vengerov ile söyleşi yapmak ve provasını izlemek üzere, İDSO’nın Üsküdar Paşa Limanı’ndaki muhteşem binasında bir araya geldik.
Konser vermek için gittiği her yerde ilgi odağı olan, sıcak, samimi ve mütevazı kişiliğiyle dikkatleri çeken Maxim Vengerov, 1974 yılında Sibirya’nın Novosibirsk kentinde dünyaya geldi. Keman çalmaya beş yaşında başlayan sanatçı, saygın birçok ödülün de sahibi. Bunların arasında Şostakoviç ve Prokofiev’in Keman Konçertoları’nı seslendirdiği albümü, ‘En iyi Klasik Albüm’ ve ‘En İyi Orkestra Eşlikli Solist’ dalında iki Grammy ödülü aldı.
Vengerov’un müzik ve kişisel hayatında çocuk ve gençlerle eğitim büyük yer kaplıyor. Umut veren öğrencileriyle dünyanın değişik yerlerinde ‘Master Class’lar düzenleyen sanatçının bu çalışmaları İngiliz Channel Four Televizyonu tarafından belgesel olarak çekildi. ‘Kalpten Çalmak’ isimli bu belgesel, Cannes Televizyon Filmleri Festivali’nde gösterildi.
Dünya çapında keman ustası, daha sonra aynı ustalıkta bir orkestra şefi ve eğitmen olarak sürekli etkinlikleriniz ve farklı ülkelere seyahatleriniz oluyor. Değişmeyen tek şey, gözle görünen enerjiniz ve müzik tutkunuz; bunun sırrı nedir?
İnsanın yaptığı her işe tutku ve coşku ile sarılması gerektiğine, zira her başarılı işin temelinde bu duygunun yattığını düşünüyorum. Bu hem sevgi hem aşk demek! Buna bir de bilgi eklenince işte o zaman enerjiyle dolup şarj olabiliyorsunuz. Ancak bu şekilde müziği istediğim gibi icra edip hakkını verebiliyorum.
Daha ufacık bir çocukken, beş yaşlarında anneniz müzik çalmanızı istemiş ve sizi ilk hocanız Galina Turçanino’ya götürmüş. “Birkaç ders aldıktan sonra derslere gitmek istemedim ancak annem ağlamaya başladı ve anne senin için çalacağım yeter ki, sen üzülme” demişsiniz. Derslere neden gitmek istemediniz?
Baskı! Bu çocuk yaşımda baskı altında çalmak çok zoruma gitmişti ve bu şartlar altında keman çalmak istemedim.
Bu söylediklerinize dayanarak mesleğinizi anneniz için mi yoksa sevdiğiniz için mi seçtiniz?
Annem hep müzisyen olmamı istedi; niyeti, isteği ve duygularıyla yüreğimin kapılarını açtı. Bununla beraber müziği kesinlikle severek seçtim. Hayatım boyunca müziği nasıl pişireceğimi (gülümseme), nasıl elverişli bir duruma getirebileceğimi öğrendim, bu konuda eğitildim. Aynen yemek pişirirken yaptığımız gibi; lezzetleri birleştirmek yerine notaları birleştirerek bir ses oluşturmak… Amacım insanlara müzik yoluyla ilham vermek ve kendi katkılarımla iyi müzik dinletmek, bunu tanıtmak, yaymak.
UNICEF’in ‘İyi Niyet Elçisi’ sıfatını taşıyan bir müzisyensiniz; Afrikalı ve Uzakdoğulu çocuklara müzik sınıfları düzenliyorsunuz. Bununla ilgili duygularınızı paylaşabilir misiniz?
Eğitimi ve gençleri seviyorum, çocuklara etkim olursa sevinç duyuyorum. Ayrıca düzenli olarak Londra Kraliyet Akademisi’nde, İsviçre’de Y. Menuhin Akademisi’nde hocalık yapıyorum.
Geçtiğimiz sonbaharda Tel Aviv’de Vengerov Festivali düzenlediniz. Festivalle ilgili bize neler anlatabilirsiniz; ileride Tel Aviv’de başka projeleriniz olacak mı?
Değişik kültürleri, göçmenleri kucaklayan bir Ortadoğu ülkesi İsrail… Farklı müzik yelpazesinin dışında bilinen sorunları da var; ne zaman sorunlu bir dönem olsa, oraya gidip bir şeyler üretmek istiyorum. Sıkıntılı geçen bir yaz döneminden sonra festivali eylül ayında Tel Aviv’de yapmayı istedim. Biliyorsunuz müzikte tek bir lisan vardır, biz de bunun elçileriyiz. Uyuşmazlıklar, anlaşmazlık ve çekişmeler için bir alternatif yaratmalıyız, müzik de benim açımdan böyle bir alternatif ve evrensel bir lisan türü. Müzik etkili bir iletişim yolu!
Türkiye’ ye ilk gelişiniz değil, hatta Türkiye’de de UNICEF adına çocuklarla çalışmalarınız var…
Türkiye’ye ilk kez Shlomo Mintz’le birlikte gelmiştim. Bir önceki ziyaretimde UNICEF yararına çocuklar için bir konser gerçekleştirdim. Türkiye’deki ‘Okul Öncesi Eğitim’ için katkıda bulanacak bir proje için çaldık. Konserden önce bir anaokulunu ziyaret edip çocuklarla sohbet ve dans ettim. Bu kez bir devlet orkestrası olan İDSO’nı ve tüm müzisyen dostlarımı desteklemek için İstanbul’dayım. Onlarla çalmak benim için çok anlamlı. Bu arada ülkenizde sanatta bütçe kısıtlaması yapılacağını, orkestra ve operanın kapatılma tehlikesi yaşadığını öğrendim. Bu ülkede çalmayı çok seviyorum, değerli dostlarım var. Henüz 26 yaşındayken, hocalığını yaptığım ve benden sadece bir yaş büyük olan Türk kemancısı Özcan Ulucan’la birlikte konserler verdik. Fazıl Say ile piyano ve keman konserleri icra ettik. Türkiye çeşitli kültürleri kucaklayan bir ülke ve müzik açısından zengin bir hazineye sahip. Türk yemeğini de ayrı bir seviyorum (yine kocaman bir gülümseme).
Söyleşimiz bittiğinde en nazik ve mütevazı tavrıyla Maestro bana döndü ve teşekkür etti. İstanbul’dan bir efsane geçti ve biz de onu dinleme ayrıcalığına sahip olduk.