Havra Sokağı adlı romanımı yazarken çok düşünmüştüm kitaptaki kurguda uzun süredir kullanılmayan bir ibadethane açılsa, günümüz zamanı içerisinde yeniden hayat bulsa, karakterler onun etrafında şekillense çok mu tarihten saparım diye... O zamanlar için çok da mümkün görünmeyen bir düşünce olduğundan kitapta bahsettiğim ve hâlihazırda kullanılıyor olan havrayı restorasyona sokma fikri daha cazip ve gerçekçi gelmişti; özellikle o zamanlar İzmir’de hâlâ virane halinde olan sinagogları ve parçalanmaya yüz tutan yüzyıllık yadigârları gördükten sonra. Bütün bu düşüncelerin, kanuni çerçevenin ve imkânsızlıkların sonunda Edirne Büyük Sinagogu’nun açılışı büyük bir umut oldu. Bundan 110 yıl önce tarihe Kaleiçi Yangını olarak geçen büyük Edirne yangınında zarar gören on üç havranın yerine II. Abdülhamit’in fermanıyla yaptırılan ve 1983 yılına dek kullanılan, ancak zaman içinde kullanılmaz hale gelen havranın mülkiyeti 1995’te Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçti ve 2010 yılında restorasyon çalışmalarına başlandı. En nihayetinde dört yıl süren çalışmanın ardından 26 Mart 2015, Perşembe günü birçok devlet adamı, dini liderler ve cemaatten kişilerin katılımıyla sinagog yeniden açıldı.
Aslında Edirne’nin geçmişine bakıldığında 400 küsur Ermeni, 300 kadar Rum, 3000’den fazla Musevi hanenin yangından etkilendiğini arşivlerde görmek bile bizlere bir ipucu veriyor. Osmanlı dönemi boyunca, cemaatin şehirde ismi bilinen 13 ibadethanesi bulunmaktaydı. Yangında Musevi mahalleleri, haneleri ve havraları yok olmuş ve bu havraların yerine, Kaleiçi’nde Büyük Edirne Sinagogu inşa edilmişti. Yalnızca bu da değil. Edirne’deki Musevi yerleşimlerinin tarihini hatırlamak için Rıfat Bali’nin kaleme aldığı eserlere ve İngilizce yazılmış olarak bulabildiğim kimi makalelere geri döndüm. Sultan Murat, Edirne’yi aldığında Museviler şehirde bulunuyorlarmış. Yani Museviler buraya 1492’de İspanya zulmünün ardından gelmemişler. Yahudi yerleşimi, Roma İmparatorluğu’na ve Bizans’a; şehrin adının Adrianopolis olduğu dönemlere dek uzanıyor.
Şehrin Anadolu tarihi içinde olan yeri de büyük. Adriyatik’ten başlayan ve İstanbul’a uzanan Via Egnatia, yani Roma Yolu üzerinde olan Edirne, ticaret için önemli noktalardan. Deniz ve kara yoluyla Edirne’ye gelen mallar, buradan İstanbul’a ulaştırılırmış. 1453’te İstanbul’un Osmanlı için başkent oluşuna dek, yani 88 yıl boyunca Edirne gerek devlet işleri gerekse ticari konumu nedeniyle merkez noktalardan biri olmuştur. 1828-1829 yılındaki Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ruslar tarafından işgal edilen şehir, 93 Harbi’nde tekrar Ruslar, Balkan Savaşı’nda ise Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir. 1920’de Yunan işgaline uğrayan Edirne, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra 1922’de tekrar Türk egemenliğine girmiştir.
Museviler, 18. yüzyılda Edirne’de büyük bir cemaat meydana getirmeye başlamışlar, 19. yüzyılın ikinci yarısında ise eğitime büyük önem vermeleri nedeniyle Alliance Universelle Okulu kurmuşlardır. Çoğunluğu esnaf olsa da birçok meslek grubundan Musevi’nin bulunduğu şehre damasını vuran 1934 Trakya Olayları’nda, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli, Çanakkale gibi illerde Yahudilere ait birçok dükkân ve ev yağmalanmış, şiddet ve tecavüz eylemleri görülmüştür. Cumhuriyet tarihinin yüz karası olaylarından biri olan Trakya Olayları’nda yaklaşık olarak 15 bin Trakya Musevi’si, bulundukları şehri terk etmiş, Varlık Vergisi gibi olaylarla yurt dışına göçler artmıştır. Özellikle İsrail’in resmen kurulmasından sonra yapılan göçlerle Edirne’deki Yahudi nüfusu asgariye inmiştir.
Büyük Sinagog ’un açılışıyla şehre geri dönen olur mu, havra, eski günlerindeki gibi büyük bir insan topluluğunu kucaklar mı, yoksa Edirne valisi Şahin’in ‘müze’ hayalleri gerçek mi olur, bilinmez; ancak Vakıflar Müdürlüğü’nce atılan adım ve emeklerin çok büyük olduğu bir gerçek. Dileriz ki, şehir, tarihi yapılar ve geçmişini geride bırakanlar hak ettikleri güzellikleri 46 yıllık aradan sonra bulur.