Bölgesel belirsizlikler, Ukrayna, Yunanistan, Suriye şimdilerde Yemen, yaklaşan seçim, reel sektörün dış borç yükü, faizler konusundaki beklentiler ve tartışmalar, kısaca belirsizlikler bu konuda önemli bir etken. Ama bunları zaten tüm ekonomi köşeleri söylüyor. Burada, gözlerden kaçan daha makro ve stratejik bir konuya bu yazımızda işaret etmek lazım. Esas nedenlerden en önemlisi bu yazımıza başlığı veren yatırımlar ve sermaye konusunda…
Ekonomi ve finans tarihimize geçmesi gereken yeni iktisadi aksiyomumuz olan İstanbul Ekolü Yatırım Paradoksuna geçmeden önce, piyasalardaki makro gelişmeleri değerlendirmeye başlayalım.
Geçen sene bu zamanlarda ilk olarak ve daha sonraki çeşitli yazılarımızda, Euro / Dolar paritesindeki dengesizliğe, Fischer Denklemi’ni kullanarak, Amerika, Avrupa Birliği ekonomik büyüklüğü (GSYİH), enflasyon, cari spottaki parite 1,39 üzerinden dikkat çekmiş ve Avrupa’nın ya parasal genişlemeye gitmesi ya da paritenin aradaki eksik farkı dengelemek zorunda kalacağını belirtmiştik. Nitekim FED’in varlık (tahvil) alımlarını durdurması, sonrasında dünyaya faiz artışı ile ilgili sabır dileme ve kelime oyunlarına devam, Avrupa Merkez Bankası’nın iddia ettiğimiz gibi beklentilerin iki katından fazla parasal genişlemeye gitme, kararı geldi. Bu nedenlerle, 1,39 parite yukarı gitmek zorunda kalmayıp dengeye gelebilmek için aşağıya 1.05’e doğru hareketlendi. Aynı Fischer Denklemi’ne göre, bugünkü veriler ışığında, olması gereken aralıkta 1,10 seviyelerinde dönüp duruyor. Aşırı değerli doların Amerikan dış ticaret açığının 100 milyar doları aşmasına olan olumsuz etkisi ile ve pek fazla beklendiği kadar hızlı düzelmeyen işsizlik ve enflasyon verisi nedenleri ile faiz artışı kararı beklendiği kadar hızlı gelmiyor. Gelse de yüzde 1’i bu sene geçmeyecek Amerika’daki politika faiz oranı karşısında tüm dünya para birimleri volatil bir şekilde salınıyor. Peki, bizde kur niye bu kadar hareketli, niye 2,60’ların üzerini gördük?
Bölgesel belirsizlikler, Ukrayna, Yunanistan, Suriye şimdilerde Yemen, yaklaşan seçim, reel sektörün dış borç yükü, faizler konusundaki beklentiler ve tartışmalar, kısaca belirsizlikler bu konuda önemli bir etken. Ama bunları zaten tüm ekonomi köşeleri söylüyor. Burada, gözlerden kaçan daha makro ve stratejik bir konuya bu yazımızda işaret etmek lazım. Esas nedenlerden en önemlisi bu yazımıza başlığı veren yatırımlar ve sermaye konusunda.
TÜRKİYE’DE DÖVİZLE İLGİLİ HAREKETLENMENİN NEDENLERİ
Türkiye’de dövizle ilgili bir hareketlenme ve bunun sebep olabileceği ve oluşabilecek yeni dengesizlikler, söylendiği üzere sadece reel kesimin dış borçları ve dış ticaret kaynaklı cari açıktan değil, 2009 Lehman Brothers’dan bu yana dünyadaki sıcak para akımlarından payımıza düşeni eskisi kadar alamama olasılığı ve bunun karşısında ekonomik ivmelenmenin yavaşlama riskinden kaynaklanmakta genel olarak. Enflasyon ve işsizlik, yaşlanmaya başlayan nüfus ve inşaat stoku karşısında ev satışlarının yavaşlaması, mortgage kredileri başta olmak üzere doygunluk seviyesine yaklaşan krediler ve kredili mevduat, kredi kartları ve perakende bankacılık komisyon gelirleri azalan ve ülke ekonomisinin yüzde 110’a eşit bankacılık sektörü ve bilançosu da önemli etkenlerden. Enerji açığı ve maliyetlerinin nükleer gibi yapısal çözümlerle ikame edilememesi de işletmelerin maliyetlerini düşürememesi ve ihracatta rekabette zorlanması açısından bir sorun. Yani, sadece kur değil dış ticaret açığımızın sebepleri. TÜİK verilerine göre yenilebilir enerjinin payına bakıldığında, ihtiyacın ancak nükleer ile kapanabileceği çok açık. Gelirler artmıyorsa, giderler azalmıyorsa nakit akışı sorun.
Ülkemizdeki dört milyona yaklaşan şirket sayısının hala yüzde 90’dan fazlasının mikro ve küçük işletme yani KOBİ oluşu ve başta finans olmak üzere kurumsallaşma, dış ticaret, büyüme, sermaye gibi temel başlıklarda ivmelenme olmaması ve teşvik yasalarının sadece istihdam ve bölgesel olarak verilmesi veya salt sermaye, kredi desteği olarak düşünülerek know-how, patent, danışmanlık, yönetim gibi başlıklara verilmemesi de bu şirketlerin büyüyememesine yol açmakta.
KOSGEB veya KOBİ kredi teşviki vermek yeni yatırımın veya şirketin sağlıklı yürütülmesinin 10 kişilik bir mikro işletme ile yapılacağının garantisi değil. Yönetim, finans bilgisi, yılların işletmeleri ile aynı seviyede tabii olunan vergi sorumluluğu gibi kavramların düşünülmesi gerekiyor. Ülkemizdeki 30.000 civarındaki ihracatçı ile ihracatta yaratabileceğimiz maksimum potansiyel de bu bilgiler ışığında kendini açıklıyor. Kaldı ki, bu rakama tek sefer ve konsinye ihracat yapan firmalar dâhil. KOBİ’lere URGE ile verilen teşviklere rağmen dış ticaret ve döviz kuru riski yönetimi bilgisi eksikliği de cabası. İhracatçı Birliklerinin eğitim kataloglarında dış ticaretin finansmanı ve döviz piyasaları gibi eğitimlerin olmaması da bir başka dilemma. Tüm bunlar ise, 500 kişi üzerinde istihdam yaratan firma sayımızı SGK verilerine göre 1000 civarında bırakmakta, Borsa İstanbul’u hâlâ kendi ölçeğimizdeki borsalara göre kıyasladığımızda rekabetçi değil, 500’ün altında halka açık firma ve cüzi miktarda şirket finansman bonosu olarak rakiplerine göre daha aşağıda karşımıza çıkmakta. Özetle, sermaye piyasaları ve sermayenin tabana yayılması noktasında maalesef durum pek parlak değil. Bankacılık endeksini BİST’ten arındırdığımız durumu ise borsacılar bizden daha iyi yorumlayacaktır.
YATIRIM PARADOKSU TAM BU NOKTADA KARŞIMIZA ÇIKIYOR
Banka bonoları ile bilançolarındaki mevduat açıklarının fonlanmaya çalışılması, artmış olan milli gelire rağmen, tasarruflarda yüzde 10’lara doğru OECD ortalamasının yarısının da altına doğru düşmeye devam etmesi ve buna karşı çözüm yönünde atılan tüketimi ve tüketici kredilerinin frenlenmesine yönelik önlemlerin, bankacılık sektöründe yarattığı olumsuz kârlılık etkisi, bireysel emeklilik sistemi, evliliklere ve ev alımına yönelik verilecek tasarruf yönlü teşviklerin ötesinde başka şeyler lazım.
EKONOMİ NASIL DENGEDE OLUR?
Ayşe Teyze ve Salih Amca için konuyu basitçe özetlersek; Ayşe Teyze’nin tasarruflarını mevduat ve Türkiye’deki Apple, Facebook, Whatsapp, Tesla, Alibaba.com benzeri değerlerin hisse ve tahvillerine yatırmaya başlaması, Salih Amca’nın mümkünse yerli oto kullanarak enerji ve dış borç yaratan kalemlere yönelik tüketimlerini azaltması, verimlilik noktasında Robotik ve Yapay Zekâ’yı kullanmamız, yarattığımız bu halka açık şirket değerlerinin ve ürünlerinin ihracat ve sermaye piyasaları ile yurtdışına pazarlaması orantısında ekonomimiz uzun vadeli dengeye gelecektir. İşte, İstanbul Ekolü Yatırım Paradoksu burada karşımıza çıkmaktadır.
Kamunun her geçen gün azalan ve vadesi uzayan borç stoku ve bütçe yönetimindeki dengesi, sıcak paranın yani portföy yatırımlarının kamu finansmanı tarafında Hazine borçlanma kağıtlarına (bono ve tahvil) gelişini azaltarak, ülke yönetimi adına iyi bir gelişmenin negatif etkisi olarak önemli bir paradoks yaratmaktadır. Yani, Hazine daha az ve düşük faizlerden borçlandıkça, içeride yaratılamayan tasarrufların ve yatırımların dünyadaki sıcak para (portföy yatırımları) ile dışarıdan finanse edilmesinde, sermaye piyasalarında arz edecek yeni değer üretemedikçe, ülkeye gelen doğrudan veya portföy yatırımlarında her geçen gün bir azalma söz konusu olacak. Kamunun borç ve bütçe yönetiminin iyiye gitmesi, ülkenin risk primini azaltması gerekirken, sermaye akımları beklediğimiz oranda arttırmıyor. İşte İstanbul Ekolü Yatırım Paradoksu olarak tanımladığımız bu çelişkiyi Ödemeler Bilançosu’nda net bir şekilde gözlemlemek mümkün.
Karar vericiler, yatırımcılar, yorumcular tarafından, Cari Açık kalemine veya reel sektörün dış borç kalemine bir odaklanmadan daha çok aynı bilançonun iki nolu hesabı altındaki Portföy Yatırımları ve alt başlığı Hisse Senetleri kalemine odaklanmak gerekiyor. Burada, 2014 yılında toplamda 18 milyar dolar borçlanma senetlerine karşı 2,5 milyar dolarlık hisse senetlerini görmek mümkün. Bunun 10,3 milyarı banka bonoları, 4,5 milyar doları kamu, 3,2 milyar doları diğer sektörler. Aynı bilançonun Cari Denge hesabı altında yer alan Bankacılık ve Sigortacılık hizmet gelirleri kalemimiz, bu kadar yoğun teknoloji kullanımı ve dünyaya göre daha inovatif olmasına rağmen nette negatif. Yani finansal hizmetlerimizi ihraç edemiyoruz, tersine bu sektörlerimiz dışarıya daha çok para ödüyor. Tipik bir KOBİ davranışı ile iç pazara ve iç pazardaki fırsatlara odaklanmış KOBİ Bankacılığı yapan sektörümüz var. Öte yandan, ülkeye gelen sıcak paranın (portföy yatırımlarının) yüzde 20’sine yakın portföy gideri (faiz, temettü, servet artışı, vb.) yaratmışız 2014 yılında. 20,7 milyar dolar sıcak para girişine ve Merkez Bankası’ndaki 121 milyar dolar döviz rezervine, kamu borcu / GSYİH rasyomuzun Yunanistan’ın 1/6’sı, AB’nin neredeyse 1/3’ü olmasına rağmen, faizler artacak kaygısı ile piyasalarımızın sepet kuru yukarıya taşımasını nasıl çözebiliriz diye sorarsak, cevap sadece Cari Açık veya döviz pozisyon açığında değil, sermayenin ta kendisinde.