Sinema maratonu

34. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ PROGRAMINDA 4 İSRAİL FİLMİ VAR

Viktor APALAÇİ Sanat
2 Nisan 2015 Perşembe

4 Nisan’da başlayacak festival, üç hafta sonunu içine alıp 19 Nisan’da bitecek. 200’ün üstünde filmin yer aldığı programı incelediğimde, geçmiş yıllardaki kadar heyecan duymadığımı itiraf edeyim. Ancak son Berlin ve Venedik Festivali’nden ilginç filmleri, Eytan İpeker’in ‘İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi’ belgeselini izlemek ilginç olacak. Nişantaşı City’s’deki salonların el değişmesi ile bu yıl burada film gösterimi olmayacak. Festivalde City’s’in iki salonunu tıklım tıklım dolduran sinemaseverlerin Beyoğlu veya Ortaköy’e gideceklerini tahmin etmiyorum. Çünkü tamamına yakınını tanıyorum. Avrupa yakasındaki seyirci sayısında bu yıl azalma olacağını tahmin ediyorum.

 

34 . Uluslararası İstanbul Film Festivali 4 Nisan’da başlıyor. Üç hafta sonunu içine alan bu sinema şöleni 19 Nisan’da bitecek.

İKSV’nin amiral gemisi konumundaki İstanbul Film Festivali, 20’ye yakın bölümüyle sinemaseverlere 200’ün üstünde film sunacaklar.

Programdaki filmleri incelediğimde, geçen yıllardaki kadar heyecan duymadığımı itiraf edeyim. Programda son Venedik ve Berlin Film Festivallerinden ilginç filmler var. Ancak Cannes Film Festivali’nin ağır toplarını İKSV Filmekimi’nin programına almıştı.

Bunlar ‘İki Gün, Bir Gece’, ‘Mommy’, ‘M.Turner’, ‘Leviathan’, ‘Yıldız Haritası’, ‘Özgürlük Dansı’, ‘Beyaz Tanrı’, ‘Timbuktu’ gibi kaliteli filmlerdi.

Yılbaşında Nişantaşı City’s AVM’sindeki sinema salonlarının el değişmesi bende şok etkisi yaratmıştı. Zira burayı işletecek firmanın sponsoru ile Film Festivali’nin sponsorunun arkasında iki rakip firma vardı. 34. İstanbul Film Festivali filmleri Avrupa yakasında sadece Beyoğlu ve Ortaköy’de gösterilecek.

Şişli, Gayrettepe, Ulus gibi semtlerde oturanlar, Beyoğlu’na inme alışkanlığını kaybeden sinemaseverler, geçtiğimiz yıllarda City Life salonlarını tıklım tıklım doldurmuşlardı.

Film Festivali’nin Beyoğlu odaklı olmasına yeminli İKSV yönetiminin, Beyoğlu ve Ortaköy dışında üçüncü bir semtte salon temini için bütün imkânlarını kullanmaya çalıştıklarını söyleyemeyeceğim.

Festival bu yıl, bana öyle geliyor ki, City Life’ın eski müşterilerini çok arayacak. Avrupa yakasındaki seyirci sayısında bu yıl azalma olacağını tahmin ediyorum.

Gelelim programdaki filmlere, Akbank galalarının ağır topları Berlin’de bu yıl Altın Ayı Ödülü’nü kazanan Jafar Panahi’nin ‘Taksi’si, yine Berlin’de yarışma dışı gösterilen Onursal Altın Ayı Ödülü ile onurlandırılan Wim Wenders’in ‘Her Şey Güzel Olacak’, Cannes Film Festivali’nde hiç beğenilmeyen ve ödül listesine giremeyen, Tommy Lee Jones’un ‘Yolcu’su ve Bertrand Bonello’nun ‘Saint Laurent’i.

Festival bu yıl, belgesel bölümünde özel bir gösterimde üzerinde çok emek sarf  edildiğine tanık olduğum ‘İdil Biret: Bir Harika Çocuğun Portresi’ belgeselini programına aldı.

Eytan İpeker’in yönettiği, Yoel Meranda’nın yapımcılığını üstlendiği bu 56 dakikalık belgesel, tek bir seansta, 8 Nisan 19:00’da Pera Müzesi’nin sinema salonunda gösterilecek.

İdil Biret’i merak ettiğimiz birçok yönüyle anlatan bu belgeseli Eytan İpeker şöyle anlatıyor: “Bu belgeselde hedefimiz izlediğimiz İdil’in kişisel ve samimi bir portresini yapmaktı. Evini dolduran kedi heykelleri bu anlamda önemli bir ipucu oldu. Meraklı olduğu kadar mesafeli gözlerle dünyaya bakan kediler…”

Akbank galalarında en çok merakla beklediğim film, ünlü Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel’in ‘Hitler’e Suikast/Elser-13 Minutes’ adlı filmi. Nazi diktatörlüğünün son günlerini ‘Çöküş/Der Untergang’ ile perdeye aktaran, ‘Deney/Das Experiment’ ile hayranlığımızı kazanan yönetmen, bu son filmiyle kamerasını yine II. Dünya Savaşı’nın zor günlerine çeviriyor.

“Eğer George Elser’in 13 dakikası daha olsaydı, dünya tarihi değişir, milyonlarca insan canından olmazdı” diyen film Hitler’e hazırlanan bir suikastı anlatıyor. Elser’in yerleştirdiği bomba Adolf Hitler’i havaya uçuracaktı. Ama bu olmadı ve 8 Kasım 1939’da Hitler olay mahallinden erken ayrıldı. Yaklaşan bir tehlikeyi herkesten önce gören George Elser’in hikâyesi ilginç olacak.

PROGRAM  BÜTÜN TÜRLERİN MERAKLILARINA  HİTAP EDİYOR

Üç yönetmenin elinden çıkma, Cannes’da ‘Belirli Bir Bakış’ bölümünün En İyi İlk Film, Altın Kamera ve En iyi Oyuncu Kadrosu ödüllerini alan ‘Party Girl’ adlı, iyi oynanmış, iyi çekilmiş filmi okuyucularıma tavsiye ederim.

Yönetmenlerden biri olan Samuel Theis’in bir gece kulübünde konsomatrislik yapan 60 yaşındaki annesi Angelique’i anlatan filmde karakterler kendilerini oynuyorlar.

Aynı şeyleri Cannes Film Festivali’nde dünya prömiyerinde izlediğim, Tommy Lee Jones’un yönettiği ve oynadığı ‘Yolcu/The Homesman’ filmi için söyleyemeyeceğim. Tam bir düş kırıklığı.

Hillary Swank, Meryl Streep’e rağmen, J.L.Jones’un “filmime Western demeyin” dediği, H.Swank’ın “bu film feminist bir western” dediği ‘Yolcu’, adından da anlaşıldığı gibi bir yol filmi.

Yine Cannes’da yarışan ‘Saint Laurent’, moda meraklılarına hitap eden bir film. Aynı modacı için aynı yılda yapılan bu ikinci filmi ilkinden iyi bulduğumu söylemeliyim. Bertrand Bonello’nun filminde, modacının gençliğini canlandıran Gaspard Ulliel de son yarım saate ortaya çıkan Saint Laurent’in yaşlılığını oynayan Helmut Berger de çok iyi.

Merakla beklediğim festival filmlerinden biri, Thomas Hardy’nin (hiç eskimeyen) klasik aşk romanının yeni sinematografik adaptasyonu olan ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak/Far From the Medding Crowd’un Danimarka’nın usta yönetmenlerinden Thomas Vinterberg yorumu.

Evvelce John Schlesinger usta tarafından yapılan filmden, tiyatro oyunu haline getirilen, TV’ye uyarlanan ‘Çılgın Kalabalıktan Uzak’ın, Dogma 95 kurucularından Vinterberg tarafından nasıl yorumlanacağını çok merak ediyorum. Victoria İngiltere’sinde birbirinden çok farklı üç erkeği etkisi altına alan Batsheba’yı Carey Mulligan, sevgililerinden birini Belçikalı aktör Matthias Schoenaerts canlandırıyor.

Son Berlin Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu (emektar Charlotte Rampling) ve En İyi Erkek Oyuncu (Tom Courtenay) Ödüllerini kazanan  ‘45 Yıl/45 Years’ ilgiyi hak eden, yeni bir film.

Hayatlarının sonbaharını yaşayan, kendi başlarına mutlu olmaya alışık, evliliklerinin 45. yılını kutlamaya hazırlanan bir çift yurt dışından gelen bir haberle sarsılır. Tarzı Bergman’la karşılaştırılan Andrew Hargh bakalım bizleri şaşırtacak mı?

‘Ustalar’ bölümünün iddialı bir filmi, Amerikan Bağımsız Sinemasının prestijli ismi Hal Hartley’in ‘Ned Rifle’ adlı aile dramı.

Venedik Film Festivali’nde prömiyeri yapılan, David Gordon Green’in ‘Manglehorn’unda hayatının en büyük aşkını, 40 yıl sonra dahi unutamayan, Al Pacino’nun oynadığı bir çilingirin öyküsünü izleyeceğiz.

Dünya Festivalleri bölümünün iddialı ikinci filmi, Michael Sturminger’in ‘Casanova Variations’ adlı gezici oda operası tiyatrosu. John Malkovich hem Casanova’yı, hem kendisini oynuyor.

34. İstanbul Film Festivali’nin futbolseverlere bir müjdesi ve bir hediyesi var. İspanyol yönetmen Alex ob la İnglesia, Arjantinli futbol dehası Messi’yi kendi adını taşıyan bir belgeselde anlatıyor.

Ünlü Arjantinli teknik direktör Cesar Luis Monotti’nin Messi’yi bir futbol tanrısı yapan özelliklerini, dünya futbol tarihine iz bırakacak Barcelona’nın yıldızını izlemek futbolseverler için ilginç bir deneyim olacak.

Programdaki ilginç filmler arasında, Bruno Dumont’un 200 dakikalık TV filmi ‘Küçük Serseri’, İtalya’nın veteran ustası Ermano Olmi’nin ‘Her Yer Yeniden Yeşerecek’i, Paul Thomas Anderson’un ‘Gizli Kusur’u, Kanadalı usta Denys Archard’ın ‘Güzelliğin Hanedanlığı’, ‘French Connection’un devam filmi ‘Kanun Kuvveti, iki Altın Palmiyeli Bille August’un ‘Sessiz Kalp’i, François Ozon’un son filmi ‘Yeni Kız Arkadaşım’ı saymak mümkün.

 

FESTİVALİN 4 İSRAİL FİLMİ

Bu yıl Oscar adayı, Ronit ve Shlomi Elkabetz kardeşlerin ‘İsrail Usulü Boşanma’sı, İsrail’in kadın askerlerinin öyküsü ‘Motivasyon Sıfır’ı, ötenazi sorununu işleyen ‘Veda Partisi’, şair Mahmud Derviş’in İsrailli bir kadının aşkına odaklanan ‘Kaydet ki Ben Arabım’ belgeseli bu yıl programda yer alan dört İsrail filmi.

‘İsrail Usulü Boşanma/Gett’, senaryosunu yazıp, yönetmenliklerini müştereken yaptıkları Elkabetz kardeşlerin, tamamı mahkemede geçen filmi. Bir kadının, bir ülkenin medeni hukukuyla olan çatışması üzerine kurulu film, Vivianne Amsalem’in kocasından boşanabilmek için verdiği mücadeleyi anlatıyor. Yıllardır ayrı yaşamalarına rağmen boşanmayı reddeden koca, bir toplumun bütün hücrelerine sinmiş ataerkilliğin en basit metaforu sanki. Tabii ki acılı kadını, İsrail’in popüler starı Ronit Elkabetz oynuyor.

Yönetmen Talya Lavie ilk uzun metrajlı filmi ‘Motivasyon Sıfır’da, şehirden uzak bir çölde, bütün sırlarını birbirleriyle paylaşan, tek düşünceleri sivil hayata dönmek olan kadın askerlerin öyküsünü, kara mizah türünün nimetlerinden faydalanarak anlatıyor.

Sharon Mayman ile Tal Grant ilk uzun metrajlı filmleri olan ‘Veda Partisi’nde, huzurevinde yaşayan birkaç dostun, ölmek isteyen arkadaşları için bir ötenazi makinesi icat etmelerini anlatıyor.

Yaptıkları makinenin haberi yayılınca, gelen teklifler mucitlere acaba insanların ölmesine yardım etmekle doğru bir iş mi yapıyoruz sorusunu sorduruyor. Yine bir kara komedi.

‘Kaydet ki Ben Arabım’da yönetmen ve senarist İbtisam Mara’ana Menuhin, belgeselinde şair Mahmud Derviş’e çok özel ve alışılmadık bir yönden bakıyor. Derviş’in âşık olduğu Tamar Ben-Ami adlı İsrailli Yahudi kadına yazdığı aşk mektupları, şiirleri ve özel röportajları sayesinde Filistin halkının sözcüsü kabul edilen Derviş’in iç dünyasına eğiliyor, sürgün günlerini daha iyi anlıyoruz.

‘Tanrılarla Konuşmalar/Words With Gods’ adlı filmin dokuz yönetmeninden biri İsrailli Amos Gitai. Meksikalı Guillermo Ariaga, Sırp Emir Kusturica, Hintli Mira Nair, İranlı Bahman Ghobadi’nin de içlerinde bulunduğu dokuz yönetmen, anlattıkları hikâyelerde farklı coğrafyalarda, inanç ve inançsızlık üzerine bir zihin egzersizi yapıyorlar. Ghobadi’nin öyküsünün kahramanını Yılmaz Erdoğan oynuyor.