Ölümden önceki son mektuplar

Araştırmacı Corry Guttstadt, çalışmaları sonucunda ortaya çıkardığı, Türkiye kökenli Yahudilerin 2.Dünya Savaşı’nda ailelerine yazdıkları mektuplardan ve yetkililere yönelik kaleme aldıkları dilekçelerden yola çıkarak, bu ailelerin yaşadıkları dramı aktarıyor.

Dünya
15 Nisan 2015 Çarşamba

CORRY  GUTTSTADT

Yom Aşoa’da Holokost’un altı milyon kurbanını anıyoruz. Almanların II. Dünya Savaşı sırasında işlediği Soykırım’da çeşitli Avrupa kentlerinde ikamet eden yaklaşık 2.500 Türkiyeli Yahudi de hayatlarını kaybetti. 2.200 ilâ 2.500 Türk kökenli Yahudi Auschwitz ve Sobibor ölüm kamplarına, 300 ilâ 400 kadar da Ravensbrück, Buchenwald, Dachau veya Bergen-Belsen toplama kamplarında tehcir edildiler. Birçoğu buralarda mahkûmiyet koşullarına dayanamadılar veya vurularak öldürüldüler ya da Gestaponun işkencesi altında can verdiler.

Holokost’ta ölen Yahudi kurbanların sayısını tespit etmek için yapılan her girişim, aslında bu insanların başlarına gelen akıl almaz acıların üzerini örtmek veya bunları hafife almaktır, çünkü yıllarını tutuklanma korkusuyla geçirenlerin, tavan aralarında, küçücük hücrelerde veya ormanlarda saklanmak zorunda kalanların ya da tehcir edilmemek için canlarına kıyanların çektiği acıları göz ardı etmek anlamına gelmektedir. Kendileri tehcirden kurtulan, ancak çocukları veya eşleri öldürülenlerin acıları neyle, nasıl ölçülebilir?

Aşağıdaki mektuplar bu acıların birer beyanı niteliğini taşıyor. Bu mektupların bazıları, Türk kökenli Yahudilerin ölüme gönderilmeden yazdıkları son satırlar; diğerleri ise savaş bitmek üzereyken kurtulan Yahudilerin yaşadıklarını ve çaresiz bir biçimde yakınlarını aradıklarını gösteriyor. 

 


LUCİEN SABAH 

Nissim Lucien Sabah 1902 yılında İstanbul’da doğdu. 1913’te anne ve babasıyla Paris’e geldi ve orada bir yıl okula gittikten sonra meşhur Dehail & Grenier metal fabrikasında çırak olarak işe başladı. Yeğeni Eugénie ile evlendi ve oğlu Robert doğdu. Almanlar 1940 yılında Fransa’yı işgal ettikleri zaman Lucien Sabah çalıştığı farikada ustabaşılığa kadar yükselmişti. Ailesiyle birlikte, çok sayıda Sefarad’ın ve özelikle İstanbul’dan gelen Yahudilerin yaşadığı Paris’in XI. Arrondissement’te oturuyordu.

20 Ağustos 1941’de Lucien Sabah oğlu Robert ile beraber tutuklandı ve Drancy Kampına sevk edildi. O sabah başlayan ve beş gün süren büyük operasyon yabancı uyruklu Yahudilere yönelikti. Alman askeri polisi nezaretinde 2.400 Fransız polisinin de katıldığı operasyonda toplam 4.230 Yahudi tutuklandı.

Gelecek on ay içerisinde eşine Drancy Kampından yaklaşık altmış mektup gönderdi, adresi olarak “Blok 4, Merdiven 15, oda numarası 10, tutuklu kampı, Drancy” yazdı. Üç ay sonra, Kasım 1941’de oğlu Robert, uluslararası Kızılhaç örgütün girişimleri sayesinde diğer çocuklarla [reşit olamayanlar] birlikte serbest bırakıldı.

1942’in ilk aylarında tarafsız ülke veya Alman müttefik ülkeleri vatandaşı olan Yahudilerin çoğu, konsolosluklarının girişimleri üzerine Drancy Kampından serbest bırakıldı. Lucien Sabah da, eşine yazdığı mektuplarda Türk konsolosluğuna gitmesini, konsolosa kendisinin Türk vatandaşı olduğunu onaylatarak serbest bırakılmasının sağlamasını istiyor. Ancak 12 Eylül 1942’de, Roş Aşana’nın ilk gününde, eşine son mektubunu yazıyor:

“Bugün Cuma gecesi, yılın ilk günü

Sana sabah saatin dokuzunda bu birkaç kelimeyi merdiven sorumlusu bakkal Mahel’in bize yarın sabah saat 8 buçukta hazır olmamızı söylemeye geldiği için yazıyorum. Çünkü 15’te birimiz dışında bütün Türkler gitmek zorundaymış. İşte bu nedenle bir nöbetçi nezaretinde sana bu kelimeleri yazıyorum çünkü olur da gitmem gerekirse sen güçlü olmalısın. Acılarımızın son bulmasını ne kadar beklemen gerekiyorsa beklemelisin. Bu ikinci ayrılığımıza rağmen sana geleceğimi göreceksin ve bana aşkınla son zamanlarda bütün bu yaşadıklarımı unutturacaksın. Çünkü ben seni tekrar sağlıklı göreceğim umudunu yitirmiyorum. Beni üzen seni görememek, en çok da bana burada yaşam kaynağı olan haberlerini alamamak. Şunu bilmeni istiyorum ki buradan gitsem de fikrim senden daha uzak olmayacak ve hayalin uzaktan beni besleyecek. Yanıma aldığım fotoğrafın beni rahatlatmaya yarayacak ve onu yeteri kadar öpeceğime eminim. Bunun sonsuza kadar süremeyeceğini ve seni bir daha görebilme umuduyla bunlara katlanmak için elimden geleni yapacağımı düşünerek güçlü ol benim minik sevgilim. Ve bugün, bu bayram gününde siz ikinizin ve de ailenin yanında olmak yerine hepimiz üzgün ve akıbetimizin ne olacağının kaygısındayız…”

Ve ertesi sabah ekliyor:  Cumartesi sabahı. Saat 7 buçukta biraz önce buradan ayrılacağımı öğrendim. (...) Sizi tüm kalbimle öpüp, her şeye rağmen yakında görüşmek üzere diyerek mektubumu sonlandırıyorum. Güçlü olun ve çok uzaklara gidecek olan bu sevgili babanızı unutmayın. Düşüncelerim hep sizinle olacak.

Bir ömür boyu sizin Lucien’iniz

Tüm aileyi benim için öpün”

Lucien Sabah, 14 Eylül 1942’de 32. konvoyla Auschwitz’e sevk edildi ve bir yıl sonra hayatını kaybetti. 1943 yılında Türk makamlar tarafından Türk vatandaşlığından çıkarıldı.


MARCEL CHETOVY, LUCIE FUENTES

Müttefik güçleri 1944 Haziran ayındaki Normandiya Çıkarmasından sonra hızla Fransa’nın ortasına kadar ilerlediler. Buna rağmen, Almanlar 25 Ağustos yani Paris’in kurtuluşuna kadar Yahudi katliamından vazgeçmediler.  30 Haziran 1944’deki 76 numaralı ve 31 Temmuz 1944’teki 77 numaralı konvoylarda 180 Türkiye Yahudisi çocuklarıyla birlikte Auschwitz’e gönderildi. Bunların arasında son trende ölümüne gönderilen 1896 İstanbul doğumlu Moise Chetovy ve 1926 Paris doğumlu oğlu Marcel (Mordo) ve yine İstanbul doğumlu Fortunée Fuentes ile 1917 Paris doğumlu kızı Lucie de vardı.

Drancy duvarına kazdıkları yazı onların son selamları.

 

MERCADO YOHAI

Mercado Yohai (1875), eşi Signora Varon (1882) ve çocukları Robert (1905), Luna Fanny (1910) ve Avram (1911) hepsi Gelibolu doğumlu. 1929 yılında Yohai’ler Robert’in daha önce yerleştiği Amsterdam’a göç etti ve ailenin erkekleri sigara fabrikada çalışmaya başladı. Mercado Yohai Amsterdam’ın Portekiz-Sefarad cemaatine kayıtlıydı.

20 Ekim 1943’te Hollanda’da yaşayan bütün Türk Yahudileri tutuklanıp, önce Hollanda’daki Westerborck Toplama Kampına gönderildi. Türk makamları Luna’nın Türk vatandaşlığını tasdik etmediği için, Luna 1944 yılının Mart ayında Auschwitz’e sevk edildi. Babası ve annesi ise 1944 Eylül ayında Bergen-Belsen Toplama Kampına sevk edildi. Oradan Mart 1945’te Almanya-Türkiye arasındaki sivillerin takasına katılarak serbest bırakıldı. Bergen-Belsen ve Ravsensbrück toplama kamplarından o takas çerçevesinde toplam 130 Türkiye Yahudisi Drottningholm gemisiyle İstanbul’a geldi. Seyahat esnasında, Mercado Yohai kızı Luna’nın da kurtulmasını sağlamak için çaresizlik içinde takasa refakat eden İsviçreli diplomat Aubert de la Rüe’ya başvurdu.

“Ailem benden, eşimden ve 1 Kasım 1910’da bizim gibi Gelibolu’da doğmuş, aynı şekilde Türkiye vatandaşı olan kızım Luna’dan oluşuyordu. (...) Mart 1944 ayı içinde kamp komutanının emriyle bir grup insan Polonya’daki Auschwitz’e gönderildi ve kızım da listeye dahil edildi. Tüm çabalarımıza rağmen onu bu tehlikeli seyahatten kurtarmak mümkün olmadı.

Eylülde (1944) bütün Türkleri Bergen-Belsen’e gönderdiler. Ocak’ta (1945) Almanlar Auschwitz Kampı’nı tahliye etmeye başladılar ve oradaki tutsakları Bergen-Belsen’e getirdiler. Kızımı tanıyan tutsaklar, oradan gelenlerin arasında kızımın da bulunduğunu söyledi. Onu [okunmuyor]’dan kurtarma çabalarımız sonuçsuz kaldı. Fakat takas kampından ayrılmadan önce, ona gizlice birkaç satır göndermeye muvaffak olduk. Kızım kendisiyle birlikte tehcir edilen herkesin öldürüldüğünü, kendisinin mucize eseri hayatta kaldığını yazdı. Kızımın Bergen-Belsen’deki numarası 9.830, Auschwitz’deki numarası ise 76.092’ydi. Kısa bir süre sonra onu Bergen-Belsen yakınlarındaki, aynı komutana bağlı olan bir başka kampa gönderdiler [kast edilen: Kadınlar Kampı]. (...) Sizden zavallı kızımın kurtarılması, tarafsız veya müttefik ülkelerden birine gönderilmesi için girişimlerde bulunmanızı rica ediyorum. Bu dileğimin asil yüreğinize dokunacağını ve kızımı mutlak ölümden kurtarmak için gereken adımları atacağınızı ümit ediyorum.”

Mercado Yohai İstanbul’a ulaşamadı, bu mektubu yazdıktan birkaç gün sonra gemide hayatını kaybetti ve Port Said’de toprağa verildi. Kızı Luna Yohai, Bergen-Belsen cehenneminden sağ kurtuldu ve 1948 yılında ABD’ye göç etti.

 

DAVID BALLY

1944 yılının ilk tehcir treni olan 20 Ocak 1944 tarihli 66 numaralı sevkiyatla toplam 120 Türkiye kökenli Yahudi Auschwitz’e yollandı. Bunların 90’ı Türkiye doğumluydu, 30’u da Türk Yahudilerinin Fransa’da doğan, reşit olmayan çocuklarıydı. Bu sevkiyata dahil olanlardan biri de Fransa’nın güneybatısında olan Biarritz şehrinde yaşayan ve birbirine akraba olan Bally, Cheres (Şerez) ve Halfon aileleriydi.

David Bally 1905 İstanbul doğumluydu. 1923 yılında Fransa’ya giden ve yine İstanbullu olan Nesim Cherez ile evli olan ablası Esther’in yanına giderek Biarritz’e yerleşti ve Bursa’dan gelen Marie ile evlendi. Marie’nin kardeşi Fortunée ve yine İstanbullu olan eşi Isaac Halfon’la toplam üç Türk-Yahudi aile Biarritz-Bayonne’de yaşıyorlardı.

12 Ocak 1944’te üç aile dört çocukla Almanlar tarafından tutuklandı, önce Drancy’ye ve Türk diplomatların girişimlerine rağmen 20 Ocak’ta çıkan 66. konvoyla Auschwitz’e deporte edildi. Bu üç ailenin tek hayatta kalan tek ferdi David Bally, kurtuluşundan ve Fransa’ya geri dönüşünden sonra 1945’in ilk yazında Türkiye Konsolosluğu’na şunları yazıyordu.

 “Size tüm ailemle birlikte Almanya’ya tehcir edilmiş olduğumu bildirmek istiyorum. Akrabalarım olan M. Nissim Chères ve tüm ailesi, ayrıca M. Isaac Halfon ve kızlık soyadı Salti olan karısı Fortune Halfon da bizimle birlikte tehcir edildi. Auschwitz’e geldiğimiz zaman bizi eşlerimizden ve çocuklarımızdan ayırdılar. Beni ve kayınbiraderim M. Chères’i Monowitz’e gönderdiler. Üç ay sonra tümüyle güçten düşmüş olduğu için kayınbiraderimi ‘elediler’ ve bilmediğim bir yere götürdüler. Bu kampta bir yıl çalıştırıldıktan sonra diğer kayınbiraderim M. Halfon’la Buchenwald’a götürüldüm. Orada bizi ayırdılar ve o günden sonra ondan bir daha haber alamadım.”

 

MERCADO LEON VE KAVAYERO AİLESİ 

Mercado Leon (1904), eşi Mazaltov (1908) ve onun annesi Perla Kavayero İzmir doğumlu. Ne zaman Fransa’ya geldikleri bilinmiyor. Perla’nın abisi Moïse de eşi Perla ve 1923 İzmir doğumlu kızı Sarah ile 1920’lerin ortasında Fransa’ya geldi. Fransa’da dört çocuk - Diamante, Elie, Esther ve Suzanne - daha dünyaya geldi. İki aile Fransa’nın kuzeyindeki Rouen şehrinde oturuyordu.

14 Ocak 1943’te yerel Gestapo komutanı, Rouen Bölgesi’nde (Département Seine Inférieure) yaşayan bütün Yahudilerin tutuklanmasını emretti. Sebep olarak Fransa’daki direnişçilerin bir Alman subayına düzenledikleri suikast gösterildi. Bu operasyon esnasında aynı bölgede yaşayan Salmona-Mitrani ailesi gibi Kavayero ailenin fertleri de tutuklandı ve Drancy Kampına gönderildi. Moïse, eşi Perla ve beş çocukları, 11 Şubat 1943’te 47. konvoyla Drancy’den Auschwitz’e sevk edildi ve hepsi orada öldürüldü.

Mazaltov Kavayero-Leon, annesi Perla, henüz Şubat 1943’te doğmuş bebeği Dora ve eşi Mercado Leon’un tam ne zaman tutuklandıkları bilmiyoruz. Mercado’nun Marsilya’da tutuklandığından çıkarak, kendisi muhtemelen 1942 Kasım ayına kadar ‘serbest’ kalan Güney Fransa’ya sığınmış olmalı. Ağustos 1943’te Drancy Kampından Türk konsolosa bir mektup yazarak, onun devreye girmesini talep etti. Mektubun ikinci yarısı kayıp, ancak elimize geçen ilk sayfadan öğreniyoruz ki Drancy Kampının yeni komutanı bütün ailenin Türk vatandaşlık belgelerini yırtarak, Kavayero-Leon ailesini ‘sevk edilebilir’ sınıfına koymuş. Burada atfedilen kamp komutanı, Eichmann’ın en yakın çalışma arkadaşlarından biri olan Alois Brunner’dir. Kendisi 1943 Haziran ayında Drancy Kampının yönetimini üstlendi ve Türkiye gibi ‘koruyucu’ vatandaşlıkları keyfi olarak yok saydı.

“Nancy, 31 Ağustos 1943

Sayın Türkiye Paris Başkonsolosu

Haussmann Bulvarı 170 Paris

TP 2389

Saygıdeğer Efendi,

Serbest bırakılan Macar bir vatandaşın geçen hafta size benim hakkımda ulaştırdığı dilekçenin takibinin arzı için yazıyorum.

Bu dilekçede sizin saygıdeğer şahsınıza kamp müdürü Alman komutanın karımın, benim, bebeğimin ve kayınvalidem Madam Cavalliero Perla (TP 2399) uyruk belgelerimize alıkoyarak hepimizi sevk edilebilir (deportable) sınıfına geçirdiği bildirmek isterim.

Dün sevk edilebilir sınıfındaki herkes, bizimle birlikte yeniden komutanın huzuruna çıktık…”

Bu satır Kavayero-Leon ailesinin son yaşam belirtisi. Mazaltov, annesi Perla ve henüz 6 aylık kızı Dora 12 Eylül 1943’te Auschwitz’e gönderildi ve hemen öldürüldü, Mercado Leon Nisan 1944’te aynı kaderi paylaştı.

 

 

Yazıda kullanılan tüm belge, mektup ve görseller Corry Guttstadt tarafından temin edilmiştir.