Tiyatro (Hâl)’in ‘Sabır Taşı’

Kurşun yediğinden beri felçli yatan bir adam. Baş ucunda karısı, Allah’ın 99 ismini, 99’luk bir tespihi, 99 kez çekerek söylüyor. Her güne bir isim… 15 gündür tespih çekiyor kadın. Hoca Efendi bunu yaparsa adamın ayağa kalkacağını söylemiş. Ama adam bir türlü düzelmiyor. Sonunda dayanamayan karısı saymayı bırakarak, aklına ne geliyorsa, ne hissediyorsa, ne yaşamışsa hareket edemeyen adamı sabır taşı yerine koyarak, çatlamasını bekleyerek anlatmaya başlıyor. İçinde bulunduğu toplumda kadın olmanın zorluklarını, adamı yatağa çivileyen iç savaşın toplumun ataerkil düzeninden nasıl beslendiğini anlattıkça anlatıyor…

Erdoğan MİTRANİ Sanat
29 Nisan 2015 Çarşamba

1984’de, ülkesiyle Sovyetler Birliği arasındaki savaş sırasında Pakistan’a kaçan, oradan da Fransa’ya sığınan Afgan yazar, fotografçı ve kurmaca film yönetmeni Atiq Rahimi, 2008’de Goncourt Ödülü kazanan romanı ‘Sabır Taşı’nı 2012’de sinemaya uyarlamış. Romanı okuduğunda savaş ortamının ve bu ortamda insanların neler yaşadıklarının kadın gözünden anlatılması Iraz Yöntem’i çok etkilemiş. Rahimi’nin filmini izledikten sonra da tiyatroya uyarlamaya karar vermiş.

Bence, Güney Zeki Göker’le birlikte Tiyatro (Hâl)’in başına geçtiğinden beri Iraz Yöntem gerçek bir evrim geçirmiş. İlk kez ‘kainatın en hızlı saati’nin olağanüstü Sherbet’i olarak tanımış olduğum, o günden bu yana, çıtayı her daim yükselten çok başarılı bir oyuncu olarak bildiğim Iraz, Tiyatro (Hâl)’de yazar-yönetmen tarafını keşfetmiş.

Iraz Yöntem’in iki yıllık çalışmasının sonunda ortaya çıkan ‘Sabır Taşı’,  mevsim başından beri Tiyatro (Hâl)’de sahneleniyor. Iraz, Güney Zeki Göker’in sahneye koyduğu oyunda yönetmen yardımcılığını üstleniyor ve ‘kadın’ karakterini yorumluyor.

Bazı zamansal uyuşmazlıklar yüzünden henüz izleyemediğim ikilinin bundan önceki ortak çalışması ‘Kırmızı’ hakkında çok iyi duyumlar almış olmama rağmen, Rahimi’nin filmini festivalde izleyip çok da beğendiğimden, oyuna girerken, Iraz’ın böyle bir yükün altından nasıl kalkacağını düşünerek biraz tedirgin olduğumu kabul etmem gerek. Boşuna korkmuşum. Sabır Taşı, bir uyarlamanın çok ötesinde dört dörtlük özgün bir tiyatro oyunu olmuş.

Iraz’ın gelişimindeki itici güç sanırım Güney Zeki Göker. Sabır Taşı’nda da yazar-oyuncu ve yönetmen olarak bütünleşen, birbirini tamamlayan çok sağlam bir iş çıkarmışlar. Güney’in Başak Özdoğan’ın çaputlarla oluşturduğu dekoru iç ve dış iki mekâna ayırarak sahneye verdiği derinlik ve devinim çok başarılı. Bazı sahneleri gölge tiyatrosu olarak yorumlamasıysa müthiş etkileyici. Ayşe Sedef Ayter’in ışık tasarımı, askerlerin giysilerine ve kadının burkasından değiştirmek zorunda kaldığı iki elbiseye Özdoğan’ın kostümleri çok iyi. Ama asıl ilginç olan Iraz-Güney ikilisinin ‘kadın’a getirdikleri, Rahimi’nin filminden farklı yorum. Filmde kadının duruşu baştan itibaren isyankârdır. Oyunda ise kadın, kocanın felçli olmasına rağmen hâlâ edilgen durumdadır. On yıldır kendisine dokunmasına bile izin vermemiş olan kocayı bebek gibi yıkarken, bugüne kadar onu hiç dinlememiş olan adama içini dökerken yavaş yavaş kendi konumuna bilinçlenerek daha etkin ve isyankâr bir pozisyona geçecektir ki, bu bence çok daha etkileyici oluyor.

Oyunun aslan payı tabii ki Iraz’ın, araya giren askerlerin bir iki repliği dışında neredeyse bir monolog olarak gelişen dantel gibi işlenmiş oyunculuğunda. Kadının antitezi olan felçli kocayı, 80 dakika boyunca cansız bir kukla gibi bir ayak parmağını bile oynatmadan duran İsmail Karagöz’ün nefes kesici oyna(ma)yışını da unutmamak gerek. Musab Ekici, çocukluğundan beri görüp öğrendiği şiddetle ilk cinsel deneyimini gerçekleştiren aşırı kekeme, beceriksiz  ‘abazan’ yeniyetmenin, duyguları olan bir delikanlıya dönüşmesini, konuşmaya neredeyse hiç gerek duymadan başarıyla canlandırmış.  

Mevsimin çok iyilerinden. Mayıs ayında Mecidiyeköy Tiyatro (Hâl)’de devam ediyor. Umarım gelecek sezonda da sahnelenecek. Mutlaka izlenmeli.

 

The Phantom of the Opera

1988’de New York’a transfer olduktan sonra Broadway’de en uzun kalma rekorunu kırmış olan ‘The Phantom of the Opera / Operadaki Hayalet’ müzikali, 1986’da Londra’da ilk sahnelenişinden neredeyse 30 yıl sonra nihayet İstanbul’da.

Operadaki Hayalet, bugüne kadar 17 müzikal besteleyen, ticari açıdan tarihin en başarılı bestecisi olarak gösterilen 67 yaşındaki Andrew Lloyd Webber’in Richard Stilgoe ile birlikte uyarladığı metinden ve Charles Hart’ın şarkı sözlerinden yola çıkarak1986’da bestelediği en ünlü müzikali. İngiltere Kraliçesi tarafından 1992 yılında baron unvanı verilen, yedi Tony, bir Oscar, bir Emmy, altı Olivier ve bir Altın Küre ödülü sahibi Webber’in ünlü müzikalleri arasında ‘Jesus Christ Superstar’(1970), ‘Evita’ (1976), ‘Cats’ (1981), ‘Sunset Boulevard’ (1993) ve ‘The Phantom of the Opera’nın devamı ‘Love Never Dies’ (2010) da var.

Operadaki Hayalet’in İstanbul’da sahnelenmesi bunca yıl sonra eskiyip eskimediği sorusunu akla getiriyor. Fransız dedektif romanları yazarı Gaston Leroux’nun 1909’da yazmış olduğu ‘Le Fantôme de l’Opéra’nın, 1916’dan günümüze, müzikalin uyarlaması dâhil, sayısız sinema ve televizyon filmine ve sahnelemeye konu olduğu düşünülürse, bu gizemli aşk, tutku ve gerilim öyküsün her daim geçerli olacaktır. Zaten bu tür müzikaller öncelikle birer gösteri, birer show. Show başarılı olduğu sürece de eskimeden taptaze ve güncel kalırlar.

Asil bir ailenin çocuğu olan, doğuştan korkunç deforme yüzü annesinin bile nefretini uyandıran, panayırlarda maymun gibi kafeste gezdirilen ‘hayalet’, kaçarak Paris Operası’nın yeraltı dehlizlerine sığınmıştır. Bir tasarım dehası ve çok yetenekli bir müzisyen olan adam burada kendine bir dünya yaratmış, müziğe olan tutkusu operanın gişe sorunlarından, eser ve oyuncu seçimine her işine karışmasına sebep olmuş, yöneticilere notlarla yolladığı talimatlar yerine getirilmediğinde ölümcül tuzaklarla intikam almaya başlamıştır. Soprano Christine’in sesine olan hayranlığı giderek müthiş bir tutkuya dönüştüğünde, Hayalet, Christine ve kızın yakışıklı sevgilisi Raoul arasındaki karmaşık aşk hikâyesi trajik boyutlara ulaşacaktır.

Phantom of the Opera’nın bugünün izleyicisini hâlâ etkileyebilmesi, bu modernize Güzel & Çirkin masalının aşk, gizem, tutku gibi evrensel temalara sahip oluşu kadar - hatta onlardan da fazla- casting’inden dekoruna, müziklerinden danslarına, az önce ifade ettiğim gibi benzerine az rastlanır müthiş bir seyirlik olarak sahnelenebilmesinde.

Bu bakımdan İstanbul seyircisi şanslı, 7 Nisan – 17 Mayıs tarihleri arasında Zorlu PSM’de sahnelenmekte olan gösteri, Webber’in 1977 yılında, eserlerinin dünya çapında yapımcılık ve koordinasyonunu sağlamak için kurduğu uluslararası yapımcılık şirketi The Really Useful Group’un orijinal turne prodüksiyonu.

Bir turne prodüksiyonundan, gerçek bir gölette sandalların gezindiği, helikopterlerin sahneye indiği bir West End ya da Broadway prodüksiyonunun efsanevi görkemini beklemek anlamsız olur ama bu Phantom of the Opera’nın 24 tırla Türkiye’ye getirilmiş olan, aralarında operanın ünlü 1 tonluk avizesi de bulunan dekorları da olağanüstü. Üstelik onlarca mekân, oyun akışını hiç etkilemeden son derece kısa sürelerde oluşturuluyor.

Phantom of the Opera’yı efsanevi tiyatro, opera ve müzikal tiyatro yönetmeni Harold Prince sahneye koyuyor. Helen devam etmekte olan 60 yıllık kariyerinde Broadway’de sayısız müzikal yöneten, aldığı 21 Tony ödülüyle ulaşılması zor bir rekor kıran Prince, 87 yaşından beklenmeyen bir enerjiyle, oyunun dramatik derinliğiyle olağan dışı görkemini başarıyla dengeliyor.

Stan Tucker’in yönetimindeki orkestra iki yardımcı şef ve baş klavye dışında Türkiyeli müzisyenlerle oluşturulmuş. Başarılı birliktelikleri, sanatsevmez ve sanatbilmez yönetimlerimizin tüm engellemelerine rağmen ülkemizde köklü bir müzik geleneği oluşmuş olduğunun mutluluk verici göstergesi.

Oyuncuların hepsi rahatlıkla bir operada solist olabilecek düzeyde ve hepsinin de çok güzel sesleri var. Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nin 2262 kişilik zenginleştirilmiş akustik özelliğe sahip Ana Tiyatro Salonu, en modern teknik donanıma sahip olmasına karşın, mikrofon aracılığıyla gerçekleştirilen amplifikasyon, seslere az da olsa metalik bir tını katıyor ama zamanla kulak buna alışıyor.

Oyunculuklar çok başarılı. Başta, Jesus Christ Superstar’ın İsa’sı ve West Side Story’nin Tony’si olarak ün yapan, Les Misérables’da Javert, Beauty & the Beast’de Beast, Evita’da Che karakterlerini canlandırmış olan ‘Phantom’ Brad Little var. ‘Hayalet’i yorumlaması ilk teklif edildiğinde, müzikalin Broadway yapımında Raoul’u oynamakta olan Little, Broadway’den sonra, ABD Ulusal Turnesiyle Asya turnesinde toplam 2250 defa canlandırdığı Hayalet’i 2000’den fazla oynayan dört yorumcudan biri. ‘Hayalet’i, sevgisizlik ve ayırımcılığın bir canavara çevirdiği dehanın acılarını derinden hissederek ve hissettirerek yorumluyor.   

Deneyimli kadroya ayak uydurmakta hiç zorlanmayan, iki erkeğin de aşık olduğu Christine Daaé’yi ilk kez canlandıran genç soprano Emilie Lynn’le,  ‘Hayalet’in antitezi Raou’u oynayan, dünya turnesinde, hem en iyi özgün kompozisyon, hem de Operadaki Hayalet’le en iyi oyuncu ödülleri olan besteci aktör Anthony Downing çok başarılılar.

Çok özel ve keyifli bir deneyim. Kaçırmayın derim.

NOT:

1) Böyle bir seyirliği ön sıralardan izlerseniz görselliğinin neredeyse tamamı güme gider. Sahneyle aranıza mutlaka bir mesafe koyun. Benim favori yerlerim 1.balkon orta blokta 1. ilâ 8. sıralar. 

2) Biletlerinizi PSM gişelerinden alırsanız öğrencilere ve 65 yaş üstü izleyicilere tüm gün ve seanslarda %50 indirim var.