Jacques Adler’in aslında hayali olan Amerika’ya yolculuğu tesadüfler sonucu batı yerine doğuya yönelerek geldiği İstanbul ile noktalanır. Buralara hayran kalır ve yerleşir; çeşitli mesleklerde çalışır. Yıllar sonra ise oğlunu mücevher tasarımı eğitimi alması için Viyana’ya yollar. 7 yıl sonra dönen oğluyla birlikte ilk mücevher mağazasını yüzyılın kozmopolit semti Tünel’de açarlar. Döneminde, İstanbul doğu ile batının coğrafi kesişme noktası olmasının yanı sıra, birçok uygarlığa ait kültürlerin de kesiştiği yerdedir. Bu da, Adler’in tasarımını yaptığı mücevherlerinin esin kaynağı olmuştur
1880’lerin ikinci yarısında İstanbul’a bir at terbiyecisinin yolu düşer. Babadan edindiği aile yadigârı geleneksel bu incelikli mesleğinin sayesinde padişahın hasta atını tedavi etmek için gelmiştir. Edip edemediğini bilemiyoruz ama İstanbul’un o yıllarının güzelliği, insani boyutları, kozmopolit yapısı bir Musevi olarak yaşadığı yerlerde özellikle Viyana’da çektiği zorluklara karşın, hoşgörünün hâkim olduğu bu topraklara yerleşmesine sebep olur.
Jacques Adler’in aslında hayali olan Amerika’ya yolculuğu tesadüfler sonucu batı yerine doğuya yönelerek geldiği İstanbul ile noktalanır. Buralara hayran kalır ve yerleşir; çeşitli mesleklerde çalışır. Yıllar sonra ise oğlunu yine de, gençlik yıllarında çektiği yaşantısındaki zorluklara karşın, mücevher tasarımı eğitimi alması için Viyana’ya yollar.
Yedi sene sonra, muhtelif işlerde çalışmaktansa dönen oğluyla birlikte ilk mücevher mağazasını yüzyılın kozmopolit semti Tünel’de açarlar. Döneminde, İstanbul doğu ile batının coğrafi kesişme noktası olmasının yanı sıra, birçok uygarlığa ait kültürlerin de kesiştiği yerdedir. Bu da, Adler’in tasarımını yaptığı mücevherlerinin esin kaynağı olmuştur.
Yüzyılın başı, Tünel’den Taksim’e uzanan yol; Beyaz Ruslardan tutun, Levantenlere, azınlık mensuplarına, işgal İstanbul’u subaylarına, Saray erkânına ve çeşitli ulus ve milletlerden her renklilikte insana sahipti. Jacques Adler kısa zamanda hanımların gözdesi olur. Yaptığı özgün tasarımlarla hem batı teknolojisi ile mükemmeliyeti, hem Oryantalizmin izlerini zarafetle harmanlar. İkinci dükkânını bu kez beş kişilik bir ekip ile Beyoğlu’nda açar. Artık tanınmış, çok özel müşterilere çok özel mücevherler tasarlamaktadır. Ama o bu işlerin yanı sıra yurt dışına açılmak Amerika ve Avrupa’da adından söz etmek ister. Müşterilerinin çoğunluğu yabancı kökenli olmasından dolayı ilişkilerini onlar üstünden de yöneterek birçok ülke ile temasta olur.
O yıllar, değişimin, savaşların, işgallerin ve İmparatorluğun çöküş dönemleridir. Prenslikler dağılmış, aristokrat aileler varlıklarını sırf hayatta kalabilmek için yok pahasına satmışlardır. Cumhuriyetin kurulmasıyla sermaye git gide el değiştirir. Tek parti dönemleri, nihayetinde Demokrat Parti dönemi ve batılılaşma hareketleri ile yeni İstanbul’ da oldukça hareketli yıllardı.
Adler Hilton’da
1955 yılında şehrin en lüks oteli Hilton, Cumhuriyet Caddesi’nde Fahrettin Kerim Gökay tarafından açılıyordu. İkinci kuşaktan Edouard Adler bunu fırsat bilerek bir başka mağazasını da alışık olunmadık bir biçimde otelin içinde açıyordu. Varlıklı ve aristokrat yabancı konukların ziyaretinin odak noktası olan Adler mağazaları bu kez de kısa bir süre sonra süregelen şaşaalı dönemlerinden sonra birden 6-7 Eylül olaylarıyla karşılaşacaktı.
Adlerler dini bütün bir aile olmasalar da özellikle Musevilik değerlerinin zedelendiğini, sonraki kuşaklarına sağlam ve güvenilir bir ortam kalmayacağını düşünerek yıllarca çalıştıkları İstanbul’dan ayrılarak Cenevre’ye yerleşirler.
Cenevre ilk yılları elbette çok zordu, zira Avrupa’nın merkezinde onca rekabet ortamında bu işi yapmak yürek isterdi. Fakat Adlerler yılmayıp gece gündüz çalıştılar. Mağazalar açtılar.
Bu süre içinde İstanbul’dan edindikleri çok kültürlülüğün katkısıyla ürettikleri mücevherlere talep, yine varlıklı Arap ve kraliyet ailelerinden geliyordu. Prens Fahd bunların başındaydı. Mücevhere olan düşkünlüğü petrol fiyatlarının da artışıyla desteklenince Cenevre de Adlerler oldukça kârlı ve verimli yıllar geçirdiler. Edouard Adler kıta Avrupa’da, bu alanda her zaman girişimci ve yenilikçi olup, fantezi ile hayal dünyasının sentezini en iyi yapan kişi olmuştu. Bu yüzden hep aranmış, hep güvenilmiş ve saygıyla anılmıştı.
Dördüncü kuşak Adlerler
Aradan yıllar geçer; onun çocuklarıyla dördüncü Adler kuşağı başlamış olur. Çocuklarından Franklin önce Harvard sonra Stanford’dan mezun olur.
Franklin Adler bugüne değin tam 55 yıldır, tekrar İstanbul’daki mağazaları dâhil markasını dünyanın hemen her köşesinde sürdürür. Kendini halen Çarşı’nın çocuğu olarak gören bu mütevazı kişilik günümüzün en zengin insanlarından biridir. Bu zenginlik salt maddi değil dört neslin sanatsal ve kültürel birikimidir aynı zamanda.
Babalarının da büyükbabalarının da hep Yeni Dünya’ya gitme özlemi ve oralarda yaşam kurma arzusu, bir şekilde İstanbul’a dönüşlerle yaşanmıştı. Franklin de bu yıllarda sıkça İstanbul’da olur.
Kendini bir dünya insanı olarak tanımlayan Adler nesline miras kalan 129 senelik bir markayı bugün de başarıyla sürdürmektedir.
Adler, ticari ahlakın, kalitenin ve zarafetin diğer adıdır. İnsanlar onun mücevherlerini gördüklerinde “Bu Adler’dir” diyebiliyorlardır o parçaya, çünkü parçaya artık yüzyılın Adler ruhu özeni ve değeri işlenmiştir. Adler markası halen Doğu ve Batı arasında tam dengede durmaktadır… İstanbul’un doğal güzellikleri, çok kültürlülüğü, renkleri, kokusu, insanları, baharatları, el sanatları, Osmanlı ve doğu geleneğine muhafazakâr bakışı batı uygarlığının mükemmeliyetçi yapısıyla birleştirildiğinde Adler sanatının adresi günümüzde bile başarıyla sürüyor.