Fransız pilot-yazar Antoine de Saint-Exupéry’ nin, dünyada çok satan kitabı ‘Küçük Prens’den yola çıkarak Ali Poyrazoğlu’nun yazdığı müzikli oyun ‘Küçük Prens Bana Dedi ki’ sahnelenmeye başlandı. Poyrazoğlu’nun aynı zamanda Saint-Exupéry’yi de canlandırdığı ve bir palyaço – kukla – aktörler ordusunun rol aldığı eserde, sevgi, dostluk, mutluluk, emek gibi evrensel kavramlar vurgulanırken seyirci kendini ve çağımızı sorgulayacağı hayali bir yolculuğa çıkıyor
Esen Saba
Küçük Prens denildiği zaman hepimizin aklına Fransız yazar Antoine de Saint-Exupéry’nin 1943 yılında yayımlanan ‘Küçük Prens’ kitabı gelir. Elbette duymuş, belki birçoğumuz okumuş veya bir tiyatro, sinema ya da operada izlemişizdir.
Bilmeyenlerimiz ve hatırlamayanlarımız için Antoine de Saint-Exupéry’nin bu ölümsüz eseri, aslında pilot olan Exupéry’nin 1935 yılında bir hız rekorunu denerken Sahra Çölü’nün ortasına düşmesini temel alarak başlar. Yazar orada, ‘içindeki çocukla’ yani altın sarısı saçları olan, B612 gezegeninden dünyaya gelmiş Küçük Prens ile tanışır. Küçük Prens, kendi gezegeninde tek sahip olduğu ve çok sevdiği gülüne nasıl daha faydalı olabileceğinin yollarını araştırmak istediği için farklı altı gezegeni daha gezmek zorunda kalır. Böylece kitap bizi, bir çocuğun gözünden bu altı gezendeki gözlemlerinden yola çıkarak büyüklerin dünyasını anlattığı 27 bölümlük bir maceranın içine çeker.
Saint- Exupéry, ‘Küçük Prens’in çizimlerini de kendisi yapmıştır. Bir çocuk kitabı gibi kurgulamış olsa da aslında herkese seslenen, dünyayı eleştiren ve bunları yaparken aynı zamanda II. Dünya Savaşı’nın yarattığı felaketlerine de değinen bir kitap yazmıştır yazar. Tomris Uyar ve Cemal Süreyya’nın da çevirisini yaptıkları eser, yeni basımıyla karşımıza sık sık çıkmaya başlamışken Ali Poyrazoğlu bizi sevindirdi ve ‘Küçük Prens’ten yola çıkarak yazıp yorumladığı ‘Küçük Prens Bana Dedi ki’ adlı müzikli oyun, tiyatro sahnelerinde yerini almaya başladı.
Oyunda kostümü Şirin Dağtekin üstlenmiş. Devlet Tiyatroları’nda yaptığı birçok oyun kostümüyle ödül alan Dağtekin, bu eserde de, kostümleriyle bir masal dünyası yaratmış ancak onunla kalmayıp dekora da imzasını atmış, iyi ki de yapmış. ‘Küçük Prens Bana Dedi ki’ bu sene izlediğim oyunların arasında en iyi dekorlardan birine sahip. Salona adımınızı attığınız an sahne sizi oyunun içine çekmeye başlıyor. Dağtekin, oyunun yapısını bütünleyen bir zaman döngüsünü dekora işlemiş, kostümlerle de bu masal dünyasını tamamlamış. Ancak bu görsel şölende oyunun ışık tasarımını üstlenen Yüksel Aymaz’ın katkılarını da göz ardı edemeyiz. Dekorda bahsettiğim zaman döngüsü başarılı bir işbirliğiyle ışık düzenine de işlenmiş. Tüm bu ortak çalışma, bir tek sahnenin üzerinde birçok farklı zaman, birçok farklı mekân algısı yaratmakta ustaca rol oynamış. Oyun başlamadan 20 dakika kadar önce ‘tiyatronun sobası’ olan Ali Poyrazoğlu sahneye çıkarak bizi güzel hikâyeleriyle güldürüp ısıttı, oyuna hazırladı.
Ali Poyrazoğlu pilot yani Antoine de Saint-Exupéry olarak karşımıza çıkıyor. Bize, Alman uçaklarıyla savaşırken pilotun vurulmasından denize çakılana kadar ki kısa sürede gözleri önünden geçen hayatını; 1935 tarihinde Sahra Çölü’ne yaptığı inişi ve orada Küçük Prens’le arasında geçen konuşmasını bir perdelik oyun ve başarılı oyunculuğuyla anlatıyor.
Oyun içindeki zaman döngüsünden bahsedip durdum; söz ettiğim zaman döngüsü tam da bununla ilgili. Oyun üç farklı zamanda geçiyor. Başta ve sonda gördüğümüz Exupery’i ölüme götüren uçağının çakılış anı (gerçekten bir andan bahsediyoruz), bu anın içinde pilotun geçmişi hatırlaması ve Küçük Prens’le olan anıları, küçük prensin pilota anlattığı ve aslında kendi gezegeninden diğer gezegenlere yaptığı yolculuk sırasında yaşadıkları... Bu üç zaman dilimi, birbiri arasına farklı tiyatro üsluplarıyla sokulup, tek bir sahne üstünde üç farklı zaman yaşatılıyor. Ancak bu üç farklı zaman aynı zamanda üç farklı mekân ihtiyacı da doğuruyor. Böylece dekor-ışık kısmı da bizim aynı sahne üzerinde, hem gökyüzü, hem denizin dibi, hem bambaşka bir gezegen, hem de dünyada olmamızı sağlıyor. Küçük Prens’i iyi oyunculukları ve rolleriyle bütünleşmelerindeki başarılarıyla öne çıkan iki isim, Kıvanç İvriz ve Eser Ali canlandırıyor. Küçük prensin gülüyle ilişkisine benzer bir ilişki içerisinde olan Antoine de Saint-Exupéry’nin eşi Consuello’yu Nur Gürkan, Gül’ü ise Yonca Gezgin canlandırıyor. Diğer rollerde; Küçük Prens’in gezdiği altı gezende karşısına çıkan Makasçı’yı Bülent Kayabaş, Kral’ı Özdemir Çiftçioğlu, Bencil’i Anıl Ayvalıoğlu, İş kadını’nı Yonca Gezgin, Sarhoş ve Fenerci’yi Şamil Taşkın, Coğrafyacı’yı Ufuk Kurtuldu, Yılan’ı Selam Sevim ve Tilki’yi Ali Poyrazoğlu oynuyorlar. Her bir oyuncu, karakteriyle o kadar bütünleşmiş ki, rolleri, jest- mimikleri, makyaj ve kostümleri, dansları, gösterileri ve birbirinden başarılı oyunculuklarıyla sanki gerçekten karşımızda bir yılan, tilki ve kral duruyor hissi veriyorlar. Kralın gezegeni otorite tutkusunu; sanatçının gezegeni kendini beğenmişliği ve kendini üstün görmeyi; sarhoşun gezegeni umutsuzluk, utanmışlık duygusu ve buna unutma isteğini; İş kadınının gezegeni sahip olma tutkusunu, paranın kör ediciliğini; Fenercinin gezegeni sorgulamaksızın ve durmaksızın kendi keyif ve hayatını hiçe sayarak yerine getirilen görev zorunluluğunu; Coğrafyacının gezegeni ise ne yaptığını unutmuş, mesleğini açıklayamayan, tek başına kalmış bilim adamını sembolize ediyor. Küçük Prens’in son durağı ise dünyadır. Bütün oyun süresince, aynı kitapta da olduğu gibi, “Gerçek gözle görünmez, ancak kalbinle bakarsan görürsün” mottosunu kullanan, neye baktığımızın değil, neyi nasıl gördüğümüzün önemini vurgulayan Poyrazoğlu, rejisini yaptığı oyuna adeta palyaçolardan, izinli delilerden oluşan bir oyun içinde oyun kurgulamış. Küçük Prens’in iki farklı oyuncunun manipüle ettiği bir kukla olması ise, yine oyun boyunca beynimize kazınacak şu cümlelere göz kırpıyor: “Gidelim, içimizdeki öteki benliklere yolculuk edelim.” Oyunda, kişinin mutluluğu bulması için önce kendine yabancılaştırdığı öbür kişilikleri bulması, tanıması, barışması gerektiğini anlatıyor. Sanatçı, ‘Kaplumbağa’ oyununda da uyguladığı, seyirciyi içine çeken, sonrasında seyirciyle arasına bir duvar sokarcasına iten bir tarzla, epik ve grotesk üslupları harmanlayarak seyircinin ilgisini sürekli sahnede tutuyor, kendiyle oyun arasındaki bağı koparmamayı başarıyor.
Eğlendirirken düşündüren, güldürürken bir anda küçük bir burukluk yaratan, salondan çıkınca aklımızın bir köşesinde iz bırakan, çevremize yüreğimizin gözüyle bakmamızı sağlayan bu güzel oyun görülmezse olmaz! Oyundan çıktığınızda yalnızca Küçük Prens’i izlemiş değil, Küçük Prens hakkında bilmediğiniz belki de fark etmediğiniz çerçeveleri de göreceksiniz. ‘Küçük Prens Bana Dedi ki’ oyununu mutlaka izleyin.