Batuhan Aydagül: “Eğitimin değişmesi için siyasetin değişmesi gerekiyor!”

Batuhan Aydagül aileden eğitimci. Bir dönem bankacılık sektöründe çalıştıktan sonra ailesinin izinden gitmeye karar vermiş. Stanford Üniversitesinde Eğitim Yönetimi ve Politika Analizi üzerine yüksek lisans yapan Aydagül, döndükten sonra Eğitim Reformu Girişimi’nde görev almış. Türkiye’de eğitime katkılarından ötürü 2012’de Chicago Council of Global Affairs tarafından Yılın Sosyal Girişimcisi seçilmiş. Önümüzdeki seçimlerde İstanbul 2. Bölge Bağımsız Milletvekili adayı. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde de eğitim konusunda hizmet veren Batuhan Aydagül ile siyasete giriş öyküsü, hedefleri ve projelerini konuştuk

Selin NASİ Söyleşi
13 Mayıs 2015 Çarşamba

 Bize Batuhan Aydagül’ü tanıtabilir misiniz?

Batuhan Aydagül, İstanbullu ve yüz yıldır eğitimin içinde olan bir aileden geliyor. Bu biraz aslında tesadüfi de. Çünkü böyle nesilden nesle geçen bir iş değil aslında. Büyük dedenin Darül Muallimin’e gitmesiyle başlıyor. Muallimin Osmanlı İmparatorluğu’nda Tanzimat’tan sonra öğretmen yetiştiren okullar. Kendisi öğretmen olarak atandıktan sonra Muğla civarı Fethiye’de, özellikle de Cumhuriyet kurulduktan sonra köyleri gezip, köy okulları tipinde okullar açıyor. Önceleri gazeteci, daha sonra siyasetçi ve aynı zamanda eğitimci olan dedem, Türkiye’nin ilk yüksekokullarından birini açıyor. O dönemler Demirel’in özelleştirdiği yüksekokullar var. Şişli İktisadi ve Ticari Yüksek Bilimler Akademisi ve Batı Eğitim Dil Kurumu gibi. En son da ailemin okulculuğu geliyor. Yüzyıl Işıl anaokulu, ortaokulu ve lisesi… Ve bir de British International School.

Ben eğitim işine doğrudan girmedim. Önce bir süre bankacılık yaptım; finansman ve yönetim okudum. Marmara Üniversitesinden mezun olduktan sonra Harvard Extension School’da dört sene dersler aldım. Finansbank’a ve Hazine’ye girdim. Çok da keyifliydi. Bankacılık çok güçlü hissettiren bir meslek, paralara hükmediyorsunuz. Şatafatlı bir yaşam. Fakat tatmin olamıyordum; sabahtan akşama rutin işleyen bir iş istemiyordum. O noktada üç yıl British International’da çalıştım. Askere gidip döndüğümde okullardan ayrıldım. Ve o noktada, 29 yaşındayken, ilk defa “Hayatımda ne istiyorum?” diye sorgulamaya başladım. Tam da 2000 yılı krizine denk gelen o dönemde bir seçim yapmam gerektiğini fark ettim. Ya özel sektöre dönüp kâr amaçlı bir kurumda iş bulacaktım ya da eğitimcilik yapacaktım.  Özel okul alanında çalışmak istemiyordum. Kaliteli eğitime parasını verip ulaşamayacak olanlar için bir şey yapmak istiyordum. Sivil toplumun büyüyeceğine emindim ve dolayısıyla sivil toplumun içinde olmak istiyordum. Bunların hepsini bir araya getirdiğimde, aldığım işletme ve iş deneyimimin üzerine bir eğitim yüksek lisansı koymaya karar verdim.

 

 İşe kendinizi eğiterek başlamışsınız…

Evet, öyle oldu. Stanford’da ‘eğitim politikası’ üzerine eğitime devam ettim. Sonraki dönemde katıldığım bir mezunlar yemeğinde şunu söyledim: Size çok teşekkür ederim, öncelikle bana ve hayallerime inandınız, beni okula aldınız. İkincisi hayallerimi gerçekleştirmem için gerekli araçları sağladınız.

İyi eğitimin de yapması gereken bu. İnsanların kendi isteklerini ve potansiyellerini önce tanımalarını, daha sonra da gerçekleştirmelerini sağlamak.

 

 Peki siyasete girme fikri nasıl gelişti?

İdealist olmaktan geliyor. Yüksek lisansımı bitirdim. Eğitim politikaları uzmanı oldum. 13 yıl boyunca - 1,5 yılı Liberya’da olmak üzere - eğitim bakanlığında çalışarak, siyasanın içinde oldum. Memlekette eğitimle ilgili çalışmaların hepsinin çemberinde bir yerdeydim. Bilgi vermek, etkilemeye çalışmak, beraber çalışmak... Bu süreçte kötü kanun beni siyasetçi yaptı diyebilirim. 2012’deki 4+4+4 yasasıdır kast ettiğim. Biz Türkiye’de özel sektörde, öğretmenler, bürokratlar ne yaparsak yapalım, ne kadar iyi işler çıkartırsak çıkaralım, siyasetçi bunu bir günde bozma gücüne sahip. Ve bozdu da. Bunun hesabını sorabilecek olan seçmendir. Fakat bakıyorum gerek iktidar gerek muhalefet partileri bu konuda zayıflar. Özellikle muhalefetin yapması gereken, “Bir kanun geçti ve ülkenin çocukları için risk oluşturuyor,” diyerek kapı kapı dolaşıp bunu anlatmak olmalı. Vatandaş bilsin. Meclis’te ne olduğunu ve bunun kendisini nasıl etkileyeceğini bilmeli. Fakat maalesef bizde siyaset kendi bildiğini okuyor ve hesap da vermiyor. Eğitim kalitesi düşük. Türkiye’de şu anda eğitimde bir kaos ve depresyon var. Maalesef bu durum memleketin en acil sorunları arasında tartışılmıyor.

 

 Eğitimin giderek siyasallaşması bir bakıma eğitim sorunlarının da üstünü örtüyor öyle değil mi?

Popülizmle örtüyorlar demek daha yerinde olur. Geçenlerde Başbakan’ı dinledim. “Bedava ders kitabı dağıttık,” diyor. Güzel. 2003’ten beri uyguladıkları doğru bir proje. Ama öğretmenlerin eğitimi için ne yaptınız? Öğretmenlerin statüsünü yükseltmek için ne yaptınız? Hiç bir şey. Ya okul öncesi eğitimi yaygınlaştırmak için?

Hep beraber şu tuzağa düşüyoruz. Bir yandan siyaset eğitimi siyasallaştırıyor ama toplum da buna hazır. İmam Hatip tartışmasını ele alalım. Bugün İmam Hatip Okulları mağdur çünkü siyasetçiler ve bürokrasi o okullar üzerinden dindarlığı teşvik etmeye ve yaygınlaştırmaya çalışıyor. Muhalefet de bunun karşısında ancak çok açık ve net bir duruş sergileyemiyor. Çünkü karşı tarafın şöyle bir tezi var: Onlar gelirse İmam Hatip Liselerini kapatacaklar. Ben çok netim o konuda. İmam Hatip Liseleri özgürlükçü bir toplumda seçenek olarak durabilir. Normal müfredata ek olarak eğitim almak isteyen biri oraya gidebilir. Bunda bir yanlışlık yok. Yanlışlık şurada başlıyor, siz devlet eliyle bu okullara ayrımcılık yapıyorsanız, zorla bu okullara öğrenci göndermeye çalışıyorsanız bu yanlış.

İmam Hatip Okulları normalleştiği ve tüm eğitim kurumlarına eşit davranıldığı takdirde, eğitim kalitesindeki sorunları ve eğitim reformu gerekliğini daha rahat tartışmaya başlayacağız. Biz dönüp dolaşıp konuyu siyasete getirip patinaj yapıyoruz.

 

Peki, sizin hedefiniz nedir?

Hedefim öncelikle başka türlü bir siyasetin mümkün olduğunu göstermek. Eğitimin değişmesi için siyasetin değişmesi gerekiyor. Siyasi kültür uzlaşmacı, katılımcı ve özgürlükçü olmayan bir şekilde devam ederse, bizim eğitimde yapacaklarımızın gerçekleşme ihtimali çok yok. Bunu değiştirmek içinse yurttaşa dokunmak gerekiyor. Bu farkındalığı beraber oluşturmak ve yurttaşın da bunu talep etmesi gerekiyor. Onların sesini Meclis’e taşımalıyız.

 

 Hedef olarak belirlediğiniz bir seçmen kitleniz var mı?

İki grup var ve bunların keşişim kümesini bulmaya çalışıyoruz. Bir, eğitimle meselesi olan herkes: Çocuklu aileler, öğretmenle ve TEOG’lardan LYS’lerden canı yanan gençler... İkinci grupta ise siyaseten kararsız ve mutsuz insanlar var. Onlarla benim ortak noktamız siyasi kültürden mutsuz olmamız. Türkiye’nin genel algısı siyasetin pis, kötü ve içine mümkün olduğunca girilmemesi gereken bir yer olduğu yönünde. Buna ben “öğrenilmiş çaresizlik” diyorum. Biz bir şekilde siyasetin böyle bir kurum olduğuna kendimizi inandırmışız. İyi ama siyaseti birileri yapıyor. Hem de bizim adımıza yapıyor ve kötü yapıyor. Bu düzenin değişmesini isteyen ama siyasi partilere oy vermek konusunda gönülsüz olan herkes aslında değişim için bir şey yapabilir.

 

NEDEN ADAY OLDUM?

Eğitimle ilgili sorunu ve çözüm önerisi olanın sesi olacağım. Türkiye’nin her tarafında ‘eğitim meclisleri’ kuracağım. Bu meclisler aracılığıyla öğrencilerin, öğretmenlerin ve anne babaların sorunlarını ve çözüm önerilerini Meclis’e ve kamuoyunun gündemine taşıyacağım.