Festivalin ikinci günü gösterilen ‘Saul’un Oğlu’ adlı Macar filmi Holokost’un çarpıcı gerçeklerini Cannes’in sinema salonlarına getirdi.
“Saul’un tek düşüncesi ayaklanma teşebbüsüne destek vermek değil, oğlunu Yahudi dininin vecibelerini yerine getirerek temerküz kampında gömmektir.”
‘Saul’un Oğlu’ adlı Macar filmi, Holokost konulu filmler arasında bu güne kadar yapılanların en iyilerinden biriydi.
38 yaşındaki Macar Laszlo Nemes’in bu ilk yönetmenlik denemesi, özgün bir konuyu işlemesiyle, çarpıcı sinematografisiyle çok alkış aldı. Auschwitz-Birkenau’daki bir temerküz kampında geçen konusuyla film, Saul Auslander adlı bir kaponun, zehirli gazla öldürülen Yahudiler arasında oğluna rastlayınca yaşadıklarını anlatıyor.
Saul’un tek düşüncesi kapoların ayaklanma teşebbüsüne destek vermek değil, oğlunu Yahudi dininin vecibelerini yerine getirerek temerküz kampında gömmektir.
Kapo, 2. Dünya Savaşı’nda Nazi kamplarında Almanlara zoraki yardım etmek zorunda kalan Yahudi köle işçilere verilen isimdi.
Kararlılık, azim, yazgı ve sebat temaları etrafında dönen film bir babanın oğluna son görevini yerine getirmek için çırpınışını anlatıyor. Sinematografik açıdan çarpıcı ve özgün bir mizansenle anlatılan filmde kamera sadece Saul’e odaklanıyor. Film boyunca ekranda sadece yakın planlarla Saul’u izliyoruz. Arka planda gelişen olaylar hep flu.
Geniş açı ile çekilmiş tek sekans yok. Yüreğimiz burkularak Saul’un oğlunu gömerken kadiş okuyacak bir hahamı ararken izliyoruz. Macar filminin yeni başlayan 68. Festivalin ödül listesine gireceğine inanıyorum.
Festivalin ilk gününde gösterilen Cannes’da evvelce ödül kazanmış iki yönetmenin filmleri düş kırıklığı yarattı. İtalyan Matteo Garrone’nin perili, büyücülü ‘İl Racconti Dei Racconti’si ile Japon Kore-Eda Hikorazu’nun dört kız kardeşin öyküsünü anlatan ‘Küçük Kız Kardeşimiz’ her iki yönetmenin şanına yakışan yapıtlar değildi.