“Dünyanın tüm kenarları içerdekilerin çöplüğüdür”
Fransa’da 2014’ten bu yana sahnelenen, eleştirmenlerin övgülerini alan, ödüller kazanan ve okullarda okutulan, Sedef Ecer’in yazdığı ve Thomas Bellorini’nin yönettiği Kenardakiler (À la Périphérie) adlı oyun İstanbul Fransız Kültür Merkezi, Şehir Tiyatroları ve sponsorların desteği ile geçtiğimiz hafta iki günlük bir gösterim için Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’ndeydi. Sedef Ecer’in İstanbul ve Paris’in ‘merkez-çevre’ ilişkisi gibi konular hakkında sosyologlarla görüşüp araştırmalar yaparak iki yılda yazdığı oyun, Roman havalarından Anadolu türkülerine, Fransız şansonlarından Macar geleneksel şarkılarına uzanan müzikleriyle ‘Yeşilçam melodramı’ formatlarını kullanırken, metinler arasında vurgulanan insanlık değerleri ve çarpıcı sözleriyle de izleyicilerde derin bir iz bırakmayı başardı.
Yaklaşık bir buçuk saat süren, konu olarak ‘gecekondulardaki yaşamın kente yansımasını’ anlatan, kenarda yaşamaya mahkûm edilmiş insanların hayatlarını tüm çıplaklığıyla önümüze seren oyun, fakir bir yaşamdan Paris’e göç etmeye heves etmiş bir gecekondu sakini aile ile onlardan bir nesil evvel yine gecekonduda yaşayıp devletin yanlış imarları, açılan fabrikalar ile hayatları kararmış bir gecekondu mahallesine aynı paralellikte ikinci bir hikâye olarak yer veriyor. Oyunu izlerken ister istemez yakın zamanlarda istimlak edilen Sulukule gibi bilinen çingene mahallelerinde yaşananları düşünüyor insan. Öte yandan yazar, eleştiri boyutunda sadece bir ülkede kalmayıp izleyicilerin gözüne Paris’in banliyölerine dahil farklı bir bakış açısı da sunarak bir anlamda insanlığımızı bir kez daha sorgulatıyor. Kenardakiler’in oyuncuları arasında, Fransız basınının Fransa’nın Scarlett Johanson’u olarak tanımladığı, Fransız sinemasının yükselen yıldızı, iki kez César ödülüne aday olan Lou de Laage ve şarkıcılık kariyeriyle de tanınan Macar asıllı yıldız Zsuzsanna Vàrkonyı gibi bilinen ünlü yıldızların bulunması yanında, oyunun sonlarına doğru Zülfü Livaneli’nin özel izniyle Fransız sanatçılar tarafından seslendirilen ‘Yiğidim Aslanım’ şarkısı ise izleyicilerde yaratılan hoş sürprizlerden biriydi. Oyun müddetince yazar bir yandan ‘Sultan’ ismi ve ‘Mucize Tencereler’ programı vasıtasıyla yarattığı, günümüz gerçeklerine ışık tutan ironik karakteriyle seyircileri kahkahalara boğarken, diğer taraftan da ‘her toplumda bir öteki gereklidir’ gibi bildiklerimizi sorgulatan söylemleri ile de ötekiye bakış açımızı bir kez daha düşünmeye davet etmekteydi.
Sultan: Platon demiş ki, “Adalet…” Neydi adalet? Evet, “Adalet toplum için neyse, erdem de insan ruhu için odur.” Çok güzel bir söz değil mi? Hadi o zaman kendi adaletimizi kendimiz yaratalım. Evet! Kocan mı dövüyor? Alacağını mı vermiyorlar? Çocuğun seni dinlemiyor mu? Hemen beni ara, ben de onları milyonların önünde azarlayayım. Mucize tencereleriyle mucize yaratalım, hep beraber, hadi.
Oyun süresince yazarın özellikle ‘Çingeneler’ algısı etrafında işlediği ötekilik kavramı vurucu replikleriyle de zihinlere kazınmayı başardı. “Biz Çingeneler-biz kenarın kenarındakiler-biz Güney Doğu’nun da Güney Doğu’sundakiler... Gidecektik çünkü göçebeydik bizler. Başkalarının kovduğu insanlar da bizi kovacaktı eninde sonunda. Onlar bile istemiyordu bizi. Dışarının da dışarısındaydık bizler. Öbürüydük-kenardakiydik-göçebeydik, çigandık-çingendik. Bizim mahalle şehrin güney doğusundaydı ama bizim sokak mahallenin de güney doğusundaydı. Biz kenardakilerden de daha kenardaydık.”
Oyunun sonlarına doğru kenardakilerin gerçeklikleri beklenen acı bir sonla noktalanırken, yazar bu vesile ile bizlere yaşadığımız kentin kenardakilerine dair bir düşünme fırsatı yaratmıştır. “Fransa’ya geldiği ilk gün Tamar’a sokak çatışmasını gösterdim ben. Eyfel Kulesini değil, Şanzelize’yi değil, ‘oh là là’ diyen kadınları değil, savaşı gösterdim ona. Şehirdeki savaşı. Kenardaki savaşı.”
“Annelerimizin çatışmada öldüğü gün. Bir gün içinde evler, dükkânlar yerle bir olmuş, dispanser yıkılmıştı. Mahallede sadece tek bir okul vardı, ondan da geriye sağlam tek bir duvar kalmıştı sadece. Duvarda öğretmenin çocuklara yazdırdığı yazılar duruyordu hâlâ: Arkadaşlık, özgürlük, dayanışma.”
Fransızca seslendirilen ve Türkçe üst yazı ile sahnelenen oyuna gençler, tiyatro öğrencileri dışında az sayıda Fransızca bilen tiyatro seyircisi de katıldı. Eğer Türkiye’de veya Fransa’daki gösterimlerinden birine denk gelirseniz size de etrafınızda göz ardı ettiğiniz kenardakileri daha yakından tanımak ve anlamak için bu oyunu kaçırmayın!