Dış politikada son haftaların en çok tartışılan konularından biri Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Körfez ülkelerinin de desteğiyle Suriye’ye Esad rejimini devirmek amacıyla askeri operasyon düzenleyeceği yönündeki iddialar.
İsrail ile Türkiye’nin İran’ı çevreleme ve Suriye’de Esad rejiminin değişmesi üzerinden bölgesel çıkarları örtüştüğünü düşünüyor musunuz?
Buna göre Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Suriye üzerindeki işbirliğine yönelik İsrail’in duruşu nasıl olur? (Dolaylı veya doğrudan bir destek söz konusu olabilir mi?)
Türkiye’nin de destek verdiği Sünni Blok’un yanı sıra bölgede İran’ın artan gücünden rahatsızlık duyan bir diğer aktör de İsrail. Bir süredir göreceli olarak sakin seyreden Türkiye-İsrail ilişkilerini ve İsrail-Suriye sınırında son zamanlarda artan askeri hareketliliği göz önüne alarak İsrail’in böylesi bir işbirliğine nasıl bakacağını araştırdık. Bu kez sözü hem İsrailli hem de İsrail’i yakından tanıyan uzmanlara bıraktık.
Hay Eytan Cohen Yanarocak
Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi Tel Aviv Üniversitesi
Gerek Türkiye, gerekse İsrail, İran’ın bölgede ve özellikle Suriye’de güçlenmesini arzu etmiyor. Türkiye, Esad rejimi ile olan ilişkilerini liderler arasındaki kişisel ilişkilere endeksleyerek Suriye konusunda Türk dış politikasını ciddi anlamda çıkmaza soktu. Türkiye, Arap Baharı’nın sonrasında güç kazanan ve özellikle Sisi’nin yaptığı darbeye kadar, mısır’da iktidarı ele geçirmeyi başaran Müslüman Kardeşler oluşumunun bir kopyasının Suriye’de başa geçmesini arzu ediyor. AKP hükümeti ile söz konusu hareket arasında sıkı bir bağ olduğu yadsınamaz.
İsrail açısından bakarsak Esad hükümeti gerek Lübnan Hizbullah’ı ile, gerekse de İran ile girdiği çok yönlü ittifak dolayısıyla İsrail’in kara listesinde. İsrail güçlü bir Esad istemiyor. Buna karşın İsrail kendini Suriye’de savaşan gruplardan herhangi birine de yakın hissetmiyor. Tarafların birbirlerini yıpratması ve dikkatlerini İsrail’e yöneltmemeleri İsrail’i memnun eden bir faktör. İsrail ılımlı olarak tabir edilen Arap Baharı karşıtı Ürdün, Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerle Suriye’ye aynı açıdan bakıyor. Türkiye’nin arzu ettiği gibi Müslüman Kardeşlerin bir başka şubesinin Şam’a egemen olmasını istemiyor. Buna karşın güçlü bir Esad da istemiyor. Kısa vadede Türkiye ile İsrail’in menfaatlerinin örtüştüğünü söyleyebiliriz. Buna karşın uzun vadede her iki taraf oyunun sonunun farklı bitmesini istiyor gibi.
Yukarıda belirtilen durumdan ötürü İsrail’in açık olarak Suudi-Türk ittifakına destek vermeyeceğini düşünüyorum. Bu destek olsa olsa dolaylı olur. Bu da İsrail’in ‘game changer’ olarak nitelediği silahların Suriye’den Hizbullah’a transfer edilmesi sırasında düzenleyeceği hava saldırıları ile sınırlı kalır. Bu hava saldırıları da ‘İsrail’in güvenliği’ öne sürülerek yapılır. Hiçbir şekilde ittifakın bir parçası olarak hareket edeceklerine inanmıyorum.
İlişkiler arasındaki en büyük sorun bana göre İsrail tarafının Türk tarafının ilişkileri düzeltme konusundaki samimiyetine inanmıyor olması. Bu sebepten dolayı tazminat konusunda bir ilerleme olmadığını düşünüyorum. Bilindiği gibi özür dilendi. Buna karşın Türk tarafının İsrail’e yönelik retoriğinde bir yumuşama veya kayda değer pozitif bir adım atılmadı. İsrailli karar alıcılara göre Türkiye ikili ilişkileri en alt seviyede sürdürme arzusunda. Bu noktadan hareketle İsrailliler ilişkileri daha iyi hale getirmeye çalışmıyor. Kendilerine göre ilişkiler ne kadar iyi hale getirilirse getirilsin Türk tarafının sert retoriğinin yeni bir krizi tetikleyebileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle statüko korunuyor. İlişkilerin tam anlamıyla normalleşebilmesi için tarafların güven arttırıcı adımlar atması gerekiyor. Karşılıklı ziyaretler elbette anahtar bir rol oynuyor. Buna karşın her iki başkentteki ön yargıdan ötürü böyle bir davet ne İsrail tarafında ne de Türkiye tarafında maalesef ufukta gözükmüyor.
Nimrod Goren
Mitvim-İsrail Bölgesel Dış Politika Enstitüsü Kurucusu ve Başkanı
İsrail ve Türkiye bölgesel istikrardan yana olmalarına rağmen anlam açısından istikrardan ne kast ettikleri ve istikrara nasıl ulaşacakları üzerinde ayrışmaktalar.
İki devlet de nükleer bir İran istemiyor. Fakat Türkiye İran’ı çevreleme açısından diplomatik kanalları sonuna kadar açma taraftarıyken, İsrail bu kanala en başından beri tepkiyle yaklaşıyor. İran’a güvenmediği gibi Amerika’nın İran’la yürüttüğü müzakereleri desteklemekten de kaçınıyor.
Suriye söz konusu olduğunda İsrail Esad’ın gitmesi için çağrıda bulunmazken, Türkiye gitmesini istiyor. İsrail’in çıkarına olan şey Suriye sınırını olabildiğince sakin muhafaza etmek ve Suriye’den Hizbullah’a silah gönderilmesinin önüne geçebilmek. İsrail’deki yaygın görüş, Suriye’de yakın zamanda istikrarın sağlanmasının olası görünmediği yönünde. Bu sebeple de İsrail Esad’dan kurtulmanın çok da getirisi olmadığını düşünüyor. Böylesi bir gelişmeyi kovalamak önceliği değil.
Medyaya yansıyan birtakım raporlarda, İsrail ve Suudi Arabistan’ın İran’a ilişkin örtüşen çıkarları olduğundan bahsediliyor. İsrail ve Suudi Arabistan arasında ilişkilerin düzeldiğine dair birtakım işaretler var. 2014 yılında yapılmış olan iki panel var örneğin. Biri Suud Prensi Türki El Faysal ve İsrail’den Amos Yadlin ve Dan Meridor gibi iki kilit ismin katıldığı… Bir de yakın zamanda Yedioth Aharonoth’da yayınlanan bir röportaj var. Bu gelişmelerin ışığında İsrail’in Türkiye-Suudi Arabistan işbirliğini olumlu karşılaması beklenebilir. Türkiye-Suudi Arabistan arasındaki çıkarların birebir İsrail’inkilerle örtüşmesi sebebiyle değilse bile, böylesi bir işbirliğinin Türkiye’yi İsrail’in birlikte hareket edebileceği bir çizgiye getirme ihtimali sebebiyle olumlu karşılanır diye düşünüyorum. Türkiye’nin Ortadoğu’da çok yönlü bir dış politika izlemesi ise İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin normalleşmesine katkıda bulunacaktır.
Benedetta Berti
Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü (INSS)
İsrail’in Suriye politikası daha çok sahadaki gelişmeleri yakın takip etmek ancak doğrudan müdahil olmamak üzerine odaklanmakta. Bu siyasetin aktif bir bileşkeni de var. İsrail, Hizbullah’a gelişmiş silah transferine ve daha sonra Golan Tepelerinde Hizbullah ve İran varlığına ilişkin birtakım kırmızı çizgiler belirlemişti. Basına yansıyan ancak çoğu teyit edilmemiş, İsrail’in Suriye sınırında düzenlediği saldırılara ilişkin haberleri bu bağlamda okumak lazım.
Esad rejimiyle ilgili olarak ise, İsrail’in siyasi ve savunma çevreleri, Suriye’de rejim değişikliğinin İsrail’in çıkarları açısından ne denli faydalı olduğu konusunda bölünmüş durumda.
IŞİD’in yükselişiyle, Suriye’de Esad sonrasına ilişkin duyulan endişe giderek artmakta. Bu anlamda Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Suriye’deki girişimleri problemli görünmüyor ancak İsrail Esad’ın başta kalmasını tercih ediyor. Daha endişe verici olan bu iki ülkenin cihatçı gruplara fazlasıyla hoşgörüyle yaklaşmaları. Türkiye-Suriye sınırının gevşek yapısının ‘gözden kaçırma’ ifadesiyle nitelendirilmesi gibi örneğin.
Oğuz Çelikkol - İsrail eski Büyükelçisi
Her şeyden önce Türkiye’nin İran’ı çevrelemek gibi bir politikası olduğunu düşünmüyorum. Türkiye, İran’ı önemli ekonomik ve ticari bir ‘ortak’ olarak görmekte ve İran’la diyaloğunu üst düzeyde devam ettirmeyi arzulamaktadır. Öte yandan, İran’ın nükleer programının askeri bir veçhe kazanmaması tüm bölgenin çıkarınadır. Daha önceki arabuluculuk girişimlerinde de görüldüğü gibi Türkiye sorunun müzakerelerle ve bölgenin daha da fazla karışmasına sebep olmayacak yöntemlerle çözülmesini ve bölgede nükleer konuda hiçbir ülkeye ayrıcalık tanınmamasını savunmaktadır.
Türkiye’de Netanyahu başbakanlığındaki hükümetlerin bölgede mezhep temelinde meydana gelen kutuplaşmadan esasen memnuniyet duyduğu, Suriye, Irak ve Yemen’deki iç savaşların bitmesini istemediği, Başbakan Netanyahu’nun Arap dünyasının içinde bulunduğu durumu İsrail’i ‘iki devletli’ çözümden giderek uzaklaştırmak ve zaman kazanmak için fırsat olarak kullandığı inancı çok yaygındır.
Genel kanaat, Suriye ve Irak’ın mezhep (ve etnik) temelde bölünmesinin İsrail’i memnun edebileceği yönündedir. Başbakan Netanyahu’nun, ABD karşı çıkarken, Irak’ın etnik temelde bölünmesini açıkça desteklemesi bu inancı kuvvetlendirmiştir.
Türkiye ve Suudi Arabistan (ve tüm Körfez ülkeleri) ise Suriye’nin (ve Irak’ın) toprak bütünlüğünü savunmakta, bu iki ülkedeki giderek daha karmaşık bir durum alan iç savaşın tüm bölge için tehlike yarattığını düşünmekte ve Suriye’de Esad rejiminin değişmesi, Irak’ta ise Bağdat’ta tüm Irak halkını daha iyi temsil eden bir yönetim oluşturulmasıyla bitmesini arzulamaktadır. İran’ın dışlanmak ve yalnızlığa itilmek yerine Suriye ve Irak’ta bu çerçevede bir çözüme ikna edilebilmesi bölge için daha yararlı sonuçlar doğuracaktır.
Moshe Ma’oz
Kudüs İbrani Üniversitesi
İran ve Suriye üzerinde ortak çıkarları olmasına rağmen Türkiye ve İsrail’in farklı olduğu birçok nokta var. İsrail İran’ı varoluşsal bir tehdit olarak görürken, Türkiye İran’la işbirliğinden çeşitli kazanımlar elde etme peşinde. Diğer yandan, Türkiye Suriye’de Müslüman Kardeşler çizgisinde bir yönetimin başa geçmesini isterken; İsrail Müslüman Kardeşleri terörist olarak nitelendiriyor. Bana kalırsa, İsrail Mavi Marmara, son üç Gazze Savaşı ve Doğu Kudüs konuları olmak üzere Filistinlilere yönelik oldukça sert bir politika izledi. Tüm bunlar da Türklerin duygularını ve çıkarlarını derinden yaraladı. Son tahlilde İsrail’in Türk-Suudi işbirliğine yaklaşımını belirleyecek olan İsrail’in Filistin sorununa ilişkin tavrında kayda değer bir değişim olup olmadığıdır. Diğer bir deyişle barış sürecinin yenilenmesi belirleyici olacaktır