VE sezon açıldı... Beyaz tenlerin siyaha boyanacağı, siyah renklerin dolaba kaldırılacağı, 40 bedenlerin 36'ya zorlanacağı, tatil adı altında büyük bir koşuşturmanın yaşanacağı sezon...
Biraz şezlong savaşı, biraz baza altı tıkıştırması yaptınız mı hadi ilk iki seçenek hallolur da üçüncüsü pek öyle kolay değil.
Rejimdi, egzersizdi yine beynin buyurduğunu beden çekecek. Neyse ki ilk yardıma sezon sporları yetişecek.
Bu sefer yelkendi, sörftü, kayt sörftü falan sizi çok zorlamayacağım. Neredeyse içgüdüsel gelişen, angaryadan çok keyif veren en basit sezon sporu olan yüzmeden bahsedeceğim. Biraz da yüzerken öngörülenleri ve de görülemeyenleri anlatıp sizi güldürürken muhtemelen kendi bahtıma teessüf edeceğim.
Aslında yüzme deyince kulağa basit geliyor belki… Ancak birçok spor ya sadece bacağa, ya sadece kola yükleniyor, oysa yüzme tüm vücut kaslarının dengeli olarak kullanıldığı nadir sporlardan biri. Kalp ve dolaşım sistemini düzenlemesi, vücuda giren oksijeni arttırarak solunumu güçlendirmesi, sinir sistemini rahatlatması da cabası. Yaş kısıtlaması da yok ancak mevsim kısıtlaması söz konusu olabiliyor; o konuda da havuzlar yardıma koşuyor. Artık bebekleri bile daha konuşmayı sökemeden yüzmeye veriyor anneler!
Yine de denizin tadı ayrı. Ancak deniz diyerek geçme tanı, düşün altında gezinen binlerce tehlikeli deniz yaratığını... Şimdi bunların öngörüleni var; bir de öngörülemeyenleri var.
Çoğunluğumuz genellikle yaz tatillerini okyanustan ziyade kıyı beldelerde ve ya adalarda geçirdiği üzere, yüzerken de aklımıza tehlike yaratacak deniz canlıları dendi mi denizanası, kum balığı, denizkestanesi falan geliyor. Ama gelin görün ki atalarımız boşuna “bahtsız bedeviyi çölde kutup ayısı...” Dememiş. Nereden ne çıkacağı hiç belli olmuyor… çıkmaz demeyin ama bence şansını hiç denemeyin.
Ben maalesef denedim.
Eşim Ezel’in doğum günü nedeniyle “Hadi kutlama olsun Samos’a gidelim, sezonu açalım” dedik, gittik. Tatilin tüm gereklerini yerine getirmiş, şezlongu kapıp güneşe yatmış, her öğün yemeği biraz fazla abartmış ve doğal olarak vicdan yapıp kendimi denize atmıştım. Ucu kaçan kalori hesabını dengelemek için de “İyice açılayım, yarım saat kulaç atmadan çıkmayayım” dedim.
On dakikanın sonunda, denizin mavisini karaya çalan yosunlu bölgeye geldiğimde, karaltı benimle birlikte hareket etmeye başladı. “Göz yanılmasıdır” deyip devam ettim ancak o da ne? Yanılsama hâlâ peşimde, hatta önüme geçmiş bana doğru yüzüyor! Yaklaştıkça maalesef daha da netleşiyordu. Baktım yanılsamanın iki badem gözü ve upuzun bıyıkları var. Kendisi ne bir karaltı ne de göz yanılsaması... Koskoca bir fok balığı! Beni hedef almış ağzını açıp çığlık ata ata bana yüzüyordu!
O bağırıyor, ben bağırıyorum, plaj kenarındakiler hepimizden çok bağırıyor, ama en çok da fotoğraf çekiyorlardı... 'Allah ne verdiyse' diye kulaca abandım ama bana mısın demedi. Karaya üç kala tam rahatladım, hayvan oyun oynuyormuş meğer derken gelip “hart” diye bacağımı ısırdı.
Apar topar hastaneye gittik, “Kuduz aşısı mı olacağım ben şimdi?” Diye doktora acıklı acıklı bakarken kahkahayı bastı! Meğer suda yaşayan hayvanlarda kuduz olmuyormuş. Kuduzdan yırttım ama tetanosa yakalandım. Kendi doktorumu da aradım, tam beş kere beni neyin ısırdığını tekrar ettikten sonra on günlük antibiyotik kürünü de o dayadı. Yanında bir on günlük deniz yasağı ile beraber…
“Peki, bu antibiyotik iyi gelir mi?” Diye sordum, “Tabii, fok ısırıklarına biz hep bunu veriyoruz” dedi. Denizlerin fatihi olmasam da karanın maymunu oldum…
Bacağım sargılı suç mahalline geri döndüm, bir de baktım bizim fok benim şezlonga çıkmış güneşleniyor. Çevreciler etrafını sarmış kimseyi yaklaştırmıyor! Dünyada son kalan 450 Akdeniz fokundan biriymiş! O da geldi beni buldu...
Şimdi genel kanı benim hayvan düşkünlüğümden dolayı onun beni değil, benim onu kovaladığım yönünde! Ancak değil kovalamak, kaçamadım bile hayvandan. Tüm tatilin kalorisi o anlık adrenalinin içinde boğuldu kaldı.
Her zaman söylüyorum ya sporun da fazlası zararlı diye! İşte on dakika kulaç attıktan sonra durmalıydım ben…