Günler süren yoğun müzakerelerin ardından İran ve aralarında BM Güvenlik Konseyi daimi üyeleri ile Almanya’nın bulunduğu altı ülke, ekonomik yaptırımların kaldırılması karşılığında Tahran’ın nükleer programını sınırlandıracak anlaşmaya imza attı. Nükleer silahlanmayı engelleyecek teknik detaylar bir yana, İran’ın sisteme yeniden entegre edilecek olması bir taraftan fırsatlar sunarken, aynı zamanda bölgesel aktörleri ‘Yükselen İran’ tehdidi karşısında pozisyon almaya itiyor. İmzanın ertesinde, anlaşmanın içeriği ve Ortadoğu’nun geleceğine dair beklentileri değerlendirmek üzere Uluslararası Barış Vakfı’nın (Carnegie Endowment for International Peace) önde gelen İran uzmanlarından Karim Sadjadpur ile görüştük. Şalom’a özel röportajdan önemli satır başları…
Anlaşmayı yorumlayanlar iki gruba ayrılmış durumda. Bazıları tarihi bir hata yapıldığını savunurken, diğerleri gelinen noktaya tarihi bir fırsat olarak bakıyor. Sizce bu anlaşma Başkan Obama’nın konuşmasında değindiği şekilde dünyayı ve özelde ABD’yi daha güvenli kılacak mı?
Tarihin de gösterdiği gibi, Ortadoğu’daki olaylara ilişkin tahmin yürütmek tam olarak hiçbir zaman mümkün değil. Gelişmelerin bundan beş veya on sene sonra nasıl yorumlanacağı veya Ortadoğu’yu nasıl etkileyeceği gibi… İran Devrimi’nin yankıları onlarca yıl sonra hâlâ sürüyor. Dolayısıyla İran’la varılan nükleer anlaşmanın bir başarı veya başarısızlık hikâyesi olduğuna karar vermek için üzerinden yıllar geçmesi gerek. Ancak nükleer silahsızlanma bağlamında ben bu anlaşmanın İran’ı çevrelediğini düşünüyorum. İran’ı daha şeffaf olmaya itiyor. Bu bakımdan olumlu. Asıl önemli soru ise İran anlaşmaya sadık kalacak mı, özellikle yaptırımlar kalktıktan sonra. Bunu önümüzdeki yıllarda göreceğiz. Diğer sorulması gereken soru ise ABD’nin değil asıl İsrail ya da Suudi Arabistan gibi ABD’nin müttefiklerinin bu anlaşma neticesinde daha güvende olup olmadıkları. Onlar bu anlaşmayı ulusal güvenliklerine tehdit olarak yorumluyor.
Tartışmalı konulardan biri de bu anlaşmanın İran’ın bölgesel gücünü nasıl şekillendireceği. Örneğin, İran’ın Suriye politikasına yansımaları nasıl olur?
İran’ın bölgesel siyaseti geçtiğimiz kırk yıl içinde hep tutarlıydı. Bu siyasetin başlıca üç ayağı olduğunu söyleyebilirim: ABD’nin bölgesel gücüne direniş, İsrail’in varlığını reddetme ve Suudi Arabistan’la rekabet. Bence anlaşma neticesinde Amerika ve İran’ın Ortadoğu’da daha çok işbirliği yapma olasılığı var. Ama en azından kısa vadede, hem İran–İsrail hem de İran–Suudi Arabistan arasındaki gerilimi tırmandıracak. Çünkü İran’ın Irak’taki Şii milislere, Lübnan’da Hizbullah’a veya Suriye’de Esad’a verdiği destek devam edecek, özellikle de şimdi daha çok kaynağa kavuşunca. Bu bakımdan anlaşmanın İran’a kötü niyetli politikalarını sürdürmesi için daha çok kaynak sağlayacağı yönündeki endişeler geçerli. Ancak orta ve uzun dönemde, anlaşmanın Tahran’da ülkenin ulusal ve ekonomik çıkarlarını devrim ve ideolojinin önünde tutabilecek aktörleri güçlendireceği yönünde bir umut da var.
Peki, ABD İran’ı çevrelemek için nasıl bir hazırlık yapıyor?
Önümüzdeki aylarda İsrail’e güvence vermek için savunma işbirliğini ilerleteceğini göreceksiniz. Benzer girişimleri görmüştük zaten…
Camp David zirvesinde Körfez ülkeleriyle, öyle değil mi?
Evet, Körfez ülkeleriyle güven tazeleme çabalarını gördük Camp David’de. Gerçek şu ki, her şey dönüp dolaşıp aynı noktaya varıyor. Obama yönetimi Ortadoğu’da sıfır toplamlı bir güvenlik anlayışına sahip değil. Onlar İran’la ilişkileri düzeltirken, İsrail ve Körfez ülkeleriyle de iyi ilişkiler içinde olabileceklerine inanıyorlar. Sorun, bölge devletlerinin kendilerini sıfır toplamlı bir mücadele içinde görmeleri. Dolayısıyla İsrail ve Suudi Arabistan’ın durduğu noktadan bakıldığında, eğer Amerika’nın İran’la işbirliği artıyorsa, bunu kendileriyle işbirliğinin azalacağı şeklinde algılıyorlar.
Gelişmeler ışığında 70’lerdeki Nixon doktrinine benzer Körfez güvenliğini Suudi Arabistan, İran ve İsrail’e emanet eden bir siyasi perspektifin ortaya çıkışını öngörüyor musunuz?
Yakın dönemde hayır. Çünkü İran’da hâlâ “Amerika’ya ölüm!” sloganları atan bir yönetim var. Dolayısıyla Nixon doktrininin geri gelebilmesi için İran’da daha fazla değişime ihtiyaç var.
Biraz da İran iç politikasına değinebilir misiniz? Örneğin, İran halkı bu anlaşmayı nasıl karşıladı? Beklentileri ne yönde?
Bence İran sokaklarındaki kutlamalar İran halkının Kuzey Kore değil, Güney Kore gibi olmak istediğini gösteriyor. Yani ekonomik refaha sahip ve siyaseten sisteme entegre… Silahlarla donatılmış ve izole edilmiş olmak değil. Ne var ki, zaman içinde insanların, İran’daki yaşam kalitesinde nükleer anlaşmadan bekledikleri ölçüde bir düzelme görmedikleri için hayal kırıklığına düşeceklerini düşünüyorum.
İran Cumhurbaşkanı Ruhani, anlaşmanın belirli safhalardan geçtikten sonra yürürlüğe konacağını belirtti. Siz önümüzdeki dönemde herhangi bir yol kazası öngörüyor musunuz? Gerek ABD, gerek İran, gerekse İsrail’den kaynaklanabilecek?
Hayır, ben anlaşmanın sorunsuz şekilde yürürlüğe gireceğini düşünüyorum. Asıl konu anlaşmanın önümüzdeki on ila on beş yıllık dönemde ne şekilde yürürlükte tutulacağı. Bence bu noktada önümüze büyük engeller çıkacak.
İran’a yönelik silah ambargosunun kademeli olarak kaldıracak olması Batı’nın ödün vermesi şeklinde yorumlara sebep oldu. Böylesi bir çerçeve çizilmesi gerçekçi mi? İran’ın ambargoya rağmen Hizbullah ve Hamas’a yıllardır sağladığı destek düşünülürse…
Öncelikle silah ambargosu kaldırılmadı. Yerinde kalacak…
Ama anlaşmaya göre beş ila sekiz sene içinde kaldırılacağı söyleniyor.
Evet, sekiz sene sonunda kalkacak. Ancak sekiz sene sonra Ortadoğu’nun nerede olacağını kestirmek mümkün değil. Ayetullah Hamaney yetmiş altı yaşında. Sekiz sene sonra hâlâ hayatta olacak mı? Suriye’deki iç savaş bugünkü görünümünde mi olacak? Hizbullah aynı konumunu koruyacak mı? Bence Ortadoğu’da sekiz sene sonsuza eş değerdir.
Anlaşma ertesi ABD’de Hillary Clinton’u başkan adayı olarak ön plana çıkaran ve İran’la ilişkiler konusunda daha şahin gösteren makalelerin sayısında ciddi bir artış oldu. Sanki İsrail yanlısı lobilere hitap etme kaygısı var gibi. Sizce bir sonraki başkanlık seçimlerinde nükleer anlaşma konusu belirleyici bir rol oynayacak mı?
Etkisi olacak. Tüm Cumhuriyetçi adaylar bu anlaşmaya karşı çıkacak ve eleştirecekler. Bence Hillary Clinton anlaşmayı gönülsüz bir şekilde savunsa da İran rejiminin niteliği ve Başkan Obama hakkında alaycı bir tavra sahip. Dolayısıyla varılan anlaşmayı büyük bir başarı kazanılmış şeklinde değil de, Ortadoğu’da bir başka anlaşmazlığın önüne geçecek, kötünün iyisi alternatif olarak sunacak.
ABD-İsrail ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İkili ilişkiler, Başkan Obama ve Başbakan Netanyahu’nun kişisel husumetlerinin neticesinde tarihin en kötü döneminden geçiyor. Ama bu durum iki lider de değiştiğinde düzelecektir.
Sizce bu anlaşma ileriki dönemde Türkiye’ye bölgesel gücünü artırması için bir imkân sunuyor mu? Özellikle İran’ı dengeleme açısından…
İran’la varılan anlaşma Sünni ülkelerini birbirleriyle yakın işbirliğine zorluyor. Kast ettiğim, yükselen İran algısını dengelemek üzere Türkiye, Suudi Arabistan, Katar ve Mısır arasındaki işbirliği. Bu bakımdan anlaşma ile Türkiye’ye Sünni dünyasında liderlik rolü oynama fırsatı doğuyor. Ancak sizin de çok iyi bildiğiniz gibi Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar arasında ciddi farklılıklar var. Bana kalırsa, Sünni devletler için asıl tehlike, IŞİD ya da El Kaide gibi radikal Sünni cihatçı gruplara destek verdikleri takdirde, bu desteğin onlara bumerang gibi geri dönmesi. Bu gruplar o ülkelerde radikalleşmeyi tetikleyebilir. IŞİD İran için yaşamsal bir tehdit unsuru değil. İran’ın yüzde 90’ı Şii zaten. IŞİD İran’da hiçbir zaman kendisine destekçi bulamaz. Ama IŞİD ideolojisinin yayılması, Suudi Arabistan veya diğer küçük Körfez ülkeleri için yaşamsal bir tehdit teşkil ediyor.
Günün sonunda sizce bu anlaşmanın kazananı kim oldu?
Ortadoğu’da son kırk yıldaki belli başlı gelişmelere bakarsanız, İran Devrimi, Oslo görüşmeleri, 2003 Irak Savaşı, Arap Baharı gibi, tahminlerin yıllar sonra yanıldığını görürsünüz. Bu yüzden galipleri ve kaybedenleri belirlerken elden geldiğince alçakgönüllü tespitler yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu anlaşmanın İran’ın ekonomisini dünyaya açacağından hareketle en azından kısa dönemde İran halkının yaşam şartları iyileşecek. Dolayısıyla İran halkı bu anlaşmanın potansiyel kazananıdır. Kaybeden taraf gördüğüm bir ülke ise Rusya. Çünkü İran petrolünün piyasaya girmesiyle ekonomik anlamda Rusya zarar görecek. Zaman içinde İran gaz rezervlerini işlettiğinde Rusya’nın Avrupa gaz piyasasındaki konumunu da sarsacak. Başbakan Netanyahu da kaybedenlerden biri. Ancak kazananlar ve kaybedenler bundan on sene sonra çok farklı görünecek.