Almanya’nın 19. yüzyıl sonlarından itibaren geçerli dış politikasını “Gott strafe England – Tanrı İngiltere’yi cezalandırsın” şeklinde özetlemek yanlış olmasa gerek.
Denizlerde egemen bir güç haline gelen Britanya’ya karşı karada yapılanan, kömür, çelik sanayiini geliştirerek bir dünya devleti haline gelme yoluna çıkan Almanya’nın emperyalist emellerini bu şekilde bilemesi ve bunu geçerli hale getirmek için hilafetin gücünü kullanması, Padişaha cihat ilan ettirmesi, Osmanlı’nın egemen olmaktan kopmuş karar alma mekanizmasına ipotek koyması Ortadoğu ve İslam coğrafyasında taşları yerinden oynatacak adımlardı.
Dünyanın bugün hâlâ kaynamakta olan bu bölgesi üzerinde oynanan oyuna ortak olmak, dağıtılan her ele müdahalede bulunmak II. Wilhelm için hayati öneme sahipti. Siyasete etki etme yetisine sahip ‘yıpranmamış’ bir Almanya, önce Avrupa’da, daha sonra dünyanın genelinde bir denge unsuru olmalı, söyleyecekleri ile atacağı adımlarla toplumları peşinden sürüklemeli, kontrol altına alacağı ülkeleri güderek onları kendi değirmenine su taşımaya zorlamalıydı. Diğerleri böyle yapıyorlarsa Almanya’nın da benzer hedeflere yönelmesi doğal bir durumdu.
Britanya’ya karşı alınan tavır ilk önceleri Arap toplumu içinde destek görür. Ancak bu destek her zaman topal kalacak, neticede bölgede planlanan hareketlerin neredeyse hiçbiri yerine getirilmeyecek, ya da getirilemeyecekti. Padişah’tan gelen cihat çağrısı, aylar geçtikçe gücünü yitirecekti. Nitekim ne halka dağıtılan broşürler ne de zamanın teknolojik olanakları ile çekilen propaganda filmleri beklenen ilgiyi göstermez. Sohbetler yolu ile insan topluluklarını etkileme amacı ile oluşturulan ‘okuma odaları’ projesi de, her ne kadar yaygın bir şekilde bölgede nüfusun yoğun olduğu kentlerde hayata geçirildiyse de, başarıya ulaşmamış, istenen etkiyi yaratmamıştı.
Almanlardan Haşimilere destek
Bölgenin muhafazakâr, dindar, feodal yapısı içinde, uzaklarda, çok uzaklarda oturan ve gücü sarayından öteye gitmeyen Padişah’ın cihadını pazarlamanın olanaksız olduğunun fark edilmesi için savaşın ilk senesinin devrilmesi gerekti. Ortadoğu’da etkin olmak adına, Süveyş’e inmek adına, Mısır’daki İngiliz egemenliğine meydan okumak adına kurgulanan Osmanlı askeri harekâtının eriyip gitmesi, Almanların dikkatlerini bu kez Mekke Şerifi Hüseyin ve Haşimi ailesi üzerine toplar. Osmanlı ile varılamayan noktaya, Arapça konuşan İslam toplumlarında etkin bir ağırlığa sahip Haşimileri destekleyerek, onları cihadın içine çekerek varmaya çalışmak, Almanya’ya bu cephede önemli puanlar kazandıracak bir adım attıracaktır.
Ancak çok geç kalınmıştır. Londra’daki Arap Ofisi’nin etkin çalışmaları sayesinde Mekke Şerifi, kendisini kutsal yerlerin koruyucusu olarak atayan Padişaha isyan bayrağını çekmiştir. İlk Arap isyanının Osmanlılara karşı başladığını ve bunun pimini İngilizlerin çektiğini ifade etmek gerekir. Almanlar ise manevra alanlarını daraltmışlar, Osmanlı ile girdikleri ittifakta ilk yenilgilerini Ortadoğu’da almışlardı.
Altın, bol para, bağımsızlık, hilafet ve Ortadoğu’da kurulacak egemen bir krallık İngilizlerin, Mekke Şerifi Hüseyin ve oğulları Faysal ile Abdullah’a verilmiş sözleriydi. Arap halkına önerilebilecek hiçbir değer, Osmanlı’ya karşı bağımsız olmaları kadar vurucu olamayacaktı. İngilizlerin okudukları ve Almanların atladıkları detay buydu. Araplar için Osmanlı – Türk sahiplerine karşı ayaklanmaları, hiç tanımadıkları Hıristiyan bir güce – burada İngiltere - karşı gelmekten çok daha heyecan vericiydi.
Allenby Kudüs’ü teslim aldı
Sonuçta General Allenby 1917 Aralığında Kudüs’e girer ve kenti hiçbir direniş ile karşılaşmadan teslim alır. Kuzeye yönelir, benzer şekilde Şam’ı da teslim alır. Ortadoğu’da Yavuz Sultan Selim’den beri kesintisiz devam eden Osmanlı egemenliği son bulur. Avrupa başkentlerinde politika üretenlerin ve karar vericilerin uzun zamandır beklediği gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti Anadolu’ya sıkışmış burada da hızla zemin kaybetmeye devam etmektedir. Almanya, İran – Hindistan – Afganistan yolundan uzaklara savrulmuş, burada etkin olma emellerine ulaşamamıştır.
Hindenburg, Kaiser ve Ludendorf
Çanakkale Savaşı tarihin yönünü değiştirdi
Osmanlı Devleti açısından tarihin yönünü değiştiren en büyük başarı ise Çanakkale savaşlarıdır hiç şüphesiz. Boğazı adeta kilitleyip müttefik gemilerinin İstanbul yolunu kesme başarısı, Londra’da hükümet düşürmüş, idareyi devralan geniş tabanlı Lloyd George kabinesi uyguladığı etkin siyasetle, Osmanlı’nın çöküşünün yarattığı girdabı kendi çıkarları doğrultusunda doldurmuştu.
Bir kurama göre cihat söyleminin bölgede geliştirdiği önemli yan ürünlerden biri, Osmanlı sınırları içinde giderek ivme kazanan Gayrimüslim düşmanlığı olmuştu. Savaş esnasında Anadolu’da yaşanan olayları bu çerçevede değerlendirmek ne kadar sağlıklı olur bilemem ancak, Almanya’nın Osmanlı üzerinde geliştirdiği stratejiye müttefiklerin verdikleri karşılık, Osmanlı’nın değişik dindeki tebaasının ayartılması olduğu söylemek pek yanlış olmasa gerek... Anadolu’daki İstanbul egemenliğinin çökertilmesi için İngilizlerin Rumlar, Rusların ise Ermeniler üzerine oynamaları tesadüf değildi şüphesiz.
Bu süreç içinde Yahudilerin konumunu irdelemek, taşları yerli yerine koymak açısından önemlidir. Osmanlı toprağı olan Filistin’e Yahudi ilgisi yeni değildi. Tarihin derinliklerinden bu yana Yahudilerin bu topraklara bağlılıklarını izlemek, zaman zaman, Padişahların rızaları ile geliştirdikleri modellere rastlamak olasıdır. Theodor Herzl’in II. Abdülhamit ile olan görüşmelerini ve kendisine ulaştırdığı talepleri bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Gerçi milliyetçilik akımları ile hızla imparatorluklardan ulus – devletlere dönüşen siyasi yapılar dikkate alınırsa, geleceği konusunda endişeleri olan Abdülhamit’in bu fikre sıcak bakmamasını anlamak zor değil.
Bir adım öte, Avrupa’yı hazırlıksız yakalayan savaşın başlarında, Filistin topraklarında yaşayan Yahudilerin çoğu, Osmanlı Devleti ile karşı kamplarda konuşlanan Çarlık Rusya’sı vatandaşıydılar. Bu durum ister istemez bölgedeki tansiyonun artmasına neden oldu. Yişuv yöneticileri Yahudilerin Osmanlı vatandaşlığına geçmelerini istediler. Böylece, üzerinde geleceklerini kurmak istedikleri toprakları, sahipleri Osmanlı Devleti ile birlikte, onun ordusunda hizmet vererek koruyacaklar, burada daha ileride ne olacağı belli olmayan yapılanmaların önlenmesine katkıda bulunacaklardı.
1915 Ermeni olaylarının etkisi
Gelin görün ki, 1915 Ermeni olaylarının patlak vermesi ve bunun Filistin’deki Yahudi kolonisi tarafından – konulan kesin sansüre rağmen – öğrenilmesi ile birlikte işler değişmeye başlar. Yahudiler giderek İstanbul hükümetine olan desteklerini azaltmaya başladılar. Benzer bir techir hareketinin kendilerine de uygulanacağı ve Filistin’den Mısır’a doğru sürülecekleri haberleri ile allak bullak oldular.
Şam Valisi Cemal Paşa ile Kudüs’teki Osmanlı yöneticisi Ahmet Münir’in geliştirdikleri politikaları dikkate almak gerekir. Onlara göre bölgedeki Yahudi varlığı sakıncalıydı ve bunların buradan temizlenmesi, boşalttıkları yerlere ise Türk unsurların yerleştirilmesi gerekmekteydi… 1917 Mart ayı sonunda Cemal Paşa yayınladığı emirle bölgedeki tüm Yahudilerin zoraki göçe tabi tutulmalarını emreder.
Almanya Yahudi toplumu devreye giriyor
İşte o aşamada Almanya’daki Yahudi toplumu devreye girer ve Kaiser II. Wilhelm nezdinde kararın askıya alınması için gerekli adımları atarlar. Yafa’nın Alman Konsolosu Ahmet Münir ile görüşmeye gider. Delegasyonda Yahudiler de vardır. Almanlar, Çarlık Rusya’sındaki antisemit hareketlerden söz ederler ve böylesi bir kararın Osmanlı’yı da antisemit konumuna düşüreceğini ifade ederler. Rusya’daki çarlık yönetiminin devrilmesi için Yahudi desteğine çok ihtiyaç olduğunu anlatırlar, uzun uzun. Çarlığın devrilmesi ile Rusya’nın savaştan çekileceğini umduklarını, böylesi bir durumun Osmanlı Devletini de rahatlatacağını ve kocaman bir cephenin kapanacağını ifade ederler. Son tahlilde, böylesi bir dönemde Yahudileri Filistin’den sürmek doğru değildir.
Neticede Yahudilerin sürülmesi hiçbir zaman gerçekleşmez. Bu Alman siyaseti için nasıl bir başarı ifade eder, bilemiyorum. Ya da, Yahudilerin Mısır’a doğru sürülmeleri o günün ertesini nasıl etkilerdi? Böylesi bir durum bölgedeki konjonktürü ne yönde değiştirirdi? Veya gerçekten Çarlığın devrilmesi sürecindeki Yahudi katkısı (ki Bolşevikler arasındaki Yahudiler Çarlıkla mücadelelerini hiçbir zaman Yahudi kimlikleri ile yapmamışlardır) ne olurdu?
Toplamda bir başarı vardır. Bunun mimarı da Von Oppenheim’ın yardımcılarından, dönemin Yafa’daki Alman Konsolosu Schabinger idi. İroniye bakın ki, kendisi bundan 14 yıl sonra, bölgede etkin çalışan birçok dışişleri sorumlusu gibi, Nasyonal Sosyalist Partiye katılacaktır.
Dolayısı ile II. Wilhelm’in Ortadoğu siyasetini şekillendiren Von Oppenheim’ın kadroları, daha sonraları Hitler’in bölgedeki beklentilerini yükseltti. Burada Nazilere yardımcı olacak esas oyuncu, İngiltere’nin Filistin Mandasına atadığı ilk Genel Vali Sir Herbert Samuel tarafından Kudüs Müftülüğüne getirilen Hacı Emin El-Hüseyni olacaktı. Yine ironiye bakın ki, Herbert Samuel, Yahudi’ydi. Ondan öte, Kasım 1917’de yayınlanan ve Yahudilerin Filistin’de ulusal bir yuva kurmalarına kapı açan Balfur Deklarasyonunun fikir babalarından biriydi.
Yazının 1. bölümü