Yaşadığımız dünya evrensel yasalarla oluşmuştur. Evrensel yasalar tektir. İkilik yoktur evrensel yasalarda. Dolayısıyla sıfat da yoktur evrende. Güzel, çirkin, soğuk, sıcak, Kürt, Alevi, Yahudi, Ermeni, Müslüman, uzun, kısa ve dahi her türlü sıfat ve tanımlama biz insanların kendimizi ikilik dünyasında tanımlamak, daha doğrusu kendimizi bu dünyada bir yere yerleştirmek için koyduğumuz, geliştirdiğimiz algılardır. Hakikat, mesela suyun derecesidir. O anda 1 derecedir ya da 20. Evren, soğuk ya da sıcak demez. Biz ekleriz sıfatları. Ve bu eklediğimiz sıfatlarla şeyleri kendimize ve kendimizi de şeylere göre konumlandırırız. Konumlandırdığımız yetmez gibi, bu konuma göre üstünlüklerimizi ya da eksikliklerimizi belirleriz. Öteki deriz konumunu farklı addettiğimize. Bu da yetmez, kendimizi eksik hissettiğimiz noktada ötekileştirdiğimizi suçlamayı seçeriz. Suçlar, yargılarız. Yargı cezayı getirir. Cezanın sonucu infazdır. Yalan da olsa, “Yahudi ezgisi çaldıkları” bahanesiyle saldırabilme hakkını görebiliyor mesela kişi kendinde Avcılar’da bir grup sokak çalgıcısına!! Değil mi ki, onun dışında bir ezgidir? Varsın Yahudi ezgisi olsun. Vurun kahpeye!
Yetersizlik göstergesidir saldırı aslında. Güçlü olduğuna kendini inandırma çabasıdır. Tam da bu nedenle güçsüzlüğünün teyit edilmesidir. Gelişime açık olmamanın, dünyaya at gözlükleri ile bakmanın ve en önemlisi sorgulamayı unutarak ezbercilikte takılı kalmanın teyididir.
Bilim ve teknoloji bir yandan inanılmaz gelişir ve tüm bu gelişmeler insanlık adına hiç olmadığı kadar aydınlık ve açık bir döneme eşlik ederken, belki cehalet ve egosantrizm de hiç olmadığı kadar ağır bir saldırı halinde!
Haberleri takip ettikçe, çıldırası geliyor insanın, her an vatanımızın birçok köşesinde çatışma haberleri, patlama haberleri, birçok canın ölüm haberleri geliyor. Dünyanın dört bir yanında farklı değil durum. Çin Tianjin’de endüstriyel bölgede bir patlama yüzlerce yaşama mal oluyor. Bakıyorsunuz yerleşim alanları kanuna rağmen yanlış yerde... Ortadoğu’da IŞİD bambaşka yaşamları yok ediyor. Bakıyorsunuz, özgür Batı’dan insanlar katılıyorlar IŞİD’e. Devletlerin güç ve çıkar arayışları insan yaşamının önüne geçmiş, dizginlenemiyor. Ötekileştirme, düşman kılma, kardeşi kardeşe vurdurma günün yükselen trendi olmuş. İçlerine girip baktığınızda kardeşler arasında var olan sevgi, kardeşler ötesine haram.
Oysa insan, nerede yaşarsa yaşasın, hangi din ya da renkte olursa olsun, hep aynı insan. Bir insanın mutsuzluğu, her birimizin mutsuzluğu. Bir ölüm, hepimizin ölümü. Oysa dünya bir gemi, hepimiz aynı gemideyiz. Toplumu hep birlikte yaratıyoruz. Biriz. Fakat fonksiyonlarımız farklı. Bu farklı fonksiyonlarımızı yerine getirmemiz gerektiği için çok görünüyoruz. Düşünün ki dünya bir fabrika, hep birlikte yaşamı üretiyoruz bu fabrikada. Fark ettiğimizde huzura kavuşacağız. Farkındalık kızgınlığın ötesinden gülümseyecek bizlere. Kızgınlığın, öfkenin ve şiddetin bir çözüm getirmediğini anlamamızla başlayacak değişim. Nefret sevginin zıddı değildir. Sevginin yokluğudur. Gururdur, özgüvensizliktir bir anlamda. Ezilmişliktir nefret. Korkudur. Korku da kontrol etmeye zorlar insanı. Oysa ötekileri kontrol ederken kendini kaybeder insan. Azimle çıkılan başarıya yolculuk, hırsın tükettiği bir yenilgiye taşır insanı. Yenilgi korkusu kişinin kendini tüketeceği hırsa dönüşür, hırs nefreti ve yıkımı getirir.
Doğayı kontrol etmek onunla savaşmaktır. Doğanın etkisinde yaşamayı öğrenmek, onun kurbanı olmaktır. Oysa insan, ancak, doğanın kurallarını kavrayıp onunla dans ettiğinde yaşamının hakimi olur. Doğanın bu kuralları da, şefkat ve sevgide olduğunda açılır insanın önünde. Kıyımın değil, yaşamın öncelikli olma halidir. Yaşam coşkusunun, kişinin içinde kıpraştığı haldir. Yaşam coşkusu ile doldukça sevgi ve şefkat artar kişide, kin ve nefret azalır. Sevgi arttıkça paylaşım da artar. Boşunda değildir evrenin Fransızcada ‘univers’ yani ‘birliğe doğru’ anlamında isimlendirilmesi. Şefkattir birliğin tohumu ve bu tohum yüklenmiştir her birimizin içine yaşama adım atarken. Üzeri zamanla ne kadar kirlerle örtülmüş olsa bile, bir potansiyeldir tohum. Kendimizi ne kadar geliştirir, kişisel kaderimizi ne kadar değiştirirsek, toplumsal kaderi de o kadar değiştirmiş oluruz. Şefkati ve sevgiyi paylaştıkça çiçeğe döner gül bahçesi. Ancak, bahçeyi kurmak yeterli değil, onu koruyacak nesilleri de yetiştirmek gerek. Bunun için öğretmek gerek. Öğretmek ise göstermekle olur. Örnek olmak gerek. Savaşın değil paylaşımın; ölüm çığırtkanlığının değil, yaşam coşkusunun örneği olmak gerek. Belki de son sözü, Cenab Şehabettin’e bırakmak gerek: “Yeryüzü suç ile lekeli ise de gök testisi bağışlama ile doludur. Gök testisine bir akacak yol aç, insanlık tamamen temizlensin.”
* Bir özel teşekkür - bu ve birçok yazımda ilham kaynağım, yol göstericim, sevgili İrem Orhon’a bizleri Mucizeler Kursu ile harmanladığı ve varlığı için buradan koskocaman bir teşekkür.