“‘Yahudi kadını’ deyince; genetik kodlamaları almış ve bunun sorumluluğunu bilen, bu sorumlulukla bunu aktarmaya çalışan bir rol modelini düşünüyorum ben. Bu Tevrat’tan da gelen bir şey, kadın figürü çok önemli. Aileyi toparlayan, çocuklarına kimliği aktaran, evi yaşatan, kadın. Kadın, her şeyin merkezi. Yüzyıllardır süren bir aktarımla, her şeye adapte olabilen biri. Modern hayatta da bunu görüyoruz; her şeye, her yeni koşula adapte oluyorlar ama kimliklerinden vazgeçmiyorlar, geleneklerini de sürdürüyorlar. Yahudi anne tiplemesine baktığında dominant bir karakter görüyorsun. Baba varsa da, çocuklar hakkında muhakkak anne karar verir; çocuğunu nasıl eğiteceği, onu nasıl yönlendireceği... Bazen bunun böyle olduğu görülmez ama böyledir. Üstelik bu her yerde böyledir, Aşkenazlarda da ‘Yiddish mamma’ vardır. Daima takip eder, kontrol eder. Müdahalecidir.” ESTER ASA – (RİTA ENDER) - AGOS
Milattan önce 350 civarında, Pers Kralı Ahaşveroş’un sarayına girdi. Ahaşveroş o zamanın Habeşistan’ında, 127 tane eyalete hâkimdi. Yahudilerin de bir kısmı, onun hâkimiyeti altındaki bu büyük bölgede yaşıyordu, çünkü I. Bet-Amikdaş yıkılmıştı, oradan sürülmüşlerdi. Bir gün, Kral Ahaşveroş bir ziyafet veriyor ve karısına “Dans et” diyor. Karısı dans etmek istemiyor. Kral, karısı herkesin önünde ona karşı geldiği için çok kızıp onu öldürtüyor. Sonra Kral’a yeni bir kraliçe arıyorlar. Güzellik yarışması yapılıyor. Bekâr kızlar evlerden toplanıyor. Ester’i de, amcası Mordehay’ın yanından alıp, zorla götürüyorlar. Herkes Kral’ın önünden geçiyor. Kral kimseyi beğenmiyor, Ester’i beğeniyor ve kraliçe olarak onu alıyor. Amcası, Adasa’ya diyor ki “Yahudi olduğunu sakın söyleme.” O da kimliğini saklamak için kendine ‘Ester’ diyor. Ester, Perslerin lisanında ‘yıldız’ demek. İbranicede ise gizli, gizemli anlamındaki ‘astar’dan geliyor. Bu hikâyede de Yahudiliğini sakladığı için gizlilik var. Bütün bunlar ‘Megilat Ester’de (Ester’in Kitabı) anlatılıyor.
(…) Tanımlamamak lazım ama Yahudi kadınların bazı ortak özellikleri var bence. ‘Yahudi kadını’ deyince; genetik kodlamaları almış ve bunun sorumluluğunu bilen, bu sorumlulukla bunu aktarmaya çalışan bir rol modelini düşünüyorum ben. Bu Tevrat’tan da gelen bir şey, kadın figürü çok önemli. Aileyi toparlayan, çocuklarına kimliği aktaran, evi yaşatan, kadın. Kadın, her şeyin merkezi. Yüzyıllardır süren bir aktarımla, her şeye adapte olabilen biri. Modern hayatta da bunu görüyoruz; her şeye, her yeni koşula adapte oluyorlar ama kimliklerinden vazgeçmiyorlar, geleneklerini de sürdürüyorlar. Yahudi anne tiplemesine baktığında dominant bir karakter görüyorsun. Baba varsa da, çocuklar hakkında muhakkak anne karar verir; çocuğunu nasıl eğiteceği, onu nasıl yönlendireceği... Bazen bunun böyle olduğu görülmez ama böyledir. Üstelik bu her yerde böyledir, Aşkenazlarda da ‘Yiddish mamma’ vardır. Daima takip eder, kontrol eder. Müdahalecidir. Tevrat’ta dört annemiz var: Sara, Rivka, Rahel ve Lea. Onlar da böyleler. Çocuklarının hayatlarındaki yönlendirmeler çok önemli ve belirleyici. Olayları çeviren hep kadınlar, anneler, ve bu yönleriyle övülüyorlar. Şabat’ta kadına bu yüzden de övgü sözleri söyleniyor.
Ester Asa (Rita Ender)
http://www.agos.com.tr/tr/yazi/12611/yahudi-oldugunu-sakin-kimseye-soyleme
Matisyahu (Matthew Paul Miller) New York’lu, Yahudi bir müzisyen. Ergenliğinde uyuşturucuyla tanışmış, bir arayışın ardından Hasidik (Ortodoks bir Musevi mezhebi) inancında karar kılmış birisi. 2005’te ilk albümü “Live at Stubb’s” ile adını duyurmuştu. “King Without a Crown” ile listelere bile girdi. Reggae ile dini temalı hikayeler anlatan bir müziği var. Pek beğeniliyor, o günden beri albümler yaptı, festivallere katıldı. Son albümü “Akeda” öncesinde artık Hasidik yaşamı bıraktığını açıkladı. Kendisini barış yanlısı, dindar biri olarak nitelendiriyor.
Festival yönetimi Filistin’e destek veren videoda oynamasını dayatınca Matisyahu kabul etmedi. “Ben müziğime politika karıştırmak istemiyorum” dedi.
Bu onun tercihidir. Eleştirebilirsiniz, niyet okuyup sen zaten İsrail’i destekliyorsun, siyonistsin de diyebilirsiniz. Gerçekten böyle dolabilir ayrıca, bilmiyorum, ilgilenmiyorum. Konu bu değil.
Konu şu: Festival yönetimi olarak “Madem öyle, konserini iptal ediyoruz” diyemezsiniz.
O zaman işin içine sanatçının ifade özgürlüğü girer, mahalle baskısı girer, sansür girer, yasak girer, siyasal linç girer.
Nitekim Matisyahu programdan çıkarılınca olay basına yansıdı. Yansıyınca zincirleme yanlışlar başladı. İspanya hükümeti devreye girdi, girince festival yönetimi kararını geri aldı. Karar geri alınınca bu sefer de diğer sanatçılar gaza gelip o zaman biz boykot ederiz diye olay çıkardı.
Neticede Matisyahu konserini, karşısında Filistin bayraklarıyla duran ve defol git diye bağıran bir kalabalığa verdi. Barış temalı bir reggae festivalinde pek de arzulanmayan bir sahne olsa gerek. Bugün hâlâ festivalin internet sitesindeki programda bu konserin duyurusu yok. Buradan bile festivalin tavrını anlayabilirsiniz.
Matisyahu’nun düşüncesini, kökenini, müziğini biliyorsun. Haydi diyelim ki dediğin gibi Filistin karşıtı bu adam. Eleştir, lanetle her şey serbest ama o halde neden festivaline çağırıyorsun? Çağırıyorsan neden kötü davranıyorsun? Bu nasıl misafirperverlik? Senin gibi düşünmüyor diye susturmak değilse nedir konser iptali?
Öte yandan “barışçıl” sanatçıların “O konser verirse bir çalmayız” demesi ne kadar barışçıldır? Herkes aynı düşünecek, yoksa defolsun gitsin denebilir mi?
Bugün bir Türk sanatçı yurt dışında bir festivale katılsa, kendisine “Şimdi sen Ermeni soykırımını kabul edip lanetlemezsen biz seni sahneden indiririz” denmesi hoş olur mu? “Ben bu toplara girmek istemiyorum şarkı söylemeye geldim” dediğinizde de “Zaten bütün Türkler aynısınız, sen de soykırımcısın” dendiğini hayal edin.
Hadi bu uç örnekleri geçeyim, “Bu filmde yer almak istemiyorum ben, sağolun” diyen Matisyahu, Yahudi değil de Müslüman, Rastafarian, Budist ya da Hıristiyan bir sanatçı olsaydı gene bu tepkiyi çekecek miydi?
İspanya’da yaşanan bu basit örnekten alınacak dersler var. Herkesi aynı şeyi söylemeye, düşünmeye zorlarsan, kişiyi kökeniyle, diniyle, etnik kimliğiyle yargılamaya başlarsan bu yarın gelir seni de vurur.
Konser iptal olmasaydı bu kadar tantana çıkmayacaktı, protesto edenler yine ifade özgürlüğü çerçevesinde protesto haklarını kullanacak ve kendini konserinde özgürce ifade eden Matisyahu’ya bu mesajlarını ileteceklerdi.
Dedim ya, saçmalamak kaçınılmaz.
Mehmet Tez
Naziler’in bütün mallarına ve servetlerine el koydukları Yahudiler arasında Türk vatandaşı olan ama Almanya’da yaşayan kişiler de vardı. Savaşın ardından diğer bazı Avrupa memleketlerini de işgal eden Naziler bu defa o ülkelerdeki Yahudiler’i de ortadan kaldırmaya giriştiler, aynı şekilde önce hem servetleri devletleştirildi, ardından tamamı kamplara yollandı. Soykırıma kurban gidenler arasında Fransa’da yaşayan Türk vatandaşı Yahudiler de vardı.
Bütün bu elkoymalar sırasında Yahudiler’in çok az bir kısmı bir yolunu bulup servetlerini İsviçre bankalarına göndermeye muvaffak oldular, paralarını kurtardılar ama sonra hayatlarını kaybettiler.
Bankalardaki paralar kırk sene boyunca unutuldu, mevcudiyetleri 1980’lerde hatırlandı, bazı gruplar “Yahudi soykırımı” kavramından hareketle İsviçre’ye baskı yaptılar ve bankalara bu hesapların mevcudiyetini kabul ettirdiler.
1990’lardan itibaren Avrupa gazetelerinde İsviçre bankalarındaki unutulmuş hesapların sahiplerinin isimleri listeler halinde yayınlandı. Listede isimleri bulunanların vârislerinden hayatta olanlar veraset belgelerini gösterip Naziler tarafından katledilen yakınlarının paralarını alabildiler.
Listelerde sadece Avrupalı Yahudiler’in değil, bazı Türk vatandaşlarının, yani o senelerde Avrupa’da yaşayan ve Naziler’in hem mallarını, hem paralarını ve hem de canlarını aldıkları Türk vatandaşlarının isimleri de vardı... Ama vârisleri çıkmadığı için gaspedilen paraları İsviçre’de kaldı ve hâlâ orada duruyor!
Murat Bardakçı
Yeni bir akım başlatmışlardı. İsrail’e ait bir ürün olduğu için Coca Cola alınıp yerlere dökülüyor, iplere Coca Cola'lar asılıp idam ediliyor ve ahkam kesiliyor. Bir başka şehirde Coca Cola promosyon dağıtıyor elinde kameralı kendini kendince kahraman ilan eden ürünü boykot eden orada çalışan genç arkadaşlara “yavşak” gibi kelimelerle hakaret eden sonra da ‘yavşak’ kelimesinin asıl anlamını biliyor musun? diye kutsal bir bilge aurası oluşturan insansı ve daha nicesi... Bir de bunları gerçekten edilgen bir eylemmiş gibi paylaşan “helal olsun!” deyip gaza gelen sosyal medyayı altın günü edasında sadece dedikodu ve şehir efsaneleri ile dolduran diğer insansılar...
Peki, alt satırda bulunan listede de aynı tutumu sergileyebiliyor musunuz?
Sanki ülkeniz üretim ülkesi, sanki ülkenizde bir yerli malı furyası varda biz mi bilmiyoruz?
Bir bakalım neler var neler menümüzde mesela;
- Google & Youtube & Messenger'a girmeyin. Boykot ettiğiniz ürünün, boykotunu nerede yaptığınıza dikkat edin!
- Apple ve Microsoft kullanmayın. İçinde bir çok kamera bulunan cep telefonunu kullanmayın, zira ödenecek paralar patent hakkından dolayı İsrail'e gidecektir.!
- Şeker diyabet hastası iseniz yakınlarınız varsa insülin kullanmayın!
-Diyaliz hastanız varsa durmayın hadi hadi hemen çekin fişini!
-Röntgen emar makinalarını asla kullanmayın!
-Kanser ilaçları kullanmayın çünkü ya İsrail ya da Yahudi buluşudur!
-Ha unutmadan bluejean yani kot sakın ha sakın giymeyin çünkü kurucusu Levi Strauss adında göçmen bir musevidir!
Özge Alpdoğan
Al-Monitor’un sorularını yanıtlayan Sarouf şöyle konuşuyor: “David Ben-Gurion devleti kurduğunda bu devletin bir eritme potası olmasında, herkesin İbranice konuşmasında ısrar etti. Ancak herkes geldiği yerin kültürünü korudu. Dolayısıyla bugün çok farklı müzik tarzlarımız var. Ben şarkı gecelerine Akdeniz müziğini kattım ve onu IDF topluluklarının şarkılarıyla, devleti kuran öncülerin şarkılarıyla harmanladım.”
İsrail’de çok sevilen bir tarz olan Akdeniz müziğine yer vermeyen mekânlar bile tıka basa doluyor. Örneğin birkaç haftalık aralıklarla her seferinde farklı bir kentte, farklı bir temayla düzenlenen Bubizemer şarkı geceleri gençler arasında büyük rağbet görüyor.
(…) Ancak geçmişe özlem sadece bireysel değil ulusal bir duygu. Sarouf bu konuda şöyle diyor: “Bu devlet birliktelik temelinde kuruldu. İnsanlar dünyanın dört bir yanından geldi, gelirken de geleneklerini, şarkılarını getirdi. Beraberce burada bir şey inşa ettiler. İnsanlar şarkı söylerken sanki ‘Buradaydık ve burada kalacağız.’ diyor. Şarkılar insanları bir araya getiriyor. Ben bu gecelerde başlangıç günlerine özlem duyuyorum, bu ülkenin yeni doğduğu günlere. Şarkı söylemek daha derin bir şeylerle bağ kurmanın yolu.”
Eşi Gila ile birlikte şarkı gecelerinde sahne alan Eyal Cohen de şöyle diyor: “Bu halkın parçası olduğunu hissetme arzusu da insanları motive ediyor. Eski şarkılar bizi İsrail’in o güzel, eski günlerine götürüyor, ortak bir hikâyemizin olduğu, insanların birbirini sevdiği günlere.”
Hacohen de şöyle devam ediyor: “O günlerde radyo ve televizyon yoktu. İnsanların duyduğu tek ses keçilerin, eşeklerin sesiydi. Şarkı bir ilham kaynağıydı. Akşamları çınar ağacının altında toplanılır, hep birlikte şarkılar söylenirdi. İnsanlar şarkıları ceplerinde taşıdıkları not defterlerine yazar ve onları yanlarından ayırmazdı. Bu defterler dua kitabı muamelesi görürdü. O günlerin dua kitabı bu defterlerdi. İnsanlar akşam tarladan dönünce toplanıp şarkılar söylerlerdi. Beraberlik duygusunu böyle yaşarlardı. Bu şarkılar onların dualarıydı, özlemleriydi. İsrail topraklarına göçen bu insanlar evlerini, anne babalarını, ailelerini bırakıp gelmişlerdi. Gelirken baba ocağının ezgilerini de getirdiler ve onlara söz yazdılar. Örneğin (sevilen İsrail şarkısı) ‘Hava Nagila’ bir zamanlar Hasidik bir ezgiydi.”
Bugün şarkılar artık kitap hâlinde basılıyor, halk müziği gecelerinde sözler herkesin izleyebileceği şekilde projektörlerle duvarlara yansıtılıyor. Bu etkinlikler İsrail toplumunun tek kültürel seçeneği de değil ama anlaşılan karşıladıkları ihtiyaç bakımından fazla bir değişiklik olmuş değil.
Yıllar geçtikçe ve İsrail toplumu farklı kesimlere, sınıflara bölündükçe halk müziği gecelerinin anlamı da artıyor. Görünen o ki ortak bir ülkünün belirgin olduğu, insanların bu ülkü etrafında birleştiği günlere özlem giderek büyüyor. Bir müzik grubunda yer alan ve şarkı gecelerinin tutkunu olan Nili Kipperman’ın dediği gibi tüm bunlar geçmişe özlemi de depreştiriyor. Kipperman şöyle diyor: “Ben laik bir insanım. Bu şarkılar da halk müziği söylemek de benim için dua etmek gibi. Duanın ikamesi bir nevi. Sözlerle, ezgilerle bağ kurabiliyorum, geçmişe özlemi hissedebiliyorum. Tüm bunlar tıpkı şarkılar gibi benim ayrılmaz bir parçam.”
Nurit Canetti
Netten okumalar
http://www.zaman.com.tr/yorum_azinliklar-sosyal-medyada-ne-kadar-ozgur_2312729.html
https://gaiadergi.com/bir-azinlik-sorunu-olarak-aidiyet-ve-edebi-eserlere-yansimasi/
http://ankarali-22.blogspot.com.tr/
http://www.radikal.com.tr/turkiye/60_yil_sonra_turkiyeden_talep_yuzlesin-1424551
Netten seyredin
https://www.youtube.com/watch?v=t4pX8zwjcdY
https://www.youtube.com/watch?v=NsDbzyqrCC0
https://www.youtube.com/watch?v=NNavXYxo_4U
http://www.cnnturk.com/video/dunya/cnn-turk-ekibi-negevde
https://www.youtube.com/watch?v=noVVlZIBylw&feature=youtu.be
https://www.youtube.com/watch?v=N1WrOALDC1A
Takılan Tweet’ler
Gökhan Bacık @GokhanBacik 29 Ağu
Dış politikada sıkıştıkça İsrail'le açılım yapmak planı... Sıkışınca dış politik açılım yapmanın açmazı sıkıştığını başkalarının bilmesidir.
Haliç Postası @HalicPostasi 27 Ağu
Es el Saray:GÜNAHKARLAR #ladino ilan,1941
Haliç Postası @HalicPostasi 27 Ağu
Roba de Novyedad... #ladino ilan, 1967
Lisya Kalma Patir @lisyakalma
Yahudi bir kadın börekitas yapmayı bilmiyorsa o aile dağılmaya mahkumdur
alicankrüger @krugerovic 25 Ağu
tres ijas i una madre mala vida para su padre /// "üç kız bir anne, baba için kötü hayat demektir" (ladino atasözü, ilginçmiş)
OrionBulutsusu @Fadobiryan 29 Ağu
'Balıkçı Dili' olarak bilinir. Sefarad Müziği Ladino ve Yahudiceden meydana gelmiş; genellikle kadınlar tarafından söylenmiştir.