Suriye’de ibre kimin lehine dönüyor? Gelişmeleri değerlendirmek üzere İbrani Üniversitesine bağlı Truman Enstitüsü uzmanlarından Micha’el Tanchum ile görüştük.
Türkiye İncirlik Üssünü koalisyon güçlerinin kullanımına açmasıyla IŞİD’le mücadelede yeni bir evreye geçildi. Öte yandan, diplomatik temasları yoğunlaştıran taraflar, Suriye’de çözüm için ortak bir çıkış yolu arayışında. Peki, 4 milyon kişiyi ülkeden kaçmaya zorlayan savaş dördüncü yılını yarılarken Suriye’de ibre kimin lehine dönüyor? Gelişmeleri değerlendirmek üzere İbrani Üniversitesine bağlı Truman Enstitüsü uzmanlarından Micha’el Tanchum ile görüştük.
Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öncelikle Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkilerinin, AKP’nin 13 yıllık iktidarı boyunca ciddi bir değişimden geçtiğinin altını çizmek gerek. Bu sapmaların Türkiye’nin Ortadoğu’daki stratejik duruşunu yıprattığı sır değil. Şimdi sorunu düzeltmek için atılan adım, Suriye’nin kuzeyinde İslamcı ve İslamcı olmayan muhalif güçleri tek bir koalisyon altında toplamayı amaçlayan ‘Güvenli Bölge’ projesi. Ancak bu güçlerin Türkiye’ye herhangi bir bağlılıkları yok. Ankara bugüne dek Suriye’de vesayet güçleri kullanmada başarılı olamadı. Bu güçler daha çok Katar ve diğer Körfez ülkelerinin sunduğu kaynaklardan yararlanıyor. Dolayısıyla bu yaklaşımın Türkiye’nin ulusal çıkarlarına hizmet edeceğine dair bir kanıt görmüyorum. Türk ordusu da haklı olarak Suriye’ye girmek konusunda tedbirli davranıyor.
Türkiye’nin İncirlik Üssünü koalisyon güçlerinin kullanımına açma kararını IŞİD’le mücadelede oyun değiştirici olarak görüyor musunuz?
Taktik açıdan coğrafi koşullar göz önüne alındığında yardımcı olacaktır. IŞİD karşıtı koalisyona bağlı uçaklar çatışma bölgelerine 15 dakikadan kısa bir sürede varabiliyor. Bu da IŞİD’e karşı karada mücadele veren güçlere havadan desteği verimli kılacaktır.
İran’la yapılan nükleer anlaşmanın ne gibi sonuçları olacak? İran’ın izlediği bölgesel dış politikada bir ılımlaşma işareti var mı?
Nükleer anlaşma, İran daha akılcı bir şekilde ekonomisini yönetmeye karar verdiği takdirde, ülkenin yabancı sermaye ile dolup taşacağı anlamına geliyor. Kendi halkının daha iyi yaşam şartlarına yönelik beklentilerini karşılayabilmek için İran bunu yapmak zorunda. Aynı zamanda İran’ın askeri kanadının ekonominin büyük bir kısmını elinde bulundurmasından kaynaklı kayırmacılığın endüstriye zarar verdiğini ekleyelim. Bu çelişkiler aşılabilirse, İran bölgenin ekonomik lokomotifi haline gelir. Batı, İran’ın ekonomiye entegrasyonunun ülke içindeki reform yanlısı liberal grupları güçlendireceğini umuyor. Bu umut stratejiden çok kumar gibi. Batı’nın ülkeye yapacakları ticari yatırımlarını kullanarak İran’ın bölgesel hegemonyasını genişletmesini nasıl engelleyebileceğini görmek zor.
İran ve Türkiye’nin bölgesel Kürt politikalarını kıyaslarsak, ne gibi farklılıklardan bahsedebiliriz?
Öncelikle bölgedeki Kürt nüfusun büyük bir bölümünün Türkiye’de yaşadığını hatırlatalım. Ayrıca, Türkiye’deki Kürtlerin toplam nüfusa oranı da İran’daki Kürtlerin nüfusa oranından fazladır. İran’daki son seçimlerde Kürtlerin dörtte üçü Ruhani’nin başkanlığını desteklemişti. İran’la nükleer anlaşmanın verdiği güçle Ruhani eline geçen siyasi sermayeyi bu desteğe karşılık vermek için kullandı. Anlaşmanın ilanı sonrası ilk ziyaretini İran’daki Kürt bölgesine yaptı. İran en azından Kürtçe eğitimin yaygınlaştırılması gibi birtakım sembolik jestler yapacaktır. Bu yaklaşım, aynı zamanda, Türkiye kendi Kürtleriyle kavgalıyken, değerli bir propaganda aracı vazifesi görüyor.
Türkiye’nin bölgedeki zorlu pozisyonu göz önüne alınırsa, Kürt nüfusuyla barışık olması gerekir. Gerek Yavuz Sultan Selim, gerekse Mustafa Kemal Atatürk, Doğu Anadolu’yu işgalcilere karşı savunmayı başarmıştı; çünkü Kürtlerle ittifak yapmışlardı.
Peki, yakın gelecekte Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürdistan öngörüyor musunuz?
Eğer Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (KRG) siyaseten tutarlı davranır, kendisine yetecek enerji geliri sağlar ve Tahran ile Bağdat’ı caydıracak hava gücü geliştirebilirse bağımsızlığını kazanabilir. Bence bir ya da iki yıl içinde bir referandum yapılabilir. Saymış olduğum bu üç faktör bağımsızlık ilanının zamanlamasını belirleyecektir.
Sizce İsrail Suriye’de mücadele veren IŞİD karşıtı koalisyona bir şekilde dahil olur mu? Veya sınır güvenliğini tehdit eden durumlar İsrail’i savaşa çekebilir mi?
İsrail’in IŞİD karşıtı koalisyonun resmi bir üyesi olacağını düşünmüyorum. Ama sınırlarını korumak noktasında çoktan çatışmalara dahil olmuş durumda.
Sizce IŞİD’e karşı savaşta başarı mümkün mü? Değilse, IŞİD’i ileriki dönemde ABD ve diğer bölgesel aktörlerle masaya oturacak meşru bir muhatap olarak görecek miyiz?
IŞİD’e bölgedeki tüm devletler karşı. Geçici bir dönem için bile olsa Arap devletleri arasında İran ve Şii milislere karşı ortaklık kurulmasını teşvik edecek. Kürtler Batı’nın hava desteğiyle IŞİD’e karşı karada etkin bir savaş gücü olduklarını kanıtladılar. IŞİD’le mücadelede iki önemli noktadan birincisi, IŞİD’in halen izole edilmemiş olması. Yani IŞİD bölgedeki aktörlerden destek almaya devam ediyor. Sınırların kontrol edilmesi lazım. İkinci nokta ise sahada yeterince güvenilir kara gücü olmayışıdır.
Foreign Affairs tarafından ağustos ayında yayınlanan makaleniz oldukça ses getirdi.* Makalede Türkiye’nin “stratejik kabusu” olarak nitelediğiniz bir senaryodan bahsediyorsunuz. Biraz değinebilir misiniz?
Türkiye’nin, PYD ve/veya PKK’yı İran’la işbirliğine ittiği takdirde çok daha yüksek bir bedel ödemek zorunda kalabileceğine işaret ediyorum. Makalemde bahsettiğim Ankara’nın stratejik kabusu budur. PKK ve Irak’taki Kürdistan Yurtseverler Birliği (PUK) gibi dost partilerin oluşturduğu, İran-Irak sınırından, Mahmur, Kanakin ve Sincar’ı içine alacak bir Kürt koridorunun hayata geçmesi… Böylesi bir senaryoda Türkiye’nin güneydoğusu mevcut durumundan daha kötü olur. İran’ın PKK’ya doğrudan desteği, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bölgeyi kontrol altına almasını zorlaştırır. O zaman PKK gerçek anlamda alternatif bir devlet yapısı oluşturabilir. Dahası, İran’ı arkasına almış bir yapı olacaktır bu.
Eğer Ankara hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan ile özerklik konusunda anlaşmaya varabilmiş olsaydı, Kürdistan nüfusunun üçte ikisi Ankara güdümlü PKK/PYD konfederasyonunun hâkimiyeti altında olurdu.
Öcalan’ın konfederalist ajandası göz önüne alınırsa, Ankara ile PKK arasında herhangi bir uzlaşma, KRG ve Rojava’nın Büyük Kürdistan’ın de-fakto uydu devletleri olacağı ve Türkiye’nin güneydoğu sınırlarında tampon bölge görevi göreceği büyük stratejiyle sonuçlanabilir.
Ancak zaman Türkiye’nin lehine işlemiyor. Yeni nesil Kürt militanlar yakında PKK’nın merkez kontrolüne itaat etmemeye başlayacak. Çatışmanın doğası değişmekte ve bu şekilde devam ettiği takdirde Ankara sorunun çözümü için karşısında müzakere edecek muhatap bulamayacağı gibi sahada daha zorlu bir düşmanla karşı karşıya kalacak. Bunun Türkiye’ye maliyeti bugün yaşanan maddi manevi kayıplardan kat kat fazla olacaktır. Hem ekonomik gelişim hem de sosyal ilerleyişi bundan zarar görür.
Ankara ve PKK ‘Dolmabahçe yol haritasına’ geri dönebilirse- ki bunun için Türkiye sınırları içindeki militanların tahliyesi üzerine uzlaşma sağlanması gerekir- Türkiye, I. Selim ve İdris Bitlisi zamanındaki gibi Kürtlerle bir takım oluşturabilir.
https://www.foreignaffairs.com/articles/turkey/2015-08-05/rojavas-witness