Gün ışığına çıkan 6 – 7 Eylül fotoğrafları

Gazeteci/Araştırmacı Serdar Korucu’nun Dimitrios Kalumenos’un objektifinden ‘6 – 7 Eylül 1955’ kitabı 11 Eylül’de kitapçılarda yerini aldı. Kitap, 6 – 7 Eylül’e dair daha önce Türkiye’de hiç görmediğimiz fotoğraflardan ve bu fotoğrafların arkasında yaşananları daha iyi anlayabilmek, hissedebilmek için derlenmiş anlatılardan oluşuyor. Serdar Korucu ile kitabı ve diğer çalışmalarını konuştuk

Işıl DEMİREL Toplum
17 Eylül 2015 Perşembe

1955 yılında Ekümenik Patrikhane’nin resmi fotoğrafçısı olarak görev yapan Dimitrios Kalumenos, 6 – 7 Eylül tarihlerinde İstanbul’da gerçekleşen, 22 kişinin ölümüne, yüzlerce insanın zarar görmesine, tecavüze, talana, yıkıma sebep olarak geriye korkunç bir bilanço bırakan milliyetçi saldırıları çektiği fotoğraflar ile belgeleyebilen yegâne insanlardandır. Olayların fotoğraflanmasına engel olmak üzere çıkarılmış askeri yasağa rağmen binlerce fotoğraf çekmeyi başaran Kalumenos, 1958’de bu fotoğraflar sebebiyle tutuklanır, hapse atılır, işkence görür ve sonunda ‘Türkiye Cumhuriyeti Düşmanlığı’ suçu ile sınır dışı edilir.

Sınır dışı edilmesinin ardından bu fotoğrafların bir kısmını Atina’da ‘The Crucifixion of Christianity: The Historic Truth Of The Incidents of September 6 – 7 1955 in Constantinople’ (Hristiyanlığın Çarmıha Gerilişi: İstanbul’da Yaşanan 6 – 7 Eylül Olaylarının Tarihi Gerçekleri) adı ile yayınlar. Bu büyük arşivin ancak bir kısmı bu yayında basılabilmiştir. Ve olayların 60. yılında Serdar Korucu’nun emekleri ile Kalumenos’un arşivi Türkiye’de de gün yüzüne çıkar. Serdar Korucu ile 6 Eylül’ü 7 Eylül’e bağlayan o geceye dair gerçekleri ve talanı, Kalumenos’un fotoğraflarıyla anlattığı kitabını konuştuk. 

Serdar kimdir? Ne yapar bu hayatta?  

Çalışır. 2000 yılıydı çalışmaya başladığımda. Program, haber merkezleri, ana akım, cemaat gazeteleri… Durmadan, neresi varsa çalıştım. 15 yılın sonunda 16 işyeri eskittim diyebilirim. Bunun dışında da araştırır, sorgular, öğrenirim. Aklıma soru işaretleri takılınca onların peşinden giderim. Benim derdim soru işaretleridir, cevaplar değil. Sonra o soru işaretlerinin peşinden giderken o yolculuk bana yepyeni kapılar açar. 

Bomontili olduğunu ve orada büyüdüğünü biliyorum. Bomonti’nin aklına takılan bu soru işaretlerine etkisi var mıdır acaba?

En şanlı olduğum şey bu hayatta, Bomonti gibi bir yerde büyümüş olmak. Yaşadığım yerde Yahudi de vardı, Yehova Şahidi de vardı, Ermeni de. Kültürlerin ortasında büyüdüm bu vesileyle. Yaşadığım semtte Hamursuz ya da Paskalya bayramları Ramazan bayramı gibiydi. Hamursuz geldi, Paskalya geldi ilanı görebilirsin marketlerde. Paskalya çöreği olağandır. Ve aslında Türkiye’yi öyle renkli zannedersin. Hani herkesin anlattığı Yahudi, Ermeni komşuları vardır ya... Bomonti başlı başına öyledir zaten.

Çocukluğunda tanıştığın o renkli Türkiye’ye yani Türkiye’nin ‘azınlık’ addettiği gruplara dair ilk çalışman değil bu. Biraz bundan önceki çalışmalarını da anlatır mısın? Nasıl başladı bu serüven?

Meslekteki 7. yılımda Dink suikastı ile uyandım diyebilirim. Ondan öncesinde böyle bir merakım olduğunu söyleyemem. Hatta bu konulara da bir hayli uzaktım. Daha doğrusu bu konuları işlemem gerektiğine dair bir hissiyatım yoktu. Hatta bu konulara dair ses çıkartılması gerektiğine dair bir ihtiyaç olduğunun da farkında değildim. Ve Dink suikastıyla birlikte değişti bu. Çünkü Hrant Dink, benim için çocukluğumun kırtasiyesinin sahibiydi. Beyaz Adam, benim için çocukluğumdu. Bütün defterlerim, pul koleksiyonum herşeyim oradan alınmıştır neredeyse. Mesleğe başladığımda da Ermenilerle ilgili konularda akıl danıştığım büyüğümdü. Dink’le birlikte onu, çocukluğumdan bir parçayı da kaybetmiş gibi oldum. Ve bir yandan da tabii azınlık toplulukların toplumun geri kalan kesimlerinden daha derin problemleri olduğunun farkına vardım. Ve başladım.

Neydi ilk çalışman?

İlk çalışmam en geniş azınlık toplumu üzerineydi. Yani Kürtler. O dönem Türk Silahlı Kuvvetleri, teröre karşı kitlesel eylemler yapılmasını istiyordu. Bu sebeple Kürt mahallelerine giren, saldıran gruplar ve kitlesel eylemler vardı gündemde. Bu sebeple ben de olan biteni çalışmak, anlatmak istedim. Önce araştırmayla başladım, sonra bölgeyi ziyaret ettim. Diyarbakır, Batman, Van ve Urfa’yı gezdikten sonra Andrew Finkel, Nicole Pope, Hüsnü Mahalli gibi yabancı gazetecilerle konuşarak bir çerçeve çizmeye çalıştım. İşin özel yanı çok geniş bir yelpazede yabancı gazeteci ile konuşarak örnekleri arttırmaya çalıştım. Lübnanlı, Azerbaycanlı da vardı yelpazede, Amerikalı da, Bulgar Türkü de, Avrupalı da. Bu iş 2009’da basıldı.

2013’te ilgi alanım Suriyeli mültecilerdi. Savaşın ikinci yılıydı, mülteci akını hızlanıyordu ancak konuşulmuyordu. Onda da Kürt, Arap, Türkmen, Hıristiyan aileler ile görüşerek mülteci hayatı üzerine aile hikâyeleri çıkarmıştım. Fotoğrafçı Kerem Yücel ile birlikte Hayata Destek Derneği sayesinde yürüttüğümüz bir çalışmaydı bu. ‘Suriye Yerle Bir Olduktan Sonra’ adıyla dernek desteği ile basıldı daha sonra da sergi oldu.

2014 yılında ise Aris Nalcı ile beraber Ermeni Kültür Derneği’nden 1965 kitabını çıkardık. Orada da Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı tartışılırken dünyada anmaların yapılmaya başlandığı yılı ele alalım dedik ve Türkçe ve Ermenice gazetelerdeki yansımalarını derledik.  

Ve bugüne gelelim; bizi 60. yılında 6 – 7 Eylül’ün daha önce hiç görmediğimiz fotoğrafları ile buluşturdun. Bu proje nasıl oluştu?

Kalumenos’un fotoğrafları ve bu fotoğraflardan oluşturduğu kitabı konuyla ilgilenen hemen herkesin bildiği bir konudur aslında. Ancak Türkiye’de bu fotoğrafların yayınlanması bir ilk. Benim bu fotoğraflara ulaşmam ise Patrik Bartholomeos’un yakınındaki isimlerden, gazeteci fotoğrafçı Nikolaos Manginas’ın katkılarıyla oldu. Manginas’ın, Dimitrios Kalumenos’un kızından fotoğrafların Türkiye’de yayımlanmasına izin almasıyla bu proje başladı. Tabii dediğim gibi bu fotoğraflar aslında yalnızca Türkiye için bir ilk. Çünkü bunların bir kısmı Yunanistan’da 1966 yılında yayınlanmıştı. Fotoğrafları çeken Patriklik fotoğrafçısı Kalumenos, 1958’de sınır dışı edildikten sonra, 1966 yılında Atina’da İngilizce ve Yunanca olarak ‘Hristiyanlığın Çarmıha Gerilişi’ adı ile bu arşivin bir kısmını yayınlamıştı.

O tarihte Patrikhane fotoğrafçısı Kalumenos ve bu fotoğraflar yüzünden aslında sınır dışı edilecek daha sonra bildiğim kadarıyla. Ama merak ettiğim ne iş yapar Patriklik Fotoğrafçıları?

Patrikhane’nin etkinliklerini ve özellikle Patrik’in katıldığı toplantı, ayin ve organizasyonları fotoğraflayan kişilerdir bu fotoğrafçılar. Bu kişiler aynı anda gazetecilik de yapabiliyorlar. İşin güzel yanı Patriklik fotoğrafçısı olduğu için olayların ardından Patrik’in yıkıntılar arasında bir pozunu fotoğraflayabilmiş olması. Başka biri için mümkün olamayacak bir an çünkü bu. Patrik bir başkasına bu pozu vermeyebilir.

Bu arşivi kıymetli kılan da bu gibi aslında pek çoğumuzun tanık olamayacağı ‘içeriye ait’ pek çok fotoğraf barındırması. Bu arşivden biraz bahsetsene. Neler var görmediğimiz?

Bu arşivde bizim görmediğimiz bir hayli fotoğraf var aslında. Bugüne kadar biz hep “zengin azınlık” miti üzerinden Beyoğlu’ndaki dükkânlarının ve zenginliklerinin yağmalanışını gördük yayınlanan fotoğraflarda. Hâlbuki 6 – 7 Eylül bu toplumların tüm kesimlerine yönelik bir saldırıydı. O kadar geniş bir pogromdu ki bu mezarlıklar ve ibadethaneler dahi hedef alınmıştı. Üstelik bunların bir maddi getirisi de yoktu. Kalumenos’un fotoğraflarını ilginç kılan bugüne dek yalnızca acı bilançolarda görebildiğimiz, rakamlarla bildiğimiz gerçekleri belgeliyor olması. Yaklaşık 1500 fotoğraflık bu arşivde mezarlıklar, ticarethaneler, ibadethaneler, evler, işyerleri yani hem sivil hem de ruhani hayata dair dönemin Rum mekânlarının neredeyse tamamı var. Tamamı zarar görmüş, tahrip edilmiş, yıkılmış.

Çok etkileyici bunları görebilmek tabii. Ama kitap yalnızca Kalumenos’un fotoğraflarının gün ışığına çıkışı ve bu arşivin Türkiye ile buluşmasından ibaret değil.  Biraz da senin katkılarından bahsedelim.

Benim yaptığım yalnızca fotoğrafların, Kalumenos’un kadrajının dışında kalan boşluğu doldurmaktı. Fotoğraflar bize önemli bir pencere açsa da mesela Şişli Mezarlığı’nda yaşanan faciayı anlatılar tamamlayabiliyor. O anlatılardan birinde yeni gömülmüş bir naaşın çıkarılıp karnına Türk Bayrağı saplanması var. Bunu aktarmak için anlatılar önemliydi. Benim yaptığım da bunları bulup çıkarmak oldu. Biz bu kitapta bir çerçeve çizmeye çalıştık. Bugüne kadar hep failler konuşuldu aslında. Oysa beni 6 – 7 Eylül’ü kimin yaptığından çok ilk olarak o gece gerçekten neler olduğu ilgilendiriyor. Bu kitapta bunu anlatmanın bir yolu. Anlatılar, tarihi metinler, Yassıada Duruşma Tutanakları, çeşitli anı kitapları, edebiyat eserleri gibi geniş bir literatürden faydalanarak o geceyi anlatmaya çalıştım bu kitapta.   

Peki, merak ediyorum sen 6 – 7 Eylül Olaylarını ilk ne zaman duydun, öğrendin?

İlk kez herhalde aile tarihinde duymuşumdur. Her İstanbullu aile gibi benim aile tarihimde de bu vardı. Çok üstünde konuşulmazdı. Ebeveynlerimin çocukluk yıllarında yaşanmış kötü olaylar denir geçilirdi. Ailem bugün artık rakamlarla ispatlanan ama belki de toplumun bir bölümünün hâlâ alışamadığı bir gerçeği o zamanlarda anlatıyorlardı; tüm Rumlar 1955’te gitmemişti. Rumlar vardı diyorlardı. Tabii çok küçüktüm hayal meyal hatırlıyorum. Gazetede okudum sonraları. Babama sorduğumu hatırlıyorum bir defasında. Biz bu olaylar sırasında neredeydik? Ne yapıyorduk? Önce içimi rahatlatmak istedim. Güvende miydik? Başımıza ne geldi? Tabi çok yanıt aldığımı söyleyemeyeceğim. Sonraları ise konu üzerinde çalıştıkça daha fazla öğrendiğim de taşıması ağır bir yük.

Senin bir hayli uzun zamandır bu fotoğrafları merak ettiğini biliyorum. Ve gelip seni bulmasına ne kadar mutlu olduğunu da. Bu arşivin tamamını gördüğünde ne hissettiğini, ne düşündüğünü sorsam?

Bugünden o fotoğraflara baktığımda gördüğüm ilk manzara bana ister istemez Irak’taki ya da Suriye’deki durumu yani biraz IŞİD’i hatırlatıyor. Ve benzeri manzarayı doğup büyüdüğünüz şehrin geçmişinde var olduğunu öğreniyorsunuz. Yıkılmış, yakılmış kiliseleri yani. Bugün nasıl din adı altında yapılıyorsa o zaman da insanlar ‘görev’ bilinci ile hareket ediyorlardı. Tek fark din değil devlet içindi ve ‘vatanseverlik’ olarak düşünüyorlardı. Ekonomik temelli bir hareket de değildi sadece. 6 – 7 Eylül’de orta ve orta üst sınıf insanların da bu pogroma katıldığını görüyoruz. ‘Kötülüğün sıradanlığı’ çıkıyor karşınıza. Bunun bir benzerini son dönemde Doğu’daki savaş nedeniye ülke geneline yayılan gerilimde de görüyoruz. İşin acı yanı 6 – 7 Eylül’ün ruhu sona ermemiş.

Bu kitapta Kalumenos’un arşivinin yalnızca kiliseler ve mezarlıklardan oluşan fotoğraflarını kullandın. Bu fotoğraflar ve derlediklerinle bizlere kutsalların tahrip edilişini gösterdin. Arşivin geniş yelpazesine ait başka projeler olacak mı? Serdar Korucu’nun bundan sonra karşımıza çıkacağı yeni projeleri var mı?

Tabii. Bu zaten 1. cilt. İstos Yayın ile bu seriyi devam ettirmek istiyoruz. Yine 6 – 7 Eylül’ün konuşulmayan ve Kalumenos’un objektifine takılan farklı odaklar sunmayı planlıyoruz okuyuculara.  Bunun dışında bir de hasar bilançosunda yer alan ancak üzerinde pek az konuşulan bir konu var gündemimde: Yahudiler. Aslında 2013’te Fatih Çavuşoğlu’nun yayınlanmamış bir doktora tezini referans alarak bir makale kaleme almıştım. İzmir’de Yahudilerin 6 – 7 Eylül’de neler yaşadığını anlatmaya, hatırlatmaya çalışmıştım. Şimdi yapmak istediğim ise 6 – 7 Eylül’de Yahudilerin tam olarak ne yaşadığı. Tahrip edilen sinagog, zarar gören insanlar, topluluğa ait zarar gören mekânlar... O gece neler yaşandı bir de onların perspektifinden anlatmak istiyorum. Bir hayli uzun zamandır üzerinde düşündüğüm, çalıştığım, okuduğum bir konu bu. Yakın zamanda okuyucu ile buluşturmak istediğim bir iş.   

 

Fotoğraflar için tıklayın