Yeni Ortadoğu denklemi: Rusya-İran-ABD üçgeni

Ekonomik yaptırımlar ve düşen petrol fiyatlarına rağmen Rusya, Suriye’de Beşar Esad iktidarını korumaya yönelik kapsamlı bir askeri yapılanmaya girişti. Bir taraftan hava üssü kurarken, gönderdiği hatırı sayılır sayıdaki silah, askeri teçhizat ve danışman kadrosu ile savaşa doğrudan müdahil olabileceğinin sinyallerini veriyor. Gelişmeleri değerlendirmek amacıyla Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) Avrasya Araştırmaları Merkezi uzmanı Kerim Has’la konuştuk. Rusya’nın Suriye hamlesini nasıl okumalıyız? Rusya’nın Suriye’ye askeri desteği Türkiye’nin bölgesel çıkarlarıyla çelişiyor mu? İkili ilişkiler nasıl etkilenir? İşte görüşmemizden derlediğimiz satır başları.

Selin NASİ Söyleşi
30 Eylül 2015 Çarşamba

İsterseniz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz haftaki Moskova ziyaretinden başlayalım. Ziyaret iki tarafın da beklentilerini karşıladı mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya ziyareti bildiğiniz üzere Moskova’da restore edilen cami açılışı nedeniyle gerçekleşti. Putin’in açılışa katılımıyla Kremlin’in bir anlamda özelde Kırım Tatarları da dahil Rusya’daki Müslümanlara, genelde ise İslam dünyasına sembolik de olsa pozitif bir mesaj verdiği ve IŞİD’le artmakta olan Kafkaslardaki radikal akımların önüne sınırlı da olsa bir set çekmeye çalıştığı söylenebilir.

Putin-Erdoğan görüşmesi bağlamında meseleye bakıldığında ise öne çıkan iki husus bulunuyor. Birincisi, son aylarda Rusya’nın Esad rejimine artırdığı askeri-teknik destek her açıdan Ankara’nın Suriye’de izlediği politikanın sonuç verme olasılığını büyük ölçüde sonlandırıyor. Rusya, IŞİD’le mücadele bağlamında Şam’a askeri desteğini artırarak, bir yandan Esad’ın daha uzun süre iktidarda kalmasının yolunu açarken, diğer yandan da Ankara’nın bölgedeki ulusal güvenlik çıkarları noktasında geri adım atmasını zorlayacak şekilde Kürt gruplarla işbirliğini güçlendiriyor. Moskova’nın IŞİD’le mücadele planı yeni Ortadoğu denkleminde Ankara’nın etkisini büyük ölçüde yitirerek Rusya-İran-ABD üçgeninin pekişmesini netice verebilir. Nitekim muhaliflere yönelik eğit-donat programının yeterince başarılı olmaması sebebiyle Washington’dan son dönemde gelen açıklamalar da bunu teyit eder nitelikte. Muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan da cami açılışına katılarak geziyi, Rusya’nın bu planının içeriğini ve amacını daha net bir şekilde öğrenebilmek ve Türkiye’nin de ulusal çıkarlarına negatif yansımalarını en üst düzeyde Moskova’ya iletebilmek için değerlendirmek istedi.

 

Peki Türk tarafının ilettiği talepler nasıl karşılandı? Uzlaşmadan söz etmek mümkün mü?

Görüşme sonrası yapılan açıklamalarda henüz tam anlamıyla bir konsensüsün sağlandığını ve Ankara’nın önceliklerinin Kremlin tarafından da paylaşıldığını söylemek zor. Zaten Putin-Erdoğan görüşmesi sonrası -önceki zirvelerden farklı bir şekilde- ortak basın toplantısının yapılmaması da görüş farklılıklarının büyük ölçüde korunduğuna işaret. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Suriye krizindeki geçiş sürecinde Esad’la bir miktar daha yol alınabileceğine dair son açıklaması ise kayda değer. Kremlin’in Esad rejimine askeri desteğin devamı noktasındaki kararlı tutumunun Ankara’yı Suriye’de taktiksel manevralara ittiği, hatta zorladığı görülüyor. Bu değişimin stratejik düzeye ne şekilde evrileceğini ve sahada Esad rejimiyle savaşan gruplara verilen desteği ne ölçüde etkileyeceğini ise hep beraber göreceğiz. Bu noktada, ilerleyen aylarda Rusya’yla Suriye konusundaki siyasi ve diplomatik angajmanın devam ettirilmesi Ankara açısından daha hayati öneme sahip olacak. Bölgede IŞİD terör tehdidinin mezhepsel ayrılıklarla beraber Kürt temalı bağımsızlıkçı hareketleri de tetiklemesi, ulusal güvenlik çıkarları açısından Türkiye’nin Ortadoğu’da nüfuz mücadelesine giren bütün küresel aktörlerle diyaloğunu sağlam tutmasını gerektiriyor.

Putin-Erdoğan görüşmesinin ikinci ana konusunu ise Türk Akımı’ndaki muhtemel gelecek senaryoları oluşturdu.

 

Türk Akımı yakın zamanda durduruldu? Bunun Suriye’deki gelişmelerle bağlantısı var mı?

Doğrudan ilişkisi olduğunu düşünmüyorum. Bu konu daha çok Türkiye’deki siyasi durumun çıkmaza girmesi, koalisyon hükümetinin oluşması ile ilgili.

Aslında Putin’in geçen yıl ortaya attığı Türk Akımı projesinin en zayıf yanı, hattın geçeceği ülkelerdeki -Balkanlar da dahil- muhtemel iç siyasi istikrarsızlık süreçlerinin öngörülememesiydi. Bu yüzden de Rusya’daki enerji çevreleri, projenin henüz taraflarca tam olarak onaylanmadan ve inşa aşamasına gelmeden Putin tarafından resmi olarak ilan edilmesini açıkçası pek doğru bulmamış ve Kremlin’i üslubunca eleştirmişlerdi. Gelinen noktada, bu eleştiriler haklı çıktı; Yunanistan ve Makedonya’daki siyasi ve ekonomik istikrarsızlığa ek olarak Türkiye’deki süreç de eklendi. Halihazırda Türk Akımı büyük ölçüde Türkiye’deki siyasi istikrarsızlık nedeniyle askıya alınmış durumda. 1 Kasım seçimleri sonrasında da Moskova, Ankara’da her ne kadar daha çok AK Parti iktidarını arzu etse de tek parti iktidarını çok fazla ihtimal dahilinde görmüyor. Bu yüzden de Türk Akımı’ndan farklı olarak son dönemde sessizce Almanya üzerinden Kuzey Akım-2 seçeneğini hayata geçirmeye çalışıyor. Türk Akımı konusunda ise 1 Kasım seçimleriyle beraber Balkanlar’daki belirsizlik sürdüğü müddetçe ilerleme kaydedilmesi zor. Her ne kadar Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı doğalgaz fiyatlarında indirim oranları, müzakerelerin tıkanma noktalarından birini oluştursa da projenin dondurulmasında asıl belirleyici etkenin siyasi istikrarsızlık olduğu kanaatindeyim.

 

Rusya’ya uygulanan ekonomik yaptırımların ülkeyi Batı çizgisine sokmakta başarısız olduğunu söyleyebilir miyiz?

Hatırlarsak yaptırımlar, ilk defa Kırım’ın ilhakı sonrası Mart 2014’te başlamıştı. Geçtiğimiz yıl eylül ayına kadar ağırlaştırılarak ve sektör bağlamında genişletilerek sürdü. Temmuz ve eylül aylarındaki yaptırımlar önemliydi. Özellikle savunma, enerji ve bankacılık-finans sektörüne temas etmeye başladı. Bu açıdan Rus ekonomisini oldukça zorladı. Ancak gelinen noktada, ekonomik krizin Kremlin’deki rejimi sarsması söz konusu değil. Hatta Rusya’yı dış politikada Batı çizgisine çekmeyi hedeflerken yaptırımların ters teptiği de söylenebilir.

Kırım, ilhakın ardından Rusya’ya hem askeri hem de ekonomik açılardan daha da entegre olmaya başladı. Yarımadaya nükleer silahların gönderildiğine dair bilgiler var. Öte yandan yaptırımlar sertleşmesine rağmen Rusya, Batı’yla müzakerelerde pazarlık payını artıracak şekilde Doğu Ukrayna’da daha sert bir politika izledi. İkinci Minsk ateşkes sürecinden bu yana ayrılıkçıların hakimiyetinde bulunan bölgelerde herhangi bir gerileme söz değil.

Abhazya ve Güney Osetya’nın da Rusya’ya askeri ve ekonomik bağlamda ‘de facto’ entegre olma süreci giderek arttı. Rusya bildiğiniz gibi Çin ile on milyarlarca dolarlık doğalgaz anlaşmaları imzalamıştı. Şimdilerde de Akdeniz’de ilk defa ortak tatbikat yapmaya başladılar. Bölgesel entegrasyon bağlamında Avrasya Ekonomik Birliği’nin faaliyete geçirilmesi de bence önemli ve not edilmeli. Kırım’ın ilhakı sonrası Kazakistan’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne giriş sürecini erteleyebileceği konuşuluyordu ancak bunun da gerçekleşmediğini gördük. Her ne kadar Ukrayna’nın üyeliğinin ortadan kalmasıyla birliğin etkisi azalmış da olsa faaliyete geçirilmesini Rusya’nın Batı çizgisinden bağımsız ilerleyişinde kazanım olarak değerlendirebiliriz.

 

Avrupa kendi enerji güvenliği açısından Rusya’ya bağımlılığını azaltmak için kaynaklarını çeşitlendirme yoluna giderken Rusya da alternatif ticaret ortakları bulabildi kendisine.

Kırım’ın ilhakını takip eden dönemde G8’den çıkarılan Rusya’nın AB ile kurumsal ilişkileri de duraklama noktasına geldi. NATO-Rusya Konseyi de faaliyetlerini askıya almıştı. Buna rağmen Rusya’nın başta Çin olmak üzere yakın ilişkide olduğu Doğulu ve Asyalı ülkelerle izolasyon sürecini aşmaya çalıştığını söyleyebiliriz. En son ekonomik ilişkilerin ilerletilmesini öngören hamlelerin yanı sıra Hindistan, İran, Suudi Arabistan ve Mısır ile askeri ve nükleer enerji anlaşmaları imzaladı. Dış ticaretinde ilerleyen dönemde Avrupa’nın payının azalacağını ve Asya aksının güçleneceğini öngörebiliriz.

 

Ortadoğu’ya gelirsek, Rusya’nın Suriye planı tam olarak nedir?

Rusya’nın Suriye planını ikiye ayırmak lazım. Esad’a verilen destekle IŞİD’le mücadele tavrını birbirinden ayrı ele almak gerekiyor. Esad’a verilen destek bağlamında baktığınızda Rusya, başından beri BM Güvenlik Konseyi’nde Şam yönetimine karşı Çin’le birlikte veto pozisyonunu korudu. Diplomatik bağlamda Esad’ın elini ciddi manada rahatlattı. İlerleyen dönemde muhalif grupların Şam yönetimini devirememeleri ve kendi içlerinde ayrışmaya gitmeleriyle Esad rejiminin Suriye’de daha uzun süre iktidarda kalacağı anlaşıldı. Bu aşamadan sonra Rusya, iki kez muhalifler ve hükümet yetkilileri arasında Moskova’da toplantılar düzenledi. Bu toplantıları yenileri de takip edecektir.

Rusya bugüne kadar diplomatik desteğiyle ön plandaydı. İran askeri açıdan daha baskındı. Şimdilerde ise Rusya’nın Suriye’de son askeri hamleleriyle kendi çıkarlarını korumanın yanı sıra Esad’ın konumunu güçlendirmeye çalıştığı görülüyor. Gelinen noktada Suriye’de IŞİD’in Batı için de halen önemli bir tehdit unsuru olması ve Avrupa kapılarına dayanan mültecilerin durumu Rusya’nın askeri desteğini meşrulaştırmaya yardımcı oldu.

 

Basına yansıyan bilgilere göre Lazkiye’de hava üssü kuruluyor, askeri mühimmat ve danışman kadrolar yollanmakta. Peki sizce Rusya sahada savaşmak üzere asker gönderecek mi?

IŞİD’le sıcak çatışmaya girecek asker göndereceğini sanmıyorum. Danışmanlar ve uzman personel haricinde belki nokta operasyonlar için özel kuvvetler gönderebilir. Nitekim Suriye’de Esad rejimi BM’den bu konuda yardım da  isteyebilir. Böyle bir durumda asker gönderme süreci hız kazanır.

Burada Rusya’nın ABD liderliğindeki IŞİD’e karşı mücadelede Esad’ı devre dışı bırakan koalisyon çizgisine dahil olacağını da beklemiyorum. Şam’ın izni olmadan ülkede bir operasyon yapılmasını Moskova meşru görmüyor. Rusya’nın kabul ettirmeye çalışacağı teklif Esad rejiminin ordusu, Irak ordusu, Ankara’nın terör örgütü olarak tanıdığı PYD de dahil bölgedeki muhtelif Kürt gruplar ve radikal İslamcı olmayan ancak IŞİD’e karşı savaşan muhalif grupların koordinasyonunu içeriyor. Tabii bütün bu denkleme İran da resmi ve gayri resmi her şekilde dahil edilerek.

 

Muhalif grupların ortaya çıkış gerekçelerinin mevcut hükümet olduğu düşünülürse bu gerçekçi bir öneri mi sizce?

Rusya’nın asıl önem verdiği husus muhalif grupların IŞİD’le mücadeleye katılmalarından ziyade, Esad’ın meşru bir ortak olarak Batı tarafından tanınması. 2013’te Suriye’den kimyasal silahların çıkarılması sürecinde Esad’la işbirliği yapılmıştı ancak Esad’ın meşruiyeti Batı tarafından tartışılmamıştı. Bugünse Batı tarafından da öncelikli tehdit olarak belirlenen IŞİD’e karşı bir işbirliği öneriliyor.

Yakından baktığımızda Rusya’nın askeri desteği IŞİD’le mücadeleden çok Suriye’deki çıkarlarını korumak amaçlı. Askeri teknoloji desteğinin yanı sıra çok ciddi cephane yardımı gerçekleşiyor. Bu destekle artık Esad rejimine dışarıdan müdahale edilmesi pek mümkün olmayacak gibi. Rusya’nın önerisi bu yüzden bölgedeki güçler dengesine dayanan reel politikanın bir yansıması.

 

Rusya’nın askeri angajmanı Türkiye’nin Suriye politikasını nasıl etkileyecek? Özelikle güvenli bölge planlarını düşünürsek...

Güvenli bölge kurulabilmesi için iki ihtimal var. Ya tek taraflı kuracak Türkiye bu güvenli bölgeyi ya da BM Güvenlik Konseyi üzerinden uluslararası meşruiyet sağlayarak kurmaya çalışacak. BM’den karar çıkması için Rusya’nın onayı gerekli. Tek taraflı olarak güvenli bölge kurma girişiminde bulunduğu takdirde ise Türkiye’nin Rusya’dan askeri ve diplomatik açıdan tepki alma riski var. Dolayısıyla bence güvenli bölge seçeneği şu an güçlü bir ihtimal değil. 2012 Haziran ayında  Türkiye’nin F4 savaş uçağı Suriye’de düşürülmüştü. Suriye’deki uçaksavar ve füze sistemlerini kullananların büyük çoğunluğu Rus danışmanlardı. O zaman Türkiye’nin askeri bağlamda yeteri kadar tepki vermemesinin sebeplerinden biri Rusya’yı karşısına almaktan çekinmesiydi.

 

Rusya’nın Suriye hamlesini yeni bir Soğuk Savaş mantığında ABD’ye karşı meydan okuma olarak değerlendiren yorumlara nasıl bakıyorsunuz?

Soğuk Savaş’ın o ideolojik altyapısı netice itibariyle şu an yok; gerek Ukrayna’da gerek Suriye bağlamında. Ama Rusya meseleye biraz daha küresel perspektiften bakmaya çalışıyor. 2007 Münih Güvenlik Konferansı’ndan beri küresel güç olma iddiasını retorikten öte Gürcistan, Suriye ve Ukrayna’da olduğu gibi sahadaki hamleleriyle sürdürmekte. Yeni dünya düzeninde söz sahibi olmak gibi bir tutumu var. Rusya sadece NATO’nun kendi sınırlarına doğru genişlemesinden rahatsız değil, aynı zamanda ABD’nin dünyanın farklı bölgelerinde tek taraflı yürüttüğü siyasete set çekmek istiyor. Suriye’deki mesele biraz da Rusya’nın Soğuk Savaş sonrası kurulmakta olan yeni dünya düzeninde sürdürdüğü bir güç mücadelesi. Bu yaklaşım iç siyasette de Putin rejiminin konsolidasyonunu sağlıyor.

 

Suriye’de askeri angajmanın mali yükünü taşıyabilecek mi Rusya?

Rusya benzer askeri yardımları 25 yıldır Dağlık Karabağ’a, Ermenistan’a yapıyordu. Aynı zamanda Trans-Dinyester’e ve Doğu Ukrayna’ya da yardımlarını sürdürüyor. Suriye’de devam etmemesi için bir neden göremiyorum. Yaptığı yardımlar askeri nitelikte. Kendi üretimi silah ve teçhizatı gönderiyor veya satıyor. Dolayısıyla maliyeti düşürmüş oluyor. Ekonomik açıdan Rusya’yı sıkıştıran yaptırımlardan ziyade petrol fiyatlarının düşük seyretmesi.

 

Türkiye bu ekonomik yaptırımlardan kazançlı çıktı mı?

Rusya Batı’nın yaptırımlarına elindeki en büyük enstrümanlardan olan gıda ithalatını kısma yoluna giderek karşılık verdi. Bu açıdan Türkiye’ye büyük bir fırsat doğmuştu. Ancak ticari rakamlara baktığımızda bunun değerlendirilemediği görüyoruz. Türkiye-Rusya ihracatı bu yıl yüzde 30’lar seviyesinde düştü. Bunda hem Türk yatırımcının Rus pazarına girme konusunda tereddütlü yaklaşımı hem de Rusya’nın gıda ve tır kotaları uygulamasının payı var.