Jackie Arditty’nin, seyredeni farklı boyutlara taşıyan yağlı boya, heykel ve çini mürekkebi eserlerinin yer aldığı ‘Umudun Işığı’ adlı sergi, 20 Ekim-6 Kasım tarihleri arasında EKAVART Sanat Galerisinde izleyicilerle buluşacak.
Küratörlüğünü Yahşi Baraz’ın yaptığı serginin ev sahipliğini İnci Aksoy üstleniyor.
Jackie Arditty ile söyleşi yapmam istendiğinde büyük heyecan duydum. Kendisi, tanıdığım en renkli ve yaratıcı ressamlardan biri. Yapıtlarına baktığınızda, ünlü iki başka sanatçıyı çağrıştırıyor. Biri Ayvazovski, diğeri de William Turner. Eserlerini oluştururken içinde aşkı yaşayan ve yaşatan bir sanatçı Arditty. İnsan işini severek yapıyorsa başarı da kaçınılmazdır…
Jackie Arditty’nin portresine baktığımızda, kendisinde neleri görebiliriz?
Aynaya baktığımda deli bir adam görürüm karşımda. Senelerce, herkes gibi olmaya çalıştım ancak son yıllarda anladım ki, insan neyse odur ve o olmalıdır. Ticarete soyundum, firmalarda tekstil tasarımcılığı da yaptım; ama mutlu olmadım. Resim yapmak için doğmuşum. Hepsi bu!
Sizin ‘harika çocuk’ olduğunuz duyumları aldık. 11 yaşındayken açtığınız kişisel serginizle sanat camiasına ilk adımınızı atmışsınız. O zamanlarda, hayranı olup da kendinize örnek aldığınız Türk ressamları var mıydı?
9-10 yaşlarımda, Güzel Sanatlar Akademisinde hocalık yapan ressam Hasan Kavruk, yeteneğimi fark edince elimden tuttu ve bana gönüllü olarak özel destek verdi. Hakkını ödeyemem. O zaman, sergilerimde yanımda hep o vardı. İlk sergimde sattığım ilk eserimin geliriyle, Pilavcı Pasajının içindeki Amerikan pazarından kendime oyuncak bir tabanca almıştım. İkinci sergimde de, hayalini kurduğum kırmızı bisikletime kavuşmuştum. Bunlar, hiç unutamadığım güzel anılarım.
Çocukluğumda, doğal olarak, ilk hayranlığım Hasan Kavruk hocamadır. Ancak, sergilerimi ziyaretleri sırasında tanıştığım Nuri İyem, Nurullah Berk ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yeri bende ayrıdır. Fikret Mualla’yı da çok beğenirim.
Çocukken yarışmalara katıldınız mı?
Birçok yarışmaya katıldım ve çeşitli ödüller aldım. Hatta ‘Maskeli Balo’ adlı eserim, Fransa’nın Avignon şehrindeki bir müzede sergilenmişti.
Yeni serginiz, öncekilerden farklı olarak daha geniş bir düzlemde. Yağlıboya, heykel ve kâğıt üstüne çini mürekkebi gibi farklı alanda eserleriniz mevcut. ‘Umudun Işığı’, dünyanıza ait hangi duyguların izdüşümünü yansıtıyor?
Yaptığım her iş, içimde kopan fırtınaların bir sonucu. Ben ne dışarıda ne de içeride bağıramayan deli adam, tüm duygularımı tuvallerime ve heykellerime yansıtıyorum. Bu defaki sergim, aslında, yaşamımdaki zorlukların içinde var olduğuna inandığım ve tutunmaktan vazgeçmediğim umut ışığını anlatıyor. Eserlerimle kendimden geçmiş bir şekilde çalışırken, onlarla birlikte ışığa doğru yol aldığımı hissediyorum ve bu bana çok iyi geliyor.
Aynı zamanda, insanın hayatta en çok ihtiyacı olan umut kavramını, en iyi bildiğim şeyle, yani sanatımla paylaştığıma inanıyorum. ‘Umut Işığı’ benim için, ötesine geçtiğim çok önemli bir eşiği temsil ediyor. Bu sergiyle birlikte, çok daha büyük kitlelere ulaşacağımı ve ışığa doğru ilerlediğimi hissediyorum. Çünkü insanı ileri götüren en büyük faktör yaptığı işe olan tutkusudur.
Eserleriniz, aralarında birbiriyle konuşan, tartışan ya da kutup oluşturan yapıtlar mı?
Resimde konu, sadece bir araçtır. Bununla birlikte, hem kendine hem de başkalarına vermek istediğin mesajdır önemli olan. Bu at olur, fırtınalı bir deniz veya gökyüzü olur. Hiç farketmez. Demek istediğim, bir atın bakışlarına kattığım ifade ile veya resmettiğim fırtınalı bir deniz ile mutluluğumu da, kızgınlığımı da yansıtabiliyorum. Pek tabii ki tüm eserlerim, aynı içimdeki gibi, aralarında konuşur, tartışır ve varsa çelişkilerimi de yansıtmayı başarırlar.
Genellikle, sanatçı eserini oluştururken, onu motive eden, ilham kaynağı olan veya çalışırken ona eşlik eden bir takım faktörler vardır. Sizinkiler nedir? Çalışmayı tercih ettiğiniz belli saat aralıkları var mı?
Tuvalin karşısına geçtiğimde, aklımda hiçbir şey yoktur. İçimden geldiği gibi akıp gider. Ne malzemesi bellidir, ne de kullanacağım renkler. Hepsi o sırada oluşur. Bir keresinde tuvalim yoktu, gittim yan sokaktaki inşaattan bir kontrplak aldım ve üzerinde çalışmaya başladım. Benim için bu işin saati yoktur; evim aynı zamanda atölyemdir. Beni en çok tuvalin önüne götüren şey, aslında sıkıntılar ve çaresizlik anlarımdır. İçinde rahatlıkla kaybolabileceğim resimler öyle zamanlarda çıkıyor. ‘Umudun Işığı’ da bu şekilde doğdu.
Editör ve yazar Oğuz Erten, ‘’At, içerdiği metaforik anlamların ötesinde Arditty’nin vazgeçemediği konulardan biridir. Sanatçının kâğıt işlerinde göze çarpan bir diğer önemli teması ise manzara içinde eriyen ve silikleşen figürlerdir’’ demiş. Daha önceki sergilerinizde de at figürleriyle karşılaşmıştık. O özel bir tutku mu? Peki ya eriyen ve silikleşen figürler?
At sadece özel bir tutku değil, duygularımı en güzel yansıttığım figürdür. O anda nasıl hissediyorsam, atlarım da onu yaşıyor. Eriyen figürlere gelince, onlar da galiba unutmaya çalıştıklarım.
Bundan sonra, sırada ne var?
Onu zaman gösterecek. Akıştayım. Eşikten geçiyorum. Tünelin ucunda ışık göründü.
Rengârenk eserleriyle çalışırken, önce mücadele eden, sonra da onlarla uzlaşmaya çalışan bir sanatçı Jackie Arditty. Tuvallerinde kalın spatül darbeleriyle renkleri yoğun bir biçimde kullanan ressam, uyguladığı son dokunuşlarda eserlerine ışık katarken, bizlere de her mücadelenin sonunda bir umut ışığı olduğu mesajını veriyor.