On yıl önce, İstanbul’un en keyifli yerlerinden biri olan Kadıköy, günümüzde koca bir şantiye alanına dönüştü. ‘Kentsel Dönüşüm’ beraberinde ‘Ruhsal Dönüşümü’ de getirdi.
Kentsel Dönüşüm üzerine bir mimarlık yazısı:
Çok değil; beş, bilemediniz on yıl kadar önce Kadıköy’de, Bağdat Caddesinde, caddeye bağlanan yollarında, parklarında, eski köşklerini ağaçların arasına saklayan bahçeli sokaklarında, pusetleriyle bebeklerini gezdiren kadınların ve elleri fileli, alışverişlerinden dönen yaşlıların, yavaş yavaş yürüdükleri keyifli görüntülerine rastlanırdı. Şimdi yıkıntılarıyla koca bir şantiyeye dönen Anadolu yakasının bu bölgesi, bildik, sakin komşuluk ilişkileri henüz kopmamış, esnaflarıyla muhabbetin sürdüğü ve mahallelik keyfi yaşanır bir yerdi.
Artık sokaklarında yürümek bir marifet…
Artık günümüzde, her gün yeni bir tanesinin açıldığı kafeleriyle, sık değişen veya el değiştiren mağazalarıyla, aralıksız süren yol ve kanal tamiratlarıyla, her sokakta ‘Proje Alanıdır’ çevrelemeleriyle, sokaklara araçların girmesini engelleyen hafriyat kamyonlarıyla ve hemen her gün yıkılan bir binanın toz dumana karışan gürültüsüyle bir kaos ortamına sürüklenmiş, geçmişi arar bir süreçteyiz.
Çocukluğumun ve gençliğimin geçtiği mahalleyi ve sokaklarını tanımıyorum artık.
Artık Kurbağlıdere - Bostancı köprüleri arası süregelen ve caddeyi çevreleyen, oldukça yoğun bir alanda bir inşaat ve yeniden yapılanma faaliyeti sürmekte. ‘Kentsel Dönüşüm’ adını verdiğimiz bu yeniden yapılanma sürecinin beraberinde ‘Ruhsal Dönüşüm’ sürecini de getirdiği kanaatindeyim.
Dönüşümler, yeni bir yapılanmaya, daha insanca ve çağdaş yaşamaya, ortak ve etik değerleri korumaya olanak sağladığı sürece elbette gerekli ve uygulanır olmalıdır; bu kaçınılmazdır.
1999 depremi tüm İstanbul’da yaşadığımız konutların ne kadar sağlam olduğu ve riskli yapıda oturup oturmadığımız yönünde doğal olarak kişileri kuşkuya düşürdü. Yerel yönetimler, yapı kalitesinden emin olamadıkları için bir dizi yönetmelik çıkartarak yeni yapı standartları oluşturdular.
Dolayısıyla riskli yapı kapsamında değerlenecek binaların yeniden yapılması konusunda, uygulamacılara ve maliklere süreci yönetecekleri bir alan açılmış oldu. Bu sürece mimarlık ve şehircilik formasyonu ile bakıldığında daha iyinin, çağdaşın yapılması olanaklıyken, gerek yönetmeliklerin, gerek hırsların ve kısa yollu kazanç arzularının, sürece ve bölge insanının yaşam etiğine uygun düşmediğini gözlüyorum.
Kadıköy ilçesi, İstanbul’un en kozmopolit, rahat, doğal ortamı nispeten daha az bozulmuş, 70’li yıllarda yapılmış ayrık yapılarıyla, eski köşkleri ve bahçeleriyle, komşu parkları ve sahil yoluyla nefes alan ilçelerinden biriydi…
40-50 yıllık, betonarmede orta yaş sayılacak bir yapı, envanteri her ne kadar yıkımı yapılıp yenilenme gerekçesi doğurmasa da, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının cazip ve rant yaratmaya dönük bu uygulaması, bölgede yaşayanları peşinen hem ruhsal hem kentsel olarak dönüştürdü.
Kentsel dönüştürme adı ile uygulanmak istenen bu yapılanma, aslında sosyo-ekonomik gereksinimlerden doğmuş, niteliksiz ve plansız yapılanmaya, deprem riskine ve göçlerle oluşan farklı etkin gurupların gettolaşmasına önlem olması amacıyla gerçekleştirilmek istenmişti.
Daha insanca koşullar, daha yeşil alanlar, binlerce yıllık İstanbul’un tarihsel, kültürel ve anıtsal bütünlüğünün korunarak gerçekleşmesi amacıyla planlanmıştı. Bunun için birçok meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler çalışmalar yapmış ve doğru uygulanabilmesi için yöntemler geliştirmişlerdi.
Oysa ‘İstanbul’un taşı toprağı altın’ düşüncesinden yola çıkarak, bölgesel ve kalıcı çözümler yerine kişileri ve toplulukları bu dönüşümden rant sağlamaya yöneltmiştir.
Bugünlerde, büyük yatırımlarla yapılan bu büyük binalar, belki bu süregelen dönüşümle ilerde daha çok kâr edilecek yatırım sahaları olarak görülecek ve daha büyük binalar yapılacak. Bu dönüşümü olanaklı kılan ve bu dönüşümün daha da yükselteceği satış fiyatları ve kira artışlarıyla bölgenin gerçek insan profili olan orta gelirli kitleyi ve küçük esnafı alışageldiği ortamdan uzaklaştıracak gibi görünüyor. Sonuçta önümüzdeki on yılda bildiğimiz, aşina olduğumuz, çoğumuzun gençlik hatıralarıyla dolu semtimizin izlerinin adım adım silindiğine tanık olacağız.
Mimarlık, insanın yaşadığı çevreyi biçimleme çabasından başka bir şey değildir. İnsanlık tarihinin gelişim sürecine baktığımızda barınma ihtiyacı ile başlayan yapılanma daha sonra en küçük sosyolojik birim olan aileyi, ona bağlı sosyal çevreyi, temel gereksinim koşullarının sağlanabilmesi için çevresiyle uyumlu yarattığı şehirleri gerçekleştirmeye çalışır. 21. yüzyılın bu diliminde, akıl, bilim ve teknoloji ile üretilen şehirler, insanlığın uygarlık düzeyine ve insanca ihtiyaçlarına yönelik olarak planlanır.
Dünyanın en önemli mimarlarından, dünyanın hemen her yerinde yapıtlar üreten Moshe Safdie, bu konuda düşüncelerini şöyle paylaşır:
“Dünyanın her yerinde kentler göçler alır ve kent nitelikli yaşam özelliğini belirli bir süre sonra kaybeder. Alınan uygulama kararları bu akıma direnemez ve tıpkı bir asalak gibi kente yapışan ve yaşam kalitesini bozan çevreyi yok eden yerleşimlerle buluşur. Bu durumlara karşın dönüşüm kaçınılmazdır. Akılcı bir planlama süreciyle dönüştürülecek olan sosyal topluluğun kültürel yapısına çevre faktörlerine ve master plana uyumlu çözümler aranır.”
Kentler yeşil alanlarını kaybetmeden, aksine daha da yoğunlaştırılarak, büyümek zorundadır. Komşuluk duygusu, sosyalleşme ortamları ve paylaşılan doğa en az yapı niteliği kadar önemlidir. Bunun için 1970’lerde İsrail’den sonra Kanada’nın da uyguladığı Habitat Projesi, bu gereksinimleri karşılayacak çözümlerdi. Gelişen teknolojiyle uygulanan yepyeni Habitatlar, günümüzde de bu kez dikey bahçeler ile birlikte üretilerek çevreyle uyumlu, insanların doğa ile barışık biçimde yaşayabilecekleri konut birimleri çözümlemelerini doğurdu.
1947 Hayfa doğumlu Moshe Safdie, Kanada, ABD ve İsrail vatandaşı olup, birçok kez İstanbul’a gelip konferanslar verdi. Ailesinin çocuk yaşta Kanada’ya göç etmesi sonucu eğitimini McGill Üniversitesinin Mimarlık Fakültesinde tamamladı. İlk Habitat Expo çalışmasını, 1967’de tüm dünyaya tanıttı. Bu yapıtı, insanın çevresinden koparılmadan, komşuluk ilişkileriyle, sosyolojik gereksinmeleriyle ve doğa ile birlikte yaşayabileceği ilk ‘Kentsel Dönüşüm’ örneğiydi. Günümüze dek birçok dünya şehrinde projeler üreten, konut binaları, iş merkezleri, kütüphaneler, kamu ve otel binaları üreten Safdie, daha çok toplu konutlarla, dönüşüm projeleriyle gündemde olan, yaşayan en büyük mimarlardan biridir.
Dilerim, Safdie’nin insan doğasına bakışındaki hassasiyetle ürettiği projelerin benzerleri bugün İstanbul’da yapılan ‘Kentsel Dönüşüm’ çalışmalarına biraz bile örnek olur.