Gotik korku filmi

Meksikalı Guillermo Del Toro ‘KIZIL TEPE’de dram, fantezi, romans ve melodram türlerini beceri ile harmanlıyor.

Viktor APALAÇİ Sanat
21 Ekim 2015 Çarşamba

Del Toro sinemasının karakteristiği olan parlak görsellik, gizemi eksilmeyen ürpertici atmosfer eşliğinde ‘Kızıl Tepe’ iyi anlatılmış, ustalıkla kotarılmış, klasik bir hayalet öyküsünün nefis bir polisiye gerilimine dönüşmüş, türüne damgasını vuran bir film. Bir dehşet şatosunda dolaşan hayaletleriyle, atmosfer yaratmada başarılı, titiz sanat yönetimiyle, özentili kostüm tasarımı ile, seyir zevki son derece yüksek bir film izledik. Del Toro, kurduğu etkileyici, tekinsiz atmosfer ile, parlak görselliği ile tıkır tıkır işleyen mizanseni ile dozunda bırakılan özel efektleri ile sıra dışı bir korku filmi yapmış.

Geçen hafta vizyona giren filmler arasında, Guillermo Del Toro’nun ‘Kızıl Tepe/Crimson Peak’i kalitesi ve özgünlüğüyle öne çıkıyor.

Del Toro sinemasının karakteristiği olan parlak görsellik, gizemi eksilmeyen ürpertici atmosfer eşliğinde, ‘Kızıl Tepe’ iyi anlatılmış, ustalıkla kotarılmış, klasik bir hayalet öyküsünün nefis bir polisiye gerilime dönüşmüş, türüne damgasını vuran bir film.

Guillermo Del Toro’nun Matthew Robbins ile müştereken yazdığı, gerilim ve korku duygusu içeren senaryosunun, dram, fantezi, romans ve melodram türlerini harmanlayan zengin bir malzemesi var.

Yönetmen Del Toro bu olgun senaryo üzerine bina ettiği ‘Kızıl Tepe’de kurduğu etkileyici tekinsiz atmosfer ile parlak görselliği ile tıkır tıkır işleyen başarılı mizanseni ile dozunda bırakılan özel efektleriyle, birinci sınıf ve sıra dışı bir korku filmi yapmış.

Fantastik sinemanın önde gelen ismi Del Toro, bu gotik romansı ile türün ustası olduğunu tekrar kanıtlıyor. Bu perili köşk hikayesine Del Toro, sanat yönetimindeki başarısıyla türe bir soluk getiriyor. Kate Hawley, dönemin kostümlerindeki tasarımı ile atmosfer yaratmada da Braut Gordon titiz sanat yönetimi ile öne çıkıyorlar.

Bir dehşet şatosunda dolaşan hayaletleriyle bu gotik korku filmi, set tasarımındaki mükemmeliyetçiliğiyle seyir zevki son derece yüksek bir yapıt oluyor.

Jim Jarmush’un ‘Sadece Âşıklar Hayatta Kalır/Only Lovers Left Alive’ını akla getiren ‘Kızıl Tepe’ son derece şık ‘biçim’iyle izlenmeyi hak eden bir film. Tim Burton’un filmlerinden hoşlananlar bu filmden de tat alacaklar. İyilik, kötülük, tutku, ihtiras, yalnızlık gibi temaların hakkını veriyor film.

ENSEST SOSLU FİLM

Gizemli ve dehşet gizleyen evler, hayaletler, acımasız katiller, çılgın bir aşk öyküsü gibi geniş yelpazeli filmin tuhaf ve korkutucu bir hikâyesi var.

1901 yılında New York’ta başlayan, İngiliz taşrasında devam eden filmin açılış sekansında, annesini çocuk yaşta kaybeden, varlıklı ve otoriter babası ile yaşayan, yazar olma hayalleri kuran güzel bir genç kız olan Edith (Mia Wasikowska) ile tanışıyoruz.

Kendisine Kızıl Tepe’ye gitmemesini öğütleyen annesinin hayaletini gören Edith’in hayatına birden iki erkek girmesiyle monoton ve sıkıcı hayatı renklenir. Başarılı bir doktor olan çocukluk aşkı Alan(Charlie Hunnan) ve babasından İngiltere’deki keşifleri için parasal destek talep eden, her zaman ablasıyla hareket eden, gizemli Thomas (Tom Hiddleston).

Ağzı iyi laf yapan, yürüttüğü projelerle sıra dışı icatlarını anlatan, yakışıklı İngiliz Baron, saf Edith’in aklını çeler. Babasının ani, kanlı ve gizemli bir eylemde öldürülmesi üzerine kendisini büsbütün yalnız hisseden genç kız, âşık olduğu Thomas’ın evlilik teklifini kabul eder.

İngiltere taşrasında, her yanı dökülen, bakımsız, büyük ve tarihi bir şatoda, gizemli piyanist kız kardeşi Lucille (Jessica Chastain) ile yaşayan Thomas, son icadını hayata geçirmek üzeredir.

Edith’i Kızıl Tepe adlı bu şatoda, hayaletli, zehirli çaylı, bol entrikalı evde yaşayan olağanüstü varlıklarla bir mücadele beklemektedir.

Tuhaf bir hafızası olan Kızıl Tepe’nin karanlık gölgeleri, eksilmeyen gıcırtı ve iniltileri eşliğinde, ürpertici bir maceraya atıldığını anlayan Edith, mutlu bir evlilik beklerken, hayatının kâbusa dönüştüğünü görür.

MÜKEMMEL OYUNCU KADROSU

Çok geçmeden, hayaletlerin yönetimindeki bu şatonun, düşünen, nefes alan, kanlı canlı bir organizma olduğunu keşfeden Edith, kocasının kız kardeşi Lucille ile ensest bir ilişki yaşadığını öğrenince büsbütün yıkılır.

Evvelce bu evde sayısız cinayet işleyen Lucille, görümcesini ortadan kaldırmak için her şeyi yapacaktır. Finalde, çocukluk aşkının izini süren Doktor Alan’ın Amerika’dan gelip Edith’i yaşadığı korkunç kâbustan kurtardığını görürüz.

Mükemmel bir oyuncu kadrosu Del Toro’nun mizansenine destek veriyor. Jim Jarmush’un ‘Sadece Âşıklar Hayatta Kalır’ (2013), Charlotte Bronte’nin ölümsüz romanından alınan ‘Jane Eyre’ (2011) ve ‘Çöldeki İzler’(2013) filmlerinde başarılı performanslarını izlediğimiz, Polonya asıllı Avustralyalı aktris Mia Wasikowska, kırılgan ve saf Edith rolünde iyi oyunculuğunu kanıtlıyor.

Vizyondaki Ridley Scott’ın ‘Marslı’ (2015), Christopher Nolan’ın ‘Yıldızlararası’ (2014), Kathryn Bigelov’un ‘Zero Dark Dirty’ (2012), J.C.Chandor’un ‘En Şiddetli Yıl’ (2014), Terence Malick’in Altın Palmiyeli ‘Hayat Ağacı’ (2011) filmlerindeki olağanüstü performansları ile Hollywood’un çıkış yapan, yükselen değeri Jessica Chastain, kötü kalpli, katil ruhlu Lucille rolünde, her zaman olduğu gibi, çok etkileyici.

Bu acımasız kadın rekabetine sebep olan Baron Thomas’ta İngiliz aktör Tom Hiddleston, şeytani gülümsemesi ile inandırıcı bir kompozisyon çiziyor.

 

‘CRIMSON PEAK’

Yön: Guillermo Del Toro

Sen: G. Del Toro-Matthew Robbins

Kurgu: Bernat Vilaplana

Müz: Fernando Velasquez

Oyn: Mia Wasikowska-jessica Chastain-Tom Hiddleston-Charlie Hunnam- Jim Beaver

FANTASTİK SİNEMANIN USTASI

Meksikalı yönetmen-senarist-yapımcı Guillermo Del Toro politik metaforlar da taşıyan, karanlık, ürpertici atmosferli korku, gerilim türünün önde gelen ustası.

Meksika’nın turistik Guadalahera şehrinde doğan 51 yaşındaki sanatçı, 1998’de babasının kaçırılması üzerine ülkesini terk etmişti. Günümüzde Kaliforniya’da yaşayan, prestijli Hollywood yapımlarına imzasını atan Del Toro, ilk ününü Cannes’da Uluslararası Eleştirmenler Birliği (FIPRESCI) ödülünü kazanan ‘Cronos’ (1993) filmiyle yapmıştı.

‘Tehlikeli Yaratıklar/Mimic’ (1997) ile kendini Hollywood’a kabul ettiren sanatçı, ardından ‘Şeytanın Belkemiği/El Espinazo del Diabolo’)2011), ‘Pasifik Savaşı’ (2013) ve ‘Hellboy’ serisini yaptı.

Kariyerinin en önemli filmi sayılan ‘Pan’ın Labirenti’, çocukluğun masumiyeti, acımasızlık ve zulüm temalarını işler. Konusu İspanya İç Savaşında geçen film 2007’de En İyi Senaryo dalında Oscar’a aday gösterildi, En İyi Film Bafta ödülünü kazandı. Hayalet öyküleri ve şekil değiştiren böcekli filmlere meyli bilinen Del Toro ‘Pan’ın Labirenti’ ile faşist Franco dönemini eleştirdi.

Film, 2006 yılının En İyi Yabancı Film Oscar Ödülünü kazandı.

Vatandaşı iki ünlü yönetmen ile Meksikalı Alfonso Cuaron ve Alejandro Gonzales İnnaritu (Paramparça Aşklar, Köpekler) ile yakın arkadaş olan Del Toro, bu sonuncu yönetmenin İspanya’da çevirdiği ‘Biutiful’ (2010) filminin yapımcılığını üstlenmişti. İnnaritu’nun geçen yılın Oscar şampiyonu filmi ‘Birdman’ aralarında En İyi Film ve En iyi Görüntü Yönetimi ödülü olan  4 Oscar kazanmıştı. Innaritu, En İyi Yönetmen ve En İyi Özgün Senaryo Oscar’larının sahibi olmuştu.

Guillermo del Toro bu yıl Cannes Film Festivali’nde Coen Kardeşler başkanlığındaki jüri heyetinde yer alıyordu. Ödül dağıtımından sonra jürinin yaptığı basın toplantısında, Del Toro’nun jürinin tercihleri konusunda yaptığı açıklamalarda, sözcülüğü üstlendiğine tanık oldum.