1971’de Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi ilk eylemi olarak İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’u kaçırmış ve ardından öldürmüştü. Türkiye’de devrim yapma iddiasında olan bir anti-emperyalist örgütün niçin ilk eyleminin hedefi olarak İsrail Devleti’nin bir görevlisini seçtiğini anlamak zor.
Şeyda Demirdirek
17 Mayıs 1971’de Ulaş Bardakçı, Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Necmi Demir, Oktay Etiman ve Ziya Yılmaz, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C) adını verdikleri yeni örgütün ilk eylemi olarak İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’u kaçırdılar. Elrom’un hayatına karşılık, örgütün kuruluş bildirgesi ve taleplerini açıkladıkları bildirilerinin radyoda okunması, gazetelerde yayımlanması ve hapisteki Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) üyelerinin serbest bırakılmasını talep ettiler. İstekleri yerine getirilmediğinde de 22 Mayıs 1971’de Elrom’u öldürdüler. Eylemleri sırasında kamuoyuna ulaşamayan bildirilerinde “Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi, 1 Mayıs Harekâtı’nda, Ortadoğu halklarının baş düşmanı, Amerikan emperyalizminin maşası Siyonist İsrail’in Türkiye Başkonsolosu olan ve de ülkemizdeki Siyonist hareketlerin organizasyonunda önemli rolü olan Ephraim Elrom’u kaçırmıştır”(1) deniyordu.
Altı milyon Yahudi’nin katledildiği Holokost’un gerçekleştirilmesinde önemli bir rolü olan Adolf Eichmann’ın yargılanmasına katkısı dolayısıyla, onu öldürenlerin ve birçok solcunun farklı koşullarda belki de takdirle anabilecekleri Elrom, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde solcular tarafından öldürülen ilk insanlardan. Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinin sorumlularından olan, 1971 - 72’de devlet güçlerince öldürülen Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı, 70’lerden bugüne kadar “Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa kadar savaş” sloganıyla toplumsal eleştirinin ifade bulduğu pek çok ortamda demokrat ve sol yelpazenin neredeyse her kesiminden kişi ve örgüt tarafından yüceltilerek anılıyorlar. Yaptıkları eylemlerin ne anlama gelebileceği üzerine ise düşünüp konuşulmuyor.
Neyi, niye, ne zaman biliyor ve bilmiyoruz?
Ekim 2002’de yazdığım bir metnin ilk cümlesinde Elrom’un adını anmıştım: “70’li yıllarda antiemperyalist devrimlerini gerçekleştirme yolunda İsrail Başkonsolosu Ephraim Elrom’u kaçırıp öldüren solcuları olan bir ülkede, 2000’li yıllarda antisemitizmin ulaştığı boyutlara şaşırabilmek ya da antisemitizme İslamcılıkla gelen yeni bir olgu gözüyle bakmak, aslında sorunu ciddiye almamak ya da yoksamak kadar kaygı uyandırıcı bir tavır bence.”(2) Zira solcuların, Elrom’u İsrail Başkonsolosu sıfatıyla öldürmelerinin nasıl olup da 2000’li yıllarda hâlâ sorgulanmadığı sorusu, Türkiye solunda antisemitizmin boyutlarını anlamak açısından çok önemliydi. Ama o zamanlar Elrom hakkında, 1971’de THKP-C tarafından kaçırılıp öldürülen İsrail Başkonsolosu olduğu dışında herhangi bir bilgim yoktu.
2004’te, Eichmann’ın sorgulamasını yapan W. Less Avner’in bir makalesinde ‘Tel Aviv Emniyet Müdürü, en yetenekli suç masası komiserlerinden biri ve Eichmann’ın sorgulanmasından sorumlu birimin müdür yardımcısı’(3) diye andığı bu Ephraim Hofstaetter-Elrom’un THKP-C tarafından öldürülen Elrom ile aynı kişi olabileceğine önce inanamadım. Hofstaedter adı üzerinden araştırdığımda bu bilgiyi doğrulayan başka kaynaklar da buldum.(4) Elrom, Arjantin’de Adolf Eichmann’ın aranması sürecine de dahil olduğu gibi Arjantin’den İsrail’e getirilmesinden sonra soruşturmanın ve iddianamenin hazırlanması için oluşturulan Büro 06’nın Eichmann’ın sorgulanmasından sorumlu müdür yardımcısı olarak dava sürecinde aktif bir rol almıştı. Devrim yolunda savaştıklarını düşünen insanlarca, Eichmann davasındaki rolünü de bilerek Elrom’un politik hedef olarak seçilmiş olabileceğine ihtimal vermeyince, 1971’den bu yana, eylemi yapanların ve Türkiye kamuoyunun Elrom hakkındaki bu bilgiden yoksun olduklarını düşündüm. Çünkü Elrom’un kaçırılıp öldürülmesine gönderme yapan yazılara rastladıysam da Elrom’un Eichmann davasındaki rolüne dair hiçbir bilgiye rastlamamıştım o zamanlar.
2012’de kaçırma olayı sonrasındaki tepkileri zamanın gazetelerinde okuduğumda ikinci sürprizle karşılaştım. 18 Mayıs 1971’de Akşam’dan Tercüman’a kadar Elrom’un kaçırılışı haberleriyle dolu günlük gazeteler, Elrom’u sadece İsrail’in İstanbul başkonsolosu olarak değil, Eichmann’ın yargılanması sürecindeki rolüyle de tanıtıyorlardı. Milliyet gazetesi “Konsolos, ‘Eichmann’ olayında önemli rol oynamıştı” başlığı altında Elrom hakkında detaylı bilgiler veriyordu:
“Elrom İsrail polisinde Musevileri kitle halinde öldürmekten ölüm cezasına çarptırılan Adolf Eichmann’ın yargılanması sırasında ve mahkûm olmasında önemli rol almıştır. İsrail emniyetinde ‘Cürüm tahkikat bürosu’ başkanı olarak Elrom, Eichmann aleyhinde bir hayli delil toplamış, bunlar da kendisinin suçlu bulunmasında rol oynamıştır. Asıl adı Efraim Hofstaedter olan Alman asıllı Elrom, Dışişleri Bakanlığına girdikten sonra yönetmeliğe uyarak soyadını değiştirmiştir. Elrom, İsrail polis örgütünde 27 yıl hizmet verdikten sonra emekli olmuş ve nihayet iki yıl önce diplomat olarak İstanbul’a gelmiştir.”
Hürriyet ise kaçırılma haberini, Elrom’un Eichmann’ın yanında mahkemede çekilmiş bir resmiyle veriyordu. Dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün olay üzerine verdiği demeçte,(5) Türk halkının tarihinde antisemitizm hastalığının olmadığını söylemesi Elrom’un kaçırılmasının o zamanlar antisemit bir eylem olarak görülmüş olabileceğini bile düşündürüyor.
Bu satırları, kendi cehaletimi sergilemek için değil, pek çok kişinin de paylaştığını düşündüğüm bu habersizliğin, sol kamuoyunun hafızasının, yakın geçmiş söz konusu olduğunda bile görmek istediğine uymayanı ketlemesinin bir sonucu olduğunu düşündüğüm için yazıyorum. Elrom’un öldürülmesi eylemi ve THKP-C’yi överek, Türkiye’de İsrail’e karşı mücadele geleneğinin 70’lere dayandığını gururlanarak anlatıp, “Katil İsrail, Elrom’a Türk devrimcilerinin ne yaptığını unutmasın” diye tehditler savuran, sol İsrail düşmanlığı örneği — özellikle de 2. İntifada sonrasında yayımlanmış – birçok anti-Siyonist güncel yazı buldum.(6) Ama 80’li yıllardan 2014’e kadar Elrom’un kaçırılıp öldürülmesinden bahsederken, Elrom’un Eichmann davasındaki rolüne de değinen sadece üç kitap(7) buldum, eylemi sorgulayan herhangi bir yayına ise rastlamadım. Mois Gabay’ın 11 Haziran 2014’te Şalom’da yayımlanan ‘Elrom Suikastı ve Az Bilinen Gerçekler: Medyanın bize hatırlatmadıkları…’ makalesi bu belleksizliğin dışına çıkan nadir örneklerden. Nasıl olup da 70’lerde Türkiye kamuoyunca ‘Eichmann’ı ipe götüren adam’(8) diye anılan Elrom, 90’lardan itibaren Türkiye kamuoyunda, özellikle de sol camianın gözünde onu kaçırıp öldürenlerin yaptığı gibi ‘Siyonist ajan’a indirgenebiliyor, yazılanlar ve bilinenler sessizce hasıraltı olup belleklerde geri itiliyor, sorusunun cevabı, kısmen Elrom’un dile getirilmeyen biyografisinde yatıyor.
Görülmesi istenen gerçeklik kurgulanırken, Elrom’un, Eichmann davasındaki rolü gibi, düşman şablonuna tam uymayan bilgiler, bilmezden geliniyor. Farklı politik cenahlardan tüm antiemperyalist ve anti-Siyonist yaklaşımların, Elrom’un biyografisinin, kaderini hak etmiş bir düşmana indirgeyebilmek için söz birliği etmiş gibi, anmadıkları parçalarını dile getirmek bu yüzden önemli.
Elrom’u ve İsrail Devletini sadece meşru bir politik hedef olarak görmek, İsrail’in varlığının ve Elrom’un, antisemitizmin boyutlarının ortaya konması ve sorumlularından hesap sorulmasındaki önemli rolünün yok sayılmasına hizmet ediyor. Aynı zamanda da, solun inatla, antisemit imalardan bağımsız olarak sadece İsrail devlet politikalarını eleştirmenin ifadesi saydığı anti-Siyonizminin, İsrail Devletinin var olma hakkını reddetmeye varan antisemit bir tutuma dönüşebileceğini dikkate almıyor. Elrom’un biyografisini bilmek, Elrom’un öldürmesi eyleminin kayıtsız şartsız yüceltilmesinin ve eylemin ardında yatan anti-Siyonizm’in, İsrail Devletinin politikalarının eleştirilmesinden öte, Holokost sonrasında yüzyıllardır süregelen antisemit saldırılar karşısında Yahudileri korumak üzere kurulan İsrail’in var olma hakkını reddetmek anlamına gelebileceğinin sorgulanması için önemli.
Solun sorgulamadığı anti-emperyalizm ve anti-Siyonizm: Elrom’un öldürülmesinin sembolik anlamı
1970’li yıllarda anti-Amerikancı, anti-emperyalist sol gençlik örgütleri dışında toplumda bugünkü gibi sorgusuz sualsiz paylaşılan bir İsrail düşmanlığı mevcut değildi demek yanlış olmaz. Sol örgütlerin, Filistin Kurtuluş Örgütlerinin, İsrail karşıtı politik hedeflerini ve mücadelesini kayıtsız şartsız paylaşan tutumları da sadece Türkiye’ye özgü değildi. Zira Türkiye’de THKO ve THKP-C’yi, Almanya’da RAF’ı, İtalya’da Kızıl Tugayları oluşturan kadrolar gibi, 1968’den itibaren beraberce Lübnan, Suriye ve Ürdün’deki Filistin Kurtuluş Cephesinin kamplarında sadece silahlı değil politik bir eğitim de gördüler.(9) İçinde yaşadıkları toplumun sorunları karşısında hâkim ideolojinin eleştirisi ile varamadıkları yere, dış düşmanları sorumlu tutan anti-emperyalist ve milliyetçi, toplumsal katılımı hedefleyemeyecek kadar sekter ve militarist eylemlerle ulaşmaya çalıştılar. Bu çerçeve içinde kalındığında bile Türkiye’de ulusal bağımsızlık savaşı ve devrim yapma iddiasında olan bir anti-emperyalist örgütün niçin ilk eyleminin hedefi olarak İsrail Devletinin bir görevlisini seçtiğini anlamak zor. Nitekim eylemi planlayan ve eyleme katılanlar, aslında ABD veya İran konsolosluklarının hedef alınmasını kendi anti-emperyalist tutumlarını kamuoyuna göstermeye daha uygun bulduklarını, ama gerçekleştirilemeyeceği için Elrom’da karar kıldıklarını kendileri de ifade ediyorlar sonraki yıllarda.(1)0 Elrom’un hedef olarak seçilmesinde dönemin sol örgüt üyelerinin Filistin Kurtuluş Cephesi içindeki gerilla örgütleriyle yakın örgütsel bağlarının önemli bir rol oynadığını belirtmek lazım. Eylemleri, kendilerini toplumdan çok diğer sol gruplara ve Filistin Kurtuluş Cephesine göstermek ve destek olmak hedefine hizmet eder görünüyor.
‘Eski’ Naziler için Elrom’un öldürülmesinin sembolik anlam ve önemini fark edebilmek için Elrom’un Nazilerin nezdinde neyi temsil ettiğini, Eichmann davasındaki rolünü hatırlamakta yarar var. Eichmann’ın Arjantin’de bulunduğu yıllarda, dünyanın dört bir köşesinde gizlenirken aktif olarak faaliyet gösteren Nazilerle yakın ilişkileri vardı.(1)1 Eichmann’ın yakalanması sonrasında mahkemede Eichmann’ın savunmasına katkıda bulunabilmek adına tanıklık yapmak gibi tehlikeli bir girişimde bile bulunmaya kalkan Eichmann’ın sağ kolu Alois Brunner(12) ve yakalanmamış Naziler, Elrom’un Eichmann’ın Arjantin’den İsrail’e getirildiği gün olan 22 Mayıs 1960’dan on bir yıl sonra tam da aynı gün öldürülmesine en çok sevinenler arasında olsa gerek.
80’lerin sonunda politik İslam’ın Yahudiler ve İsrail’i düşman odaklar olarak görüp kurgulaması, politik bir tutumun kurucu öğesi olarak antisemitizmin rolünü tartışma gereğini de beraberinde getiriyordu.
Buna rağmen 90’ların başında antisemitizm hâlâ Türkiyeli entelektüellerin gündeminde değildi. 90’ların ortalarında Rıfat Bali’nin yazdıkları olmasaydı, kim bilir onun tabiriyle “Türkiye’nin en iyi gizlenen sırrı”(13) daha ne kadar saklanırdı. 90’ların başında sol, Elrom’u çoktan ‘THKP-C’nin kaçırıp öldürdüğü Siyonist MOSSAD ajanı’ olarak hafızasının bir kenarına atmış, eylemin nasıl olup da THKP-C’nin ulusal bağımsızlık hedefine hizmet ettiğini sorgulamadan ve herhangi bir somut gönderme yapmadan devletin öldürdüğü solcuların bir eylemi olarak anmakla yetiniyordu. Toplumsal eleştiri yapma iradesini hem Türkiye özelinde hem de dünya çapında elinden kaçırmış olan solun jargonunun İslami kesimce kendine mal edilme çabaları da bu zamanlara rastlıyor. İslam’ın, toptancı kurtuluş ideolojilerinin kurucu öğesi olan düşman kurgulamalarında, solun tanıttığı, toplumsal eleştiri jargonunda bir şekilde düşman tiplemeleri olarak meşruiyet kazanmış anti-Amerikancı, anti-Siyonist söylemin mirasına sahip çıkmakta hiçbir beis görmediği bu zamanlarda bile anti-emperyalist ve anti-Siyonist jargonun toplumsal eleştirel bir tutumun parçası olmaktan öte düşman odaklı yıkıcı ideolojilere, antisemitizme hizmet vermeye uygun olduğu gerçeğiyle yüzleşmek söz konusu olamadı. Bunun yerine anti-emperyalist sol, 2. İntifada ve İslamcı antisemitizmle iyice revaçta oluveren İsrail düşmanlığıyla parsa toplayan İslamcılarla yarışırcasına THKP-C’den ve Elrom ‘eylemi’nden gururla bahseder oldu. Solun çoğunluğu da bu konudaki sessizliğini sürdürmeye devam etti.
Elrom’un öldürülmesini, Türkiye solunun topyekûn paylaştığı varsayılan ‘Filistin davası ile dayanışma’ adına İsrail karşıtı olmanın, İsrail’in var olma hakkını reddetmenin tarihsel kanıtı olarak hatırlayıp hatırlatanlar, onun hikâyesini, tam da İsrail Devletinin hikâyesine yapıldığı gibi, Filistinlilerin kaderine indirgiyor ve Holokost bu hikâyede yok sayılıyor. Siyonizm’e ve İsrail Devletine lanet yağdırmadan, ki bu Holokost’u olmamış gibi kenara koymadan olmuyor, Türkiye’de antisemitizme karşı tavır almak mubah görülmüyor: Antisemitizmi eleştirmenin neredeyse kaçınılmaz ön koşulu Siyonizm’i ve İsrail’i de eleştirdiğini ifade etmek. Bu üslup, ne yazık ki sadece sekter sol gruplara ya da İslamcılara da özgü değil.(14)
Ardındaki yok etme ideolojisi görünene dek
Son yıllarda Holokost üzerine, Primo Levi, Jean Amery gibi hayatta kalanların anı ve yazıları da dahil olmak üzere pek çok önemli metin Türkçeye çevrildi. Rıfat Bali’nin açtığı yolda 2000’lerin başında antisemitizmin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ve gündemdeki izlerini arayıp ifade eden Yelda, 2003’te bombalandıktan birkaç saat sonra saldırıların antisemit niteliğini adlandırmakta tereddüt etmeyip ‘Yahudileri yalnız bırakmayacağız!’ bildirisi ile Neve Şalom’un önüne giden, ‘antisemitizme sıfır tahammül’ başlıklı bildiriye de sayfalarında yer veren kara mecmua dergisinden bir grup anarşist ve antisemit tutumları görüp teşhir etmeye çalışan İHD İstanbul Şubesi Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyonu’nda Ayşe Günaysu ve birkaç bireyin cesaretli ve sol içinde yalnız bırakılan doğru sesleri, sözleri aradan geçen on yıllar sonra takdir kazanmasa da çok önemli bir şeye katkıda bulundu: Söyledikleri başka ağızlarda seneler sonra dile gelince kabul edilir oldu. Bugün Türkiye’de Trakya Pogromundan ve İslamcılardan antisemitizm bağlamında bahsedilebilir oldu, solun antisemitizmi doğrudan tartışılmasa da. Antisemitizmin Yahudilere karşı yürütülen bir ırkçılık türü değil, politik bir sistem ve yok etme ideolojisi olduğunu dile getirenlere hâlâ İsrail takıntılı Siyonist gözüyle bakılsa da, sol ya da toplumsal eleştirel tavırlı insanlar için antisemitizme karşı olmak meşru bir refleks olarak politik adap ve jargona dahil oldu.
Bu nedenle de bugün, on yıl öncesine kıyasla, antisemitizmin ve Holokost’un tarihinden çok daha haberli bir kamuoyunun, Ephraim Hofstaedter Elrom’un öldürülmesinin, ‘ABD’nin maşası İsrail’in Ajanını’ öldürmekten öte anlamları olabileceğini sorgulamaya daha açık olması, en azından 1971 yılında ifade edilebilenleri tekrar unutmaması daha mümkün gözüküyor.
Fotoğraflar: 'Türkiye-İsrail İlişkileri',
Alon Liel-Can Yirik, Gözlem Yayınları
1 THKP-C Dava Dosyası: Yazılı Belgeler (İstanbul: Yar Yayınları, 1988), 443-448.
2 Beyza, “solda ve İslam’da antisemitizmin ortak kaynağı: antiemperyalizm ve antisiyonizm,” Mecmua 10 (Ocak-Şubat 2004): 14.
3 Avner W. Less, “Interrogating Eichmann,” Commentary 5 (Mayıs 1983): 45-48.
4 Hanna Yablonka, The State of Israel vs. Adolf Eichmann, çev. Ora Cummings & David Herman (New York: Schocken Books, 2004). Zvi Aharoni & Wilhelm Dietl, Der Jäger: Operation Eichmann; was wirklich geschah (Stuttgart: Deutsche Verlags-Anstalt, 1996).
5 Ulus, 24 Mayıs 1971.
6 Tipik iki örnek için bkz. “Barikat,” 11 Ocak 2009, http://www.barikat-lar.de/guncel/haberler/110109konsoloslukisrail.htm, erişim, 15 Mayıs 2015, ve “Etkin Haber Ajansı,” 31 Mayıs 2010, http://www.etha.com.tr/Haber/2010/05/31/guncel/siyonist-katliama-kitlesel-protesto/ erişim, 15 Mayıs 2015.
7 THKP-C Dava Dosyası: Yazılı Belgeler (İstanbul: Yar Yayınları, 1988), Turhan Feyizoğlu, Mahir: On’ların Öyküsü (İstanbul: Ozan Yayıncılık, 2002), Talip Doğan Karlıbey, Kaçak Naziler ve Mossad: Mahir Çayan Olayı ve Kızıltepe’nin İç Yüzü (İstanbul: Neden Kitap, 2006).
8 Selahattin Güler, “Eichmann’ı ipe götüren E. Elrom şimdi İstanbul Konsolosu,” (Elrom ile Röpörtaj), Cumhuriyet, 1 Ocak 1971, 5.
9 Thomas Skelton Robinson, “Im Netz Verheddert,” Die RAF und der Linke Terrorismus Band 2, Wolfgang Kraushaar (Hrsg) (Hamburg: Hamburger Edition, 2006).
10 Feyizoğlu, Mahir: On’ların Öyküsü, 371.
11 Werner Renz, Hrsg., Interesse um Eichmann: Israelische Justiz, deutsche Strafverfolgung und alte Kameradschaften (Frankfurt/New York: Campus Verlag, 2012).
12 Bettina Stangneth, “Alois Brunner: Warum tilgte der BND dıe Akte des Eichmann Helfers,’ Die Zeit, 21 Temmuz 2011. Brunner’in 1965’ten itibaren Suriye’de Esat’ın korumasında yaşadığı son yıllarda bir çok kaynakta ifade edildi. Aynı dönemde Brunner’in Suriye’de, başka yakalanmamış Nazilerin Orta Doğu’da farklı ülkelerde Nazi geçmişlerine rağmen Alman İstihbarat teşkilatının elemanı olarak kendi antisemitizmlerine hizmet etmek adına İsrail’e ve Yahudilere karşı faaliyetlerde, lojistik ve askeri donanımların sağlanmasında aktif rol aldıkları da biliniyor. Georg M. Hafner & Esther Shapira, Die Akte Alois Brunner: Warum einer der großten Naziverbrecher noch auf freiem Fuß ist (Frankfurt am Maın: Campus Verlag, 2002). Christian Springer, Nazi, komm raus!: Wie ich dem Massenmörder Alois Brunner in Syrien auf der Spur war (München: Langen Müller Verlag, 2012).
13 Rıfat N. Bali, “Türkiye’nin en iyi gizlenen sırrı: antisemitizm,” Mecmua 10 (Ocak-Şubat 2004): 17-18.
14 Bu tutumun bir örneği için bkz. “Madalyonun iki yüzü: Anti-Semitizm ve Siyonizm”, Birikim, Özel Sayı, Ekim 2004. Bu özel sayıda antisemitizm kadar, İsrail’i eleştirilenlere haksız yere antisemit denmesini de konu eden yazılar yer alıyordu. Böyle bir yaklaşımın, Ermeni milliyetçiliği ve Ermeni soykırımını aynı madalyonun iki yüzü diye tanımlayarak Ermeni soykırımını meşrulaştırmaktan ne kadar farklı olduğunu sormak mümkün.