Etiler O’Art, ‘İç Dökmek’ adlı sıra dışı bir performansa ev sahipliği yapıyor. Cem Sağbil, uçak seyahatlerinde, acil durumlarda kullanılmak üzere önündeki koltuğun arka cebinde duran kâğıttan kusmuk torbalarının üzerine, o günkü ruh haline göre yazdıklarına eşlik eden eskizleri zaman içinde heykellere dönüştürmüş. İstinye’deki atölyesindeki ön sohbetimizin ardından, 15 Kasım’a kadar ziyaret edebileceğiniz sergisi ‘İç Dökmek’ hakkında da derinlemesine konuştuk.
Bu sergide ‘içini döken’ sanatçının 15 yıllık birikimi sergileniyor. Eserlerin heykele dönüşmeden önceki hikâyeleri, kusmuk torbalarında. İki cam arasında sıkıştırılmış, tavanda asılı duran 400 kadar kağıttan torba, Cem Sağbil’in hayalleri, arzuları, öfkeleri, sevinçleri hakkında ipuçları veriyor. Onları okurken, kendi kendini motive eden iflah olmaz bir optimist ve çalışmaktan hiç yılmayan birini gördüm. Uçakta çizdiği eskizlerle ilgili projeleri hakkında, hep iyi ve güzel olacak mesajları yazmış kendine. Kağıt torbalara içini dökmüş; bir gün, bizim bu yazdıklarını okuyacağımızı hiç bilmeden, düşünmeden.
Her biri farklı duygular aktaran figüratif heykellerin, birçok çizimin ve resimlerin yeraldığı sergiyi gördükten sonra, bu sanatçının mutlaka ilginç bir hikâyesi olmalı diye düşünüyor insan. Kendisiyle yüzyüze bir zaman yolculuğuna çıkıp Cem Sağbil’in yaşam öyküsünü kendi ağzından anlatmasını, ‘içini dökmesini’ istedim. Öyle de oldu.
HİKÂYE
Hikâye, kahramanımız Cem Sağbil’in çocukluğunun ilk yılları Zonguldak’ta geçer.
“Babam kömür işletmelerinde muhasebe müdürüydü, o yüzden de altı yaşıma kadar orada kaldık. Hiç unutamadığım iki anım var çocukluğumdan: Bir şoförümüz vardı; bir gün bana bir saksı çiçeği hediye etmişti. Kılıca benzeyen bir şey, adı eşekkulağıymış. Dört yaşlarındaydım ve çok mutlu olmuştum. Yine o yaşlarda, maalesef ellerimi sobaya yapıştırmıştım. Çok canım yanmıştı. Merhem gibi bir şeyler sürüp ellerimi yumruk gibi sarmışlardı. Uzun süre öyle kalmıştım; acayip bir deneyimdi.”
Sağbil, 6 yaşındayken ailesiyle birlikte Ankara’ya döner. Bugünkü gezginciliğinin temelleri de yavaş yavaş atılır. İlkokulu dört ayrı okulda okur, üniversite dâhil, farklı dokuz okulda eğitim alır. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde İç Dekorasyon ve Endüstriyel Tasarım dalında üniversite eğitiminin ardından, Stuttgart Güzel Sanatlar Üniversitesinde seramik ve heykel eğitimini 1988 yılında tamamlar.
“Orada çok farklı bir eğitim formatı var. Size söylenen şey şu: ‘Sınav yok, ders yok, atölye var.’ Ne yapmak istiyorsan, o konuda hocalara danışıyorsun ve yapmak istediğini yapıyorsun. Okulu bitirdiğinde gerçek diplomanı, yaptığınla para kazandığın ve yaşamaya başladığın zaman alıyorsun.”
81’de annesiyle birlikte sanat galerisi açarlar. Galeri Turkay (annesinin adı) 14-15 sergiye ev sahipliği yapar. Abidin Dino, Ara Güler, Utku Varlık, Burhan Uygur, Devrim Erbil gibi değerli isimleri oradaki sanatseverlerle buluştururlar.
“Biz ticaret insanı değildik. Annemler Kıbrıs’a gidince, tek başıma kaldım. 84’te atölyeyi kapattım. Üniversitedeyken özel ders veriyordum ancak kendi sanatıma odaklanıp icra etmeye dönmek istediğimde, ders vermeyi bıraktım. Garsonluk, restoran işletmeciliği gibi alakasız şeyler yaptım.”
88’de akademiden mezun olur. 90 yılında kendi atölyesini açtıktan sonra 2013’e kadar heykel, resim ve farklı sanatsal çalışmalarında başarılar kazanır. Sanat serüveninin ilk yılları, kavramsal sanat için zihinsel hazırlık süreci yaşayan Sağbil, yıllar sonra adını koyabildiği ‘azınlık mantalitesi’ kavramının da yaratıcısı olur.
“Üniversite yıllarımda, azınlık mantalitesi kavramı üzerinde çok düşündüm. Bu kavram bana göre, başka bir ülkeye yerleşen kişilerin kendi ülkelerindeki değerlere daha fazla anlam yüklemeleri, bu değerlerin fikir ve eylemlerini yönlendirmede ağırlık kazanmasını ifade ediyordu. Uzun dönem, Türkiye kökenli mitolojiler üzerinde yoğunlaştım ve bu da beni ana tanrıçaya iteledi; yani Kibele’ye.”
Cem Sağbil’in ilk yapıtları Kibele heykelleridir. Sanatçının gözünde, kadın bir tanrıçadır. İlk kişisel sergisi ‘Kibele’yi 1988’de Almanya’da açar. Karma birçok sergiden sonra 94’te ‘Lüzumsuz Adam’ adlı bir sergisi daha olur. Sait Faik onu çok etkilemiştir. Ürettiği şeyler, öncelikli ihtiyaç olmadığından, bu kavramda kendini bulur. 2001’de Menemen’de 40 devasa küp yapar. Aynı yıl, Dolmabahçe’de, 2800 metrekarelik eski kayıkhanede sergi açar.
2013’de Alaçatı, Atölye Su’da ‘Sisyphos’ adlı sergisi gerçekleşir. Sanatçının, ünlü yazar ve çevirmen dostu Münir GÖLE, bu sergi için yazmış olduğu yazıda, Sağbil’in eseri ‘Sisyphos’ ve ‘Hanım İğnesi’ denen piyade kayığını, usta kalemiyle felsefi boyuta taşırken, şöyle tamamlar yazısını:
“Eser dikiliyordur; yalnızdır, tektir, sanatçıyı aşmıştır, onun hikâyesinin dışında, belki ötesindedir. Eser, tamı tamına Sağbil’in Sisyphos’unun olduğu eşikte evrenselliğe, zamansızlığa, sonsuzluğa bulaşmıştır. Cem Sağbil’in onu orada bırakıp sırtını dönmesine, başka bir eşiğe gitmesine gelmiştir sıra.”
İşte o zamandan itibaren, Cem Sağbil, farklı fikir ve yapıtlarıyla bir eşikten diğerine geçer. 1999’dan beri İzmir’de Bronzhane adlı heykel döküm atölyesinde ve İstanbul’da çalışmalarını sürdürür.
Hikâye burada bitmez; devamı sanatçının imzasıyla, kendini tarihe yazdıracaktır.
BUGÜN
‘İç Dökmek’ adlı sergisinde sanatçı, mitolojik değerlerle, denge ve dualizm konularını irdelemeye devam eder. ‘Hemera’ adlı heykelin elindeki küre Apollon’u, erkeği ve batıyı simgelerken, ‘Ay Tutan Adam’ adlı heykelin elindeki ay ise Dionysos’u, kadını ve doğuyu sembolize eder. Cem Sağbil’e göre denge yoktur:
“Denge, insanların konum ve durumlarını koruyabilmek için geliştirdikleri bir kavram. Yaşama güdüsü. İnsan, mutlu hissettiği ortamları korumaya çalışırken, hep bir mücadele içinde. Sahip olduğundan fazlasını isterken, denge dediği o mutlu konumdan çıkıyor maalesef. Doğa, böyle bir kavram ile uğraşmıyor bile. Doğada her şey hareket halinde; bazen müthiş bir hızla, bazen de inanılmaz yavaşlıkta ama her şey bir armoni ve uyum içinde akıyor. Bu uyum ara sıra bozulduğunda, alışılagelmiş bütün kavramlar altüst oluyor. Sonuçta, yine bir uyum süreci başlıyor ve bu böyle devam edip gidiyor.”
İnsan ve melek figürlerinde Fransız karikatürist, ressam ve heykeltıraş Daumier’in etkilerini taşırken, Sağbil’in Amazonlar serisi çok neşelidir. ‘İç Dökmek’ sergisinin ismini koyan yazar Münir Göle, kitapçıktaki yazısında şöyle der:
“Kusmuk torbaları burada bizi Cem Sağbil’in anılarının içine çekiyor. Onların sıradan ya da derin olmasını önemsemeden belleğe yerleştiriyor. Geçmiş her zaman şimdinin içindedir ve durmadan döngüsel olarak yenilenerek geleceği hazırlar. Bellekse, günün hallerine koşut olarak geçmişi sürekli biçimlendirir. Kusmuk Torbaları da, biraz dolaylı yollardan da olsa, geçmişi bugüne, herkesin gözü önüne çekerek şimdiye mıhlanıyorlar.”
Sergiyi gezerken, şifreleri bizim çözmemiz gerekiyor. Dakikalarca durup tavana asılı kâğıt torbaları okurken yakaladım kendimi. Bazılarında yazıyı çözmekte zorlandım, kiminde kahkahayı patlattım. Birinde, yazısının sonunda, yanında oturan kadına sitem ediyordu mesela: “Ve kadın yanımdaki, Ayak sallama! İnsan takınca korkunç…” Bu kusmuk torbalarına ait yüz kitapçık özel numaralandırılmış. Birini satın aldığınızda, seçtiğiniz orijinal torba da size armağan ediliyor.
Cem Sağbil, “İnsanlar bence, sürekli mantık ile duygu arasında gidip gelir. 2001’de İzmir’de yaşamaya karar verme sebebim bir ‘tanrıça’ydı; Ege, sanatımda daha büyük projelere imza atmama ilham oldu. Yoğun uçak seyahatlerim de eş zamanlı olarak başlamıştı. Bugüne kadar 500 civarında kusmuk torbasına yazıp çizmişim. Onları Almanya’daki atölyemde, büyük bir karton kutuda tutuyordum. 2010’da hepsini İstanbul’daki atölyeme getirdim” diyor ve anlatmaya devam ediyor:
“Ayşegül Sönmez, Mehmet Uygun ve Münir Göle, yeni sergimde, kusmuk torbalarımı, konsepte dâhil etme fikrimi çok desteklediler. Bu yeni proje beni çok heyecanlandırdı çünkü adeta, bana ait 15 yıllık bir zaman diliminin, yaşanmışlıkların belgeseli niteliğinde olacaktı. Ayrıca, çeşitli dönemlerde farklı malzemelerle çalıştığım işler sayesinde, hem çok renkli hem de çok anlamlı bir sergi olur diye düşündüm.”
Anlatımcı figüratif eserleriyle Sağbil, insan ilişkilerini irdelerken, güçlü mizahi bir yaklaşım da sergiliyor. 2006-2007 yıllarında Ankara’da, Sanat Sevenler Kulübünden başarılı çalışmalarından ötürü ‘Yılın Sanatçısı’ ödülünü alırken, günümüzde de sanatseverler tarafından en beğenilen sanatçı olmaya aday.
Sergiyi ziyarete gittiğinizde, Cem Sağbil oralardaysa, onunla diyaloga kolaylıkla girebilirsiniz; zira kendisi mütevazı ve sıcak bir kişilik.
“Bir heykeltıraş arkadaşım, heykel yapmayacağına karar veriyor; ne yapacağını bilemediği için çok anlamsız bir iş yapmaya koyuluyor. Bir defter alıyor ve rakamları yazmaya başlıyor. 18. rakam kaligrafik bir şey oluyor, sonra her biri başka bir şey oluyor. 10 bine geldiğinde kalemin mürekkebi bitiyor; defter de bitiyor; ve o gün yaşgünü. Çok anlamsız bir iş yapıyor olsan da, yoğunlaşabilirsen bilgini, sevgini, inancını, varlığını ona yükleyebilirsen, o yaptığın şeyin yaşam hakkı doğuyor. Bu kusmuk torbaları da benim için böyle oldu; çok anlamsız başlayıp...”