Kırmızı Oda’nın muhteşem gizemi

100 yıllık bir bina düşünün; içinde restoran, tiyatro, sanat galerileri, lokaller ve çalışma ofisleri olan… Önce tiyatro sonra Mehmet Akif’e, Mithat Cemal Kuntay’a ev olmuş...

Sanat
16 Aralık 2015 Çarşamba

 ESEN SABA

100 yıllık bir bina düşünün; içinde restoran, tiyatro, sanat galerileri, lokaller ve çalışma ofisleri olan… Önce tiyatro sonra Mehmet Akif’e, Mithat Cemal Kuntay’a ev olmuş, moda ve dikim evlerine hizmet vermiş, içinde doğuyu yaşatan, mimarisiyle batıyı yansıtan…  İşte bu bina Beyoğlu’nun tam göbeğinde, St. Antuan Kilisesine komşuluk yapan Mısır Apartmanı.  Mekânın üçüncü katında yer alan Galeri Zilberman, 26 Aralık’a kadar Gülin Hayat Topdemir’in ‘Salon Rouge-Kırmızı Oda’ adlı dördüncü kişisel sergisini ağırlıyor

Aynı bina içerisinde sergi ve proje alanı olmak üzere iki yeri bulunan Galeri Zilberman, 2008 yılında kuruldu. Türkiye’nin yanı sıra uluslararası sanat fuarlarında da güçlü bir konuma sahip olan galeri, yerli-yabancı birçok sanatçıya ev sahipliği yapıyor, onları tanıtıyor ve sanatsal platformlarda destekliyor.

Kırmızı Oda’yı anlatmadan önce proje alanında, 26 Aralık tarihine kadar sanatçı ve öğretim görevlisi Evrim Kavcar’ın 3. Mardin Bienalinde yaptığı bir yerleştirmenin uzantısı olan ‘Boşluğun K’si’ adlı eserinin sergilendiğini duyurmak isterim. ‘Boşluğun K’si’ ilk aşamasında, Kavcar’ın yaşadığı Mardin’deki ‘boşluk’ kavramını araştırmaya başlaması ve üç aylık bir süreç sonucunda elinde geriye kalan demir bir ‘K’ harfiyle oluşturduğu bir çalışma. O da görülmeye değer.

Daha önce yine Galeri Zilberman’de açtığı ‘Kara Kutu’, ‘Her Genç Kızın Rüyası’ ve ‘Ten’ sergilerinden tanıdığımız Gülin Hayat Topdemir, bu kez ‘Salon Rouge-Kırmızı Oda’ ile karşımızda.

Sergi mekânı bizi bu kez bambaşka bir görüntüyle karşılıyor. İçeri adım attıktan sonra artık klasik bir galeri düzenlemesi içerisinde değil, adeta bir müzedesiniz. Serginin o kadar dikkat çekici noktası var ki, kendinizi bir masal dünyası içersinde bulmamanız imkânsız. Kırımızı duvarlar, kıpkırmızı bir oda oluşturuyor. Belli belirsiz kırmızı bir duman ise izleyeni başka düşüncelere çekerken eserler aslında çok tanıdık ama çok uzak bir dünyaya sürüklüyor. Kadın konusunu kendine has plastik bir dil ve sembolizmle yorumlayan sanatçı, görsel olarak sunmamasına rağmen sorgulamamızı istediği ve sorgulamamız gereken otoriteyi, ataerkil iktidarı, toplumsal cinsel kimlik sorununu; aslında tanıdık olan donuk yüz ifadeleri, renkler, duruşlar ve kullandığı mekânsal algıyla tekrar harekete geçirmeye çalışıyor, hissettiriyor.

Kırmızı duvarlarını gördüğünüz an merak uyandıran ve kendine çeken galeri-müze alanında sizi, 12 eserden ilki olan ‘Giriş’ karşılıyor. ‘Giriş’te, diz üstüne kadar dumanlarla kaplanmış, açık bir kapı önünde sessiz ol işareti yapan bir kadın ile karşı karşıya kalıyorsunuz. İfadesiz yüzü, karanlık teması ve belirsiz mekânıyla sanki bir eliyle bizi içeriye davet ediyor. Bir sonraki durağımız ‘Kızıl Bahçe’ oluyor. Hava karanlık, gelincik çiçeklerini andıran bir bahçe ama belli belirsiz, ortasında bir kız çocuğu yalnız, kucağında oyuncak bebeği, ifadesiz... Ürperiyorsunuz. Yalnızlığı, korkmuşluğu en derininize işliyor. Koridor bitiyor, sağ tarafta ‘Soluksuz’... Başına kadar denizin içerisinde bir kadın, dalgalar, hava, elbise ve kadının ruhu... Simsiyah! Bacaklarının çarpık duruşu, ellerinin önüne düşüşü, bakışları, yüzündeki ifadesizlik; ruhundaki ve bedenindeki çaresizliği, bıkmışlığı ve yorulmuşluğu yansıtıyor. Resimdeki kadının ruhu ne kadar sıkkınsa sizinki de o anda o kadar sıkılıyor.

Hemen yanındaki ‘Geçit’te, iki kadın, iki tanıdık yüz, aralanmış siyah bir kapı ve sanki sonunda aydınlık var. Kapı aralık ama kapanıyormuş hissiyatını uyandırıyor. ‘Dokunulmaz’ ise sanatçının vazgeçemediği siyah arka plan, karanlık dalgalar ve belirsizlik duygusunu veren sisin üzerinde silueti kalmış bir sandalyeye oturmuş, elleri çenesinde bir kadını ağırlıyor. Bakışları, duruşu, ne yapacağını bilmeyen, düşünceli surat ifadesiyle kadın, karşılıklı düşünmeniz için adeta size sesleniyor. Benim en çok sevdiğim ‘Araf’, oldukça dikkat çekici. Karanlığın içerisinde bir aydınlık. Aslında o kadar da güzel bir aydınlık değil... Beyaz elbiseli bir kız çocuğu karanlığın içerisine düşüyor. Yukarıya bakışı, onu orada tutamayan iki el, bize umutsuzluğu ve ölümü gösteriyor. Annesinin ellerinden kopmuş bir kız çocuğu izlenimi uyandırıyor. ‘Vertigo’; bir kadın sanki kefenine sarılmış yatıyor, yüzündeki cesaret, korkusuzluk ve tekinsizlik hisleri beyninize işliyor. ‘Karabasan’ ise farklı bir tema. Karanlık, bakımsız bir orman... Korku filmlerinden gördüklerimiz gibi ürpertici, dalları birbirine dolanmış. İki figür görüyoruz ‘Karabasan’da. Bakışları ve duruşuyla, bastırılmış bir kadın, oturtulmuş. Arkada ise bir erkek eli ve o ele sahip olan karanlık bir kütle. Omzundan bastırıyor kadını, sevgi dolu olmayan bir tutuşla. ‘Gölgeler’ muhteşem bir eser. Aynı kadın, aynı tema, bir tablo, farklı üç an. Bu bir göğe yükseliş. Tema ölüm, bakışlar ise serbestleşmiş bir ruhu ele veriyor. ‘Sessiz Sularda 1 ve Sessiz Sularda 2’de siyah temanın hâkimiyeti, yüzlerdeki ifadesizlik, keskin ışıklarla iyice odaklanılmış yorgunluk, dalgalarla birlikte sanki daha da belirginleşiyor. Ve sonuncu eser ‘Sonsuz Uyku’; ‘Giriş’ bizi nasıl karşıladıysa o da yolcu ediyor. Uzun bir yol, uçsuz bucaksız, sonu diğer eserlere göre aydınlık, bir kadın yolun ortasında uzanmış üzerine kefeni andıran beyaz bir örtü, ifadesiz bakışlarıyla bize bakıyor ve sisler üzerine çöküyor.

Gülin Hayat Topdemir’in bu yağlı boya eserleri, sadece birer resim olmakla kalmıyor sanki bize bakıyorlar. Adeta gerçekliklerimiz bize bakıyor. Topdemir, günümüz kadınının, toplum ve iktidar tarafından içine düşürüldüğü çaresizliği, yalnızlığı, korkusu, ifadesiz kalışı, yorgunluğu ve bastırılışını her bir tabloda adeta bize bağırıyor. Siyahın-sisin verdiği korku ve belirsizlik hissi ile saflığın rengi olarak tanımladığımız beyazın oluşturduğu ölüm hissi bizi içine çekerken tutkunun rengi olarak adlandırdığımız kırmızı, bu sefer sanki her yeri vahşete boyuyor. Kesin olarak bilinmese de, aklıma geleni biraz araştırdığımda başkalarının da aynı şeyi düşündüğünü gördüm: Bazı resimlerinde fark edilen benzerlik, Topdemir’in “acaba kendini mi resmetti” sorusunu akla getiriyor ve bu bilinmezlik insanda gizem hissi uyandırıyor.

Aklınızda bin bir soru oluşturacak ve kendi iç benliğinizde bir sorgu süreci başlatacak olan bu muhteşem sergiyi ziyaret etmek için pazar-pazartesi günleri hariç 26 Aralık tarihine kadar Galeri Zilberman’nı ziyaret edebilirsiniz.