85 yaşındaki Irak kökenli yargıç – müzisyen David Muallem ile anılarından yola çıkarak, Arap kültürlerindeki Yahudi yaşamını konuştuk.
Elda Sassun
Geçtiğimiz günlerde Neve Şalom Kültür Merkezi, ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. İsrail Başkonsolosu Shai Cohen’in davetlisi olarak İstanbul’a gelen Irak kökenli, 85 yaşındaki yargıç-müzisyen David Muallem, kendi anılarından yola çıkarak, bir zamanlar Arap topraklarında yaşayan ve ülkelerinden toplu olarak göç etmek zorunda bırakılan Yahudilerin neler yaşadıklarını duygusal bir dille anlattı. Etkinlik öncesinde sohbet etmek üzere David Muallem ile bir araya geldik
‘Yahudi Göçmenler ve Irak’ başlıklı bu anma etkinliğinde, sadece hatıralar paylaşılmadı, aynı zamanda David Muallem’in ‘The Maqam Book’ adlı kitabı da tanıtıldı. Ayrıca on üç yıldır İstanbul’da yaşayan müzisyen Yinon Muallem, babasını yalnız bırakmayarak bu özel geceye müziği ile damga vurdu.
Müziğe ilginiz nasıl başladı?
1931’de Bağdat’ta doğdum. O zamanlar Irak’ta, cennette gibi yaşıyorduk. Müzikle ilgilenen bir ailenin içinde dünyaya geldim. Evde sürekli müzik konuşulur ve dinlenirdi. Kendimi bildim bileli müziği sevdim. Sürekli dinleyerek müziği anlamayı ve çalmayı öğrendim. Çocuk yaşlarımda, klasik keman eğitimi aldım. Bugün halen faaliyet gösteren Bağdat Filarmoni Orkestrasının kurucuları arasındaydım. Irak’ta yaşadığımız senelerde Filarmoni’yle bir solo konserim dahi oldu. Bütün boş vaktimi hep müziğe verdim.
Uzun seneler avukat ve yargıç olarak çalıştınız; biraz da meslek hayatınızdan söz eder misiniz?
Okuyan, yazan kültürlü insanlardık. 1950 senesinde, liseyi Bağdat’ta yeni bitirmiş 19 yaşında bir gençken Irak’ı ailece terk etmek zorunda kaldık. İsrail’e göç ettik. Her birimiz yaşamak için çalışmak zorundaydık. İlk olarak sunucu olmak hayaliyle radyoya başvurdum fakat Irak şivem yüzünden reddedildim. İş arayışına devam ettim, bu kez polis teşkilatına yöneldim. 17 sene polis teşkilatında görev aldım. Daha sonra içimdeki okuma coşkusu tekrar canlandı ve doktor olmak istedim. Maalesef tıp eğitimine kabul edilmeyince hukuk okumaya karar verdim. Hukuk eğitimini 1967’de bitirdikten sonra 12 sene avukatlık ve hukuk danışmanlığı yaptım. 1988 senesinde ise yargıç oldum. Adalet ve hukuk sistemindeki görevimi 2006’ya kadar sürdürdüm. Emekliliğime yakın Bar İlan Üniversitesi Doğu Müzik Okulunda Arap Müziğini araştırmaya ve aynı zamanda da eğitim vermeye başladım. Çok kıymetli hocalarımız vardı ama öğrencilerin bir kısmının, anlatılan bilgiyi pekiyi kavrayamadıklarına tanık oldum. Dokuz sene süren araştırma ve emek sonunda da kitabım‘The Maqam Book’u kaleme aldım.
Kitabınızın özelliği nedir?
Herkesin ve bilhassa öğrencilerin anlayacağı üslupta yazılmış bir kitap olsun istedim. Böylece müzikolog oldum diyebilirim. Bugüne kadar hiç yazılmamış bir text book çıktı ortaya. ‘The Maqam Book’, İsrail’in Milli Eğitim Bakanlığından onay görmüş bir kitap. Dindar okullar dâhil bütün okullarda okutuluyor. Arap kültürlerinin aslında diğer kültürlerden aşağı kalır hiçbir tarafı yok. Müzik makamları da klasik Avrupa müzik kültüründen aşağı kalmaz. Emekli olduktan sonra, senelerce dinleyip hayranlık duyduğum Arap müziğine daha çok konsantre oldum ve bu müziğin zenginliğini, kendine has alt yapısını tanıtmak istedim.
Arap müziğinin yanı sıra Türk müziği ile de ilgili araştırmalar yapmışsınız.
Bar İlan Üniversitesindeki araştırmalarımda Türk müziği üzerine de çalışmalar yaptık. Kardeşim Avraam Türk müziğini çok severdi hatta evde Ankara Radyosunu dinlerdik. Evdekiler bu müziğe, ‘şarkı’ dinliyoruz derlerdi.
Bir ara odaya Yinon Muallem giriyor; ona çocukluğunda babası ve müzik merakıyla ilgili neler hatırladığını soruyorum.
Babam evde hep Mısır ve diğer Arap ülkelerinin ünlü müzisyenlerini dinlerdi; bense bu müziği hiç sevmez, rock, bazen de caz dinlemeyi tercih ederdim. Bir gün eve geldiğimde babamın keman çaldığını görünce çok ama çok şaşırdım; zira bir kemanı olduğunu bile bilmiyordum. Irak’ı terk ettiği tarihten beri, tam kırk yıl keman kutusunda kalmış ve ilk kez o gün çıkarıp tekrar çalmayı denemişti. Hepimiz çok duygulanıp heyecanlanmıştık. Bugün ise, müziğimde tef ve darbuka çalmaya başladıktan sonra, bir zamanlar dinlemeye utandığım, hiç sevmediğim Arap müziğinin, yani babamın müziğinin değerini çok daha iyi anlıyor ve seviyorum. Ben de bu müziğin ve ezgilerin sayesinde artık babamın bir parçasıyım.
Sohbet sonrasında, diğer izleyenlerle birlikte salondaki yerimizi aldık. Açılış konuşmasını yapan Başkonsolos Shai Cohen, 900 bine yakın Yahudi’nin Arap ülkelerinden kovulduğunu anlattı ve daha sonra sözü David Muallem’e verdi. Babasının konuşmasını müziğiyle zenginleştiren Yinon Muallem ise sırasıyla, bir Endülüs şarkısını, sonra Kudüs’te yazılan ve halen Halep ve Irak’ta, sinagoglarda okunan bir ilahiyi seslendirdi. Yinon Muallem konserini 50’li yılların efsane ismi Lea Goldberg’in ünlü bir şiirine yapılan bir beste ile sonlandırdı. Etkinliğin sonunda David Muallem, kendisine yöneltilen soruları yanıtladı.